Johan Cruyff
25 Nisan 1947 – 24 Mart 2016

bir çocukluk kahramanın ardından...

 

 

28 Kasım 1968; İstanbul'daki Fenerbahçe - Ajax maçı öncesi,

otobüslerine çarpan arabayı yana çekerken...

 

 

 

 

 

1974; BATI ALMANYA’DA BİR BAŞKA DÜNYANIN KUPASI

(aslında bir Dünya Kupası değil anlatacaklarım...)

 

 

Hani bazen maçtan sonra kavga çıkar, koltuklar sahaya atılır, taraftarlar ayrı kapılardan çıkarılır ya; bu maçtan sonra iki ülke arasında savaş çıkmıştı.

 

Uçaklar şehirleri bombalıyor, zırhlı birlikler ülke içlerine ilerlerken, petrol tesislerini havaya uçurup ikmal kaynaklarını ortadan kaldırıyordu. Her iki tarafın da kayıpları ağırdı.

 

Yıl 1969’du; El Salvador ile Honduras arasındaki “Mexico 70” Dünya Kupası eleme maçından sonra çıkan, her iki ülke ekonomisinin uzun süre belini doğrultamayacağı, ardında yüzlerce ölü, binlerce evsiz bırakan dört günlük kıyasıya sıcak savaşın ardından barışın gelmesi on seneyi bulacaktı. Bu arada “Mexico 70”e, kaleleri de bombalamış El Salvador katılacaktı.

 

1970’lerde “Dünya Kupası” denince akan sular duruyordu; gelişmekte olan ülkeler, canlı seyredemedikleri bu organizasyonla yatıyor, onunla kalkıyordu.

 

Biz de Türkiye’de, İngiltere’deki 1966 Dünya Kupası’nda üst direğe çarpıp gol çizgisine çarpan pozisyonu Halit Kıvanç’ın anlatımıyla lambalı radyolardan ya da “Altın Goller” isimli filmde sinemalarda izliyorduk. 31 Mayıs 1970’te Meksika’nın Azteca Stadı’ndaki 40 derece santigratta Meksika ile Sovyetler Birliği arasında oynanan maçtaki dünyanın ilk sarı kartını yine Halit Kıvanç’ın anlatımıyla, evden kaçıp otostopla Mexico City’ye gelen bir çocuğun hikayesinde yine sinemalarda gösterilen bir filmde izliyorduk.

 

Ve sıra 1974’te Batı Almanya’daki Dünya Kupası’na geliyordu.

 

Bu şampiyona, Türkiye’de bir neslin asla unutmayacağı – hayatının şampiyonasıydı; Türkiye’nin siyah beyaz televizyonlarının başına kilitlenip, ilk defa canlı olarak izleyeceği bir Dünya Kupası’ydı.

 

Gerçi 1972’de Türkiye ilk kez “Münih Olimpiyatları”yla büyük bir spor organizasyonunun canlı yayınıyla tanışmıştı. Ekranlarının başında “Pop Corn”u dinleyip, salyangoz görünümlü logoya bakarak yayının başlamasını beklemiş; açılış töreninde Türk ekibinin “Şehnaz Longa” eşliğindeki geçidini, Heidi Schüller tarafından okunan ilk olimpiyat yeminini, genç Uğur Dündar’la birlikte yedi altın madalya alacak Speedo mayolu Mark Spitz’in muhteşem kulaçlarını, Kübalı Teofilo Stevenson’un dışı beyaz eldiveniyle attığı korkunç aparkatlarını, on üç yaşındaki Doğu Alman Kornelia Ender’i, tini mini lastik kız Olga Korbut’u, Lasse Viren’i, Sovyetler Birliği’nin son saniyedeki basketini, Kara Eylül terör örgütünün kanlı baskınını ve ilk defa olimpiyatlara verilen otuz dört saatlik arayı izlemişti.

 

    

 

 

Atletizm yarışmalarını sunan spikerin, geçirdiği kaza sonucu felç olmuş olimpiyatlarda Afrika’nın ilk altın madalyasını kazanmış çıplak ayaklı Habeş atleti Abebe Bikila’yı “tekerlekli sandalye” yerine, “elektrikli sandalyede oturan Abebe Bikila” deyişine de çok gülmüştü.

 

Münih Olimpiyat Stadı’nın acayip çatısı da, televizyon kulesi de çok konuşulmuştu.

 

** ** **

 

Ve konu futboldu;

TRT, Eurovision ile anlaşma yapmıştı ve futbola gönül vermiş bir ülke, ilk defa canlı olarak Dünya Kupası’nı izleyecekti.

