fonda çalan: the wind - yusuf islam (2006)
|
Kış 2008 / Sincan'dan Ankara'ya
(2 alsam; 1,5 ödesem??) |
|
|
İçimdeki rüzgarın sesi:
Al bisikletini, atla banliyö trenine git Sincan'a; sonra da bastırıp pedallara, gel Ankara'ya...
diyordu.
Ben de kapıma "Balık tutmaya gidiyorum..." yazar gibi, sevgili Pano'ma aşağıdaki satırları asmış:
armağan bir 30 Ocak’ta ne yapılır; armağan bir 30 Ocak’tan geriye ne kalır??
iz bırakmayacak işler, iz bırakacak çekişmeler yapılıp, iletilmiş yaşam kılavuzlarına mı bakılır;
yoksa ardında iki gün sığmış bir 29 Ocak, bisikleti de attığın banliyö treniyle Sincan’a varılıp, kulakta serum şişesinden damlar gibi müzik, geniş yeninle şehre pedal mı basılır??
düş hekimi yalçın ergir http://www.ergir.com (iki gün sığacak bir 31 Ocak öncesi)
bisikletim Kalender'in lastiklerine hava basıp, soluğu Ankara Tren Garı'nda almıştım.
Cebimde mavi biletim,
peronda Sincan trenini bekleyenler arasındaydım.
Bilet kontrolörü baba adamdı, galiba konuşacak adama da hasret kalmıştı; bir muhabbet, bir muhabbet derken yandaki biletsiz yolcuyu bile bağışlamıştı.
Derken banliyö hattının en batısına vardığımda trenden inmiştim. Hava açık, ama soğuk bıçak gibiydi
Bacaklarıma motosiklet rüzgarlığını da geçirmiş, ama kar maskemi getirmediğimden yanaklarımı soğuk ısırırken, Ankara'ya doğru pedallara basmaya başlamıştım.
Geçen haftaki ayazda motosikletle Mavi Bilgisayar'a gittiğimde, içeri telaşla dalarken kaskımı çıkarmış, ama kar maskemi çıkarmamıştım.
Kar maskesiyle son sürat içeri dalınca da: - Eller yukarı, kimse kımıldamasın; bu bir soygundur!... gibi bir hava yaratmıştım.
Bu kadar soğukta serum şişesinden damlayan damlalar gibi notalar kulaklıktan dolaşımıma katılırken, en içteki tişörtümde tek kuru nokta kalmadığının farkındaydım.
Eryaman Optimum'daki moladan sonra
yine yollarda, yine bulutlarla oyundaydım.
Küçük bir çocukken Ankara Operası'nda "Bulutlar Nereye Gider?" diye bir oyuna götürülmüş olduğumu, dekordaki bulutları çizenin de Yapıncak Gürerk isimli bir çocuk olduğunu anımsıyordum.
Ben de bulutların üzerine ikişer nokta koyup, "Bulutlar Neyle Gider?" oyununu sahneliyordum:
Ve ardından bulutlarla birlikte Etimesgut'un köpüklü sularından geçiyorduk. Elbette Ankara'nın bir avuç bisikletlileri olarak birbirimizden sıcak selamları esirgemiyorduk.
Yaşamı oluşturan, yol ayrımlarındaki hatalar - ya da doğru kararlardır;
geldiğim yollardan tekrar geçmemek için çıngıraklı gidonu sola kırıyordum.
Ümitköy yoncasından sağa yatmış, içimdeki rüzgarı hissederek dönerken, o anda çalan Steve Miller Band'in "Serenade"indeki gibi "Ohooo - ooohooooo..." diye avazım çıktığı kadar ben de bağırıyordum.
Bu arada vitesleri dağıtınca, hep en düşük viteste gelmek zorunda kalarak, yani canım çıkarak Armada'ya varıyor ve tarifsiz bir keyifle büyük ödül: çikolata soslu Coffee Mocha'mı yudumluyordum.
O sırada telefon çalıyor, Ankara dışından randevu almadan gelmiş bir hastamın beni beklediğini öğreniyor, kim bilir belki de az önce yanımdan geçmiş bir otobüsteki çocuğa bakabilmek için telaşla toparlanıyordum...
düş hekimi yalçın ergir http://www.ergir.com
(Serenade: http://www.youtube.com/watch?v=1Nya4iaAAIg )
|
|