fonda çalan: ajde jano

(sadece internet explorer ile)

 

YALNIZ AĞAÇ TEFRİKA:

http://www.yalniz_agac_tefrika.htm

 

ilk kısım:

http://www.ergir.com/2008/yoksa_yalniz_agac_1.htm

 

 

Yoksa Yalnız Ağaç??? - 2

 

 

seher vakti

 

 

Dün gece muayenehanede yattım. Saati 5'e kurdum; gün doğarken fırlayıp Yalnız Ağaç'ıma bakmaya gidecektim.

 

Belki hala canlıydı, bu yüzden tepeye taşıyıp kazma kürekle yeniden dikmek için otomobille gitmem daha uygundu.

 

Tabii ki saat çalmadan kalktım 5'e doğru halat, kürek, testere, bıçak, termosa çay derken yola çıkmaya hazırdım.

 

Çıtttt çıkmazken, önce akünün kutup başını takıp (bazen aylarca kullanmadığım için) arka otoparkta çalıştırdım aracımı.

 

Arka dairedeki komşuların yataklarında:

- Defol git bu apartmandan artık; huzur bulalım azıcık...    dediklerini duyar gibiydim.

 

Yoldaydım, sürekli Nigel Kennedy'nin benim için Yalnız Ağaç'la özdeşmiş Ajde Jano'sunu dinliyor, çay üstüne çay içiyordum.

 

Acaba bir heyelan olduysa neler hissetmişti? Acaba aklına gelmiş miydim? Yoksa heyelan falan olmamış, o tepeye adı verilmiş "Gelin" gibi, o da kendini özlemle aşağılara mı bırakmıştı? Artık o tepenin adı Gelin Kayası değil, Sonsuz Aşk Tepesi mi olacaktı?

 

Bir Bulutsuzluk Özlemi şarkısı gibi, solda - dikiz aynamda güneş yükseliyordu. Sanki iki yanındaki ağaçlar da el sallıyor:

- Bize de haber veeer...   diye bağırıyorlardı.

 

Köşeyi döndüğümde karşıma tokat gibi Ayaş çıkmıştı. Sanki ben gelirken saklanmış, ellerini çırpıp, birden "Paaaat" diyerek önüme atlamış gibiydi. Ortalık bomboştu, sanki ben uyurken bütün dünya gizlice bir yerlere gitmişti.

 

Son zamanlarda:

"Bir Yalnız Ağaç'a gidişinde beni de götürür müsün?"lere, hep bin dereden su getirmiştim; orası benim için çok özel bir yerdi ve dönüşümdeki sessiz sitemler umurumda değildi.

 

Acaba Nijer'deki Yalnız Ağaç'ın yerine diktikleri gibi, ben de yazın o tepeye bir ağaç heykeli dikebilir miydim?

 

Bir zamanlar sevgili Mehmet Ertüzün'le tepesinde Akasya Hanım'ı gelin götürdüğümüz araçta, bu sefer testere, kazma, kürek ile Karaboğaz'dan Beypazarı'na doğru yaklaşıyordum. Bugün nasıl da çok işim vardı, sonra uçarak dönmeliydim. Kahvaltımı artık kuşluk vaktindeki dönüşümde yapabilecektim.

 

Ve İlhan Çayı'nı, Gömleksiz Köprüsü'nü geçer geçmez rampanın sonunda karşıma canım tepem çıkıyordu. Hastamın babası yanılmıştı,

 

Yalnız Ağaç'ım ASLANLAR GİBİ tepeden eğilmiş, aşağılara bakıyordu:

 

 

Kumlu tarlaların gömülme sınırında aracım için yol bitmiş, yürüyüşüm başlamıştı.

 

Gölgemin uzaması sanki yolu da uzatıyor,

kaygan zeminde iki aşağı - üç yukarı, tırmanıyordum.

 

Muhteşem sabah güneşi omuzlarımda,

yeryüzü ile Mars arasında tost olmuş canım ağacıma varıyordum.

 

Dibine dökülmüş Menengiç tanelerini (çedene) topluyor, taze görünen dalların uçlarını soyarak kesip torbama koyuyordum, sanki ağacı klonluyordum.

 

Zemin kattaki işyerimin altı topraktı, komşu falan yoktu. Acaba bekleme salonundaki parkenin bir kısmını kaldırıp taneleri ve dalları altındaki toprağa koyup sulasaydım ve oradan koca bir ağaç çıksaydı muhteşem olmaz mıydı? İleride tavana kadar büyüdükçe budar, bir de salıncak asar, hatta gövdesine kalp bile kazırdım.

 

Artık dönmeliydim, zaten feci işim vardı, aşağılara inerken her iş yerinde demirbaşa kayıtlı olması gereken bir de hatıra almıştım.

 

Elbette yolda İstanbul'dan Antalya'ya, oradan Ankara'ya, oradan da Beypazarı üzerinden İstanbul'a pedal basan Max'la tanışacak,

 

sohbetin, mail adreslerinin alışverişinden sonra kendi "çalışan adam" tabelalarımız doğrultusunda ayrılacaktık.

 

Kavuncu İbrahim Dikmen'le çay içip, Altınbaş ve Çikolata Kavun sohbetinden,

geliş yolunda dikiz aynamdaki ağaçlara sağlık haberlerini verdikten sonra

 

Yalnız Ağaç'ımın tohumlarını, dallarını toprağa gömecek,

bahara kadar minicik bir filiz umuduyla sulayacaktım.

 

düş hekimi yalçın ergir   http://www.ergir.com

11 kasım salı - 20:04

 

Yoksa Yalnız Ağaç??? - 3:

http://www.ergir.com/2008/yoksa_yalniz_agac_3.htm

 

 

PANO'YA DÖNÜŞ