 

Daha 1973 yılında - Çarşamba akşamları canlı izlenmeye başlanan Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası maçlarından; özellikle Cruyff’lu Ajax’ı, Beckenbauer’li Bayern München’i izleye izleye iyice havaya girilmişti. Mahalle maçlarında, 14 ya da 5 sırt numaralı formalar göze çarparken, lakaplar iki maçta bir değişiyordu.

 

1973’te Şili ve Sovyetler Birliği arasındaki Dünya Kupası eleme maçında Sovyet takımı Santiago’daki National Stadı’na çıkmayı reddetmişti. Çünkü o stadda Şili’de seçimle iktidara gelmiş Salvatore Allende’yi deviren diktatör Augusto Pinochet, kendilerinden bir daha haber alınamayacak binlerce muhalifi toplattırmıştı. Şili milli takımı da rakibin yer almadığı maça çıkmış, başlama düdüğü ile gidip boş kaleye golü atıp Batı Almanya’daki Dünya Kupası maçlarına katılmaya hak kazanmıştı.

 

Bizim milli takım bu Dünya Kupası’nda yer alamayacaktı, ama en azından bir hakemimiz bu maçlarda düdük çalacaktı: Doğan Babacan.

 

Doğan Babacan, Dünya Kupası’na çok az bir zaman kala, 10 Nisan 1974’te Glasgow’da Celtic ve Atletico Madrid takımları arasında oynanan Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası yarı final ilk maçının hakemiydi. 0-0 biten bu maçta yedi sarı kartın yanısıra, üç Atletico Madrid’li futbolcuya da kırmızı kart göstermişti. Bu maç Türkiye’de canlı olarak yayınlanmıştı.

 

Ertesi sabah sadece bizim mahallede değil, bütün Avrupa’da Doğan Babacan konuşulmaktaydı.

 

** ** **

 

Derken 13 Haziran 1974’de Frankfurt’taki Wald Stadı’nda muhteşem bir tören, ardından da golsüz bitecek Brezilya - Yugoslavya maçı ile şampiyona başlamıştı. Ertesi gün bizim için tarihi bir gün olacaktı; Berlin'deki Batı Almanya - Şili maçını “bizimki”, "Doğan Babacan" yönetecekti.

 

Şampiyonanın ilk golünü Batı Alman Breitner atmıştı. Maçın 67. dakikasında Şilili Carlos Caszely, Berti Vogts’u biçince saha karışmıştı. Ekranlardan Vogts’un yerde kıvranışı, sahadaki itiş kakış izleniyordu. Dakikalar sonra ortalık yatışıp, tam ceza atışı kullanılacakken önce Babacan, Caszely’i yanına çağıracak, Dünya Kupaları tarihinin “ilk” kırmızı kartını gösterecekti.

 

1970’te hiç oyundan atılan olmamıştı ve ne gariptir ki sahada kıvranan Vogts, 1966’daki Dünya Kupası’nda oyundan atılmış son futbolcudan başkası değildi.

 

Televizyonda akşamları özetler sabırsızlıkla bekleniyordu; çünkü “Futbol Balesi” de vardı. Yani bazı pozisyonlar müzik eşliğinde tekrar tekrar gösterilerek bir dans görüntüsü olarak sergileniyordu.

 

Bir de ağır çekim görüntüler gösteriliyordu ki bu da inanılmaz keyif veriyordu.

 

Gündüzleri maç biter bitmez boş arsalar takımlarla doluyor, kimisi Rep, kimisi Lato, kimisi de Müller olup, iç içe konmuş çizgili naylon topların peşinde koşuyordu.

 

Hollanda takımına herkes aşıktı. “Modern Futbol” işte böyle oynanıyordu. Turuncu formaları şortlarının dışında, boyunlarında kolyeleri, upuzun saçlarıyla serseri havalı virtüözler Sarı Fare Cruyff’un şefliğindeki “Total Futbol” senfonisiyle sanatlarını konuşturuyorlardı.

 

Hollandalıların bu özgür havaları başarılarıyla birleşince müthiş hayranlık uyandırıyordu. Gerçi 1972 Avrupa Futbol Şampionası kampında Cruyff ve Neeskens’in ağızlarında sigara, iskambil oynarken çekilmiş fotoğrafları, ileride Cruyff’un geçireceği by-pass ameliyatı günlerinde yine sütunlarda yer alacaktı.

