Bu sabah uyandığımda bizim lise mezunlarının yazıştığı grupta sevgili Aydın Sav'ın bir mesajı vardı. Kırk beş yıllık sinema izleme macerasında hep ve tek bir numara olan filmi bize Ege Üniversitesi'nden Sayın Geylani Özok'un aşağıdaki satırlarıyla tanıtıyor, yeniden anımsatıyordu:

 

 

 

Bu mektup yalnız Stanley Kubrick'in "2001 A Space Odyssey" filmini izlemiş olanlar içindir...

 

Stanley Kubrick'ten olağan dışı bir yaklaşımdır.. 2001 A Space Odyssey  (2001 Bir Uzay Macerası - 1968)
Her izlenildiğinde bir şey daha fark edersiniz bu filmde. Bu web sayfasında ise, film hap haline getirilmiş aslında..
 

Özellikle 4. bölüme çok dikkat edilmesini öneririm.
 

Seslidir ve ilk sayfadaki dil seçeneklerinde Türkçe de vardır.
Bölümler bittikçe bir sonrakini kendiniz başlatmalısınız. Bölüm tekrarı için, aynı bölümü tekrar seçebilirsiniz.
 

Tıklayınız..
www.kubrick2001.com

 

 

 

Bugün feci koşturmam vardı. Hem Cumartesi tatilinin dişleri telli turnaları buraya kanat çırpacaktı, ardından da benim koşa koşa Remzi Kitabevi'ne gidişim başlayacaktı.

 

Ama Aşil Tendonu'mdan vurulmuştum, birisi "2001, A Space Odyssey" demişti

ve iki arada yazmalı, sevgili Aydın'ın duygularını paylaşmalıydım:

 

 

 

Kocaman bilgisayarlara bilgilerin klavye ile değil, “punch card”larla girildiği; kartı delerken yapabileceğiniz bir “syntax” hatasının, bir yanlış delmenin tüm verileri baştan yazmayı gerektirdiği, basit işlemlerin sonuçlanmasının bazen saatlerce beklendiği, bırakın gigabyte kavramını, megabyte kavramının bile söz konusu olmadığı, belleklerin 18 - 24 kilobaytlarla ifade edildiği; bilgisayar bulunan odaların sürekli soğutulduğu, kimselerin sokulmadığı, “bilgisayar” adının “elektronik beyin” olduğu yıllarda, Dedeman Sineması’nda ablam ve babamla gittiğimiz "2001: A Space Odyssey” hayatımın filmi olacaktı.

 

Yıllar sonra Mike Oldfield’in albümlerine de ilham kaynağı olacak Arhur Clarke gibi bir manyağı tanıyınca, “Clockwork Orange”ı seyredip Kubrick’e bir kez daha vurulunca, bu film daha da derin kökler salmıştı ruhumda.

 

İlk çağların maymun adamları; korku içinde bir ucube topluluk. Açlık, vahşi hayvanlara yem olma korkusu falan derken, geceler gündüzlere bağlanırken; bir sabah karşılarına parlak, düzgün dikdörtgen anıt gibi dikilmiş bir monolithi; siyah blok bir taş.

 

Hayvan kemiklerinden ilk silah, ilk iktidar kavgası ve ilk zafer naraları arasında havaya fırlatılan kemik; havada

dönüşü,

dönüşü,

dönüşü

 

ve at arabası tekerleği şeklinde bir uzay aracına dönüşümü. ve bir at arabası tekerleği seklinde bir uzay aracına dönüşmesi, havada uçan kalem, hostesin baş aşağı tavanda yürüyerek servis yapışı, Dedeman Sineması’nda “Eyes Wide Shut” degil, “Eyes Wide Open" film izleyen bir çocuk.

 

 

Johann Strauss’un “Mavi Tuna” valsı çalarken, ay yüzeyinde yine aynı parlak monolith - aynı dikdörtgen siyah taş.

 

Jüpiter misyonu; gemiyi yöneten, insan gibi düşünebilen HAL 9000 bilgisayarı; HAL’in hataları, HAL ile mücadele ve sağ kalan tek kişinin HAL’in yalvarışları arasında teker teker RAM’lerini söküşü. Sökülen her RAM’de HAL’in aklının biraz daha gidişi ve sonunda çok zavallı bir sesle, ona üretildiği Nirvana’da öğretilen “Daisy” adlı okul şarkısını söyleyişi.

 

Jüpiter’e 1968 kaleydoskobik giriş ve muhteşem son;

bir acayip odada yenen yemek, bir adım ötede bekleyen daha da yaşlılık, içerdeki odada bekleyen yaşlılığın son sınırı - son nefesini verdiği yatakta yatan çok yaşlı adam ve ayak ucundaki parlak, düzgün dikdörtgen anıt gibi dikilmiş siyah bir blok taş.

 

Tüylerimiz diken diken olurken yatak odasından kapkaranlık uzay boşluğuna doğru yükselen bir fetüs.

 

Bir “Yıldız Çocuğu”nun Caretta Caretta gibi uzay denizine ilerleyişi.

 

Yani muhteşem başlangıç...

 

 

Teşekkürler sevgili Aydın;

 

yalçın ergir

 

 

 

 

 

 

 

 

düş hekimi yalçın ergir   http://www.ergir.com

 

 

PANO'YA DÖNÜŞ