 

Bu şampiyonanın en dramatik maçı Hollanda ile Batı Almanya arasında oynanan final maçı olarak zihinlerde kalmıştır; ancak bence en dramatik maç, tarihlerinde ilk ve son kez maç yapan Batı Almanya ile Doğu Almanya arasında oynanmıştı.

 

O zamanların deyimiyle “topun altında şeytan yatar”dı ve bu maçı Batı Almanlar’ın gözyaşları arasında Sparwasser’in golüyle Doğu Almanya 1-0 kazanmıştı.

       

 

Brezilya'nın Doğu Almanya ile yaptığı maçta bir efsane frikik golü vardı. 61. dakikada Brezilya bir frikik atacaktı ve Doğu Almanya'nın kurduğu barajda Brezilya'lı Jairzinho da yer almaktaydı. Rivelino füze gibi şutunu çekiyor, Jairzinho çömeliyor ve iğne deliğinden geçer gibi top Jair'in boşluğundan geçerek ağlarla kucaklaşıyordu. Bu maçın yan hakemi de Doğan Babacan'dı.

 

Batı Alman Netzer’in bir ayağının 43, bir ayağının 45 numara oluşu, Polonya kalecisi Tomaszewski’nin kafa bandı, Hollanda kalecisi Jongbloed’in 8 numaralı forması, Zoff’un bin yüz kırk iki dakikalık gol yememe rekorunu daha ilk maçta Haitili Sanon’un bozuşu, Batı Almanya’dan gelecek akrabalara kupanın maskotu Tip ve Tap ısmarlanışı, yaşanabilse 2074 yılında da anımsanacaktı.

 

Televizyonda Batı Alman milli takımı "Fußball ist unser Leben" şarkısını söylerken golcü Müller neşe içinde arkadaşlarına sataşıyordu. Bu büyük golcü yıllar sonra alkol girdabına yakalanacaktı.

 

Derken 7 Temmuz 1974 Pazar günü muhteşem final maçı gelip çatmıştı. Münih Olimpiyat Stadı’nda Hollanda ile Batı Almanya karşılaşacaktı. Bedri Koraman Milliyet Gazetesi’nde bir karikatür çizmişti:

2. Dünya savaşında Almanlar panzerlerle Hollanda’yı işgal ediyorlar;

1974’te ise Hollandalılar karavanlarla Batı Almanya’yı işgal ediyorlardı.

 

Maçı aslında kasap olan İngiliz Jack Taylor yönetecekti. Jack Taylor, Doğan Babacan’ın orta hakem olduğu Batı Almanya – Şili maçında Babacan’ın yan hakemiydi.

 

Bardaktan boşanırcasına yağan yağmur yüzünden sahada biriken suyun itfaiye ekiplerince boşaltılışını izliyor; Olimpiyat Stadı’ndaki köşe bayraklarının dikilmesinin unutuluşu yüzünden maçın zamanında başlayamayışını izleyip gülüyorduk.

 

Maça Hollanda başlıyor, on beş paslaşmadan sonra tek bir Batı Alman oyuncu topa değemeden Cruyff’un düşürülmesi ile penaltı kazanıyor, 1-0 öne geçse de ilk yarıyı Breitner ve Müller’in attıkları gollerle Batı Almanya 2-1 önde kapatıyordu.

 

 

Birinci yarının sonunda soyunma odasına giderken hakemle tartışan Cruyff’un saha kenarında sarı kart görüşü de belleklerden çıkmayacaktı.

 

 

Maçı Batı Almanya 2-1 galip bitirip şampiyon olduğunda, kaptan Beckenbauer kupayı kaldırırken, milli takımlarının antrenörü Helmut Schön daha sonra Galatasaray’a inanılmaz ufuklar açacak yardımcısı Jupp Derwall ile kucaklaşıyordu.

    

 

Artık “öbür dünya”dayız.

 

Mobilyalı Saba, Grundig, Telefunken televizyonlarda 1974’te Batı Almanya’da düzenlenmiş soğuk savaş yıllarının on altı takımlı sıcak Dünya Kupası maçları değil;

incecik led televizyonlarda, interaktif kupa maçları var.

 

Açık söylemem gerekirse hiç heyecan duymuyorum;

final maçlarının önemli pozisyonlarını ağır çekimde seyredeceğimi de sanmıyorum.

 

Ne yazık ki John Lennon’un şarkısındaki gibi, bir tek ben böyle hissetmiyorum.

 

Nedenini hiç sormayın;

onu da bilmiyorum,

bilmek de istemiyorum...

 

düş hekimi yalçın ergir   http://www.ergir.com