Bir Yalnız Ağaç Klasiği

(Tefrika - 11)

 

 

Sabah telefonda Tunç Şafak'la konuşuyorum; birbirinden saçma esprilerimizin sonunda:

 

- Bugün Perşembe, sadece kendime randevu verdiğim günüm; biraz sonra Yalnız Ağaç'ıma gideceğim...

 

- Issız adaam, ıssız adaaam... :))

 

** ** **

 

Tamam, atlayıp Tarpan'a iki nala düşeceğim yollara; ama ya şu tam iyileşmemiş parmağım n'olacak? Sağ elimle frene nasıl basacağım??

 

Onu da yolda düşünürüm olmazsa; nasıl bir zamanlar Sarı Vosvos'umun freni patladığında Keçiören'den Kızılay'a kadar frensiz geldiysem, yine yaparım işte bir şeyler; şöööle sağdan sağdan giderken: "çekiliiiiin" diye bağırırım önüme çıkan olursa.

 

Ve tabii ki pofuduk bulutlarda kaybolacak bir uçak gibi düşüyorum "küçük büyük şey"le yollara;

bir telefon tuşuna basamayacak parmağın, çok istediğinde nasıl frene asılabildiğine tanık ola ola.

 

Kaskımın önü açık, bütün sinekler yüzümde; ama misss gibi gübre kokan hava da ciğerlerimin en derin köşesinde. Sağa sola virajlarda abarta abarta yatıyorum; sanki gözlerim kapalı, kollarım açık, uçakçılık oynuyorum.

 

Derken, belki de sonsuza kadar durmam gereken yerde duruyor;

 

bir blucin - bir havuç renkli tişört kalıncaya kadar üzerimdeki korumaları çıkartıyor,

gitmem gereken, dört gözle beklendiğim yere doğru havuç tarlasında yürümeye başlıyorum.

 

Leopar desenli sırtları geçtikçe, bu dünyadan, bütüüün hesaplaşmalardan uzaklaşıyorum.

 

Üç adım tırmanıp, iki adım geri kaya kaya, gerçek bir "Rolling Stone" olmama ramak kala, uğultulu tepenin sonuna varıyorum. Yaklaştıkça heyecanlanıyor ve hoş bulunuyorum. Önüme serilmiş çiçek desenli halıyla karşılanıyor,

 

dokunmazsam asla öç almayacak yılanların yuvalarının arasından, kollarını açmış Yalnız Ağaç'ıma varıyorum.

 

Önce kendim için, sonra da söz verdiğim sevgili Uğur Başerdem için ona sarılıp öpüyorum;

ardından da sanki tatilde pansiyona kapağı atmış gibi yayılıveriyorum.

 

"Kızılderililerin Tarihi"ni okunabilecek en uygun ortamda okuyor, onları ufukta, sanki eğersiz atlarında görüyorum.

 

Ve dünyanın en ortopedik yatağına yatıp, tepemdeki bin bir çizgiyle dünyalar kuruyor;

her şeyim ortalıktayken, yanaklarımda güneş, yanaklarımda rüzgar, bir kum tanesi gibi uyuyorum.

 

Ve gözlerimi açtığımda sürprizi yakalıyorum; onu mahcup, on binlerce yazlık yaprağını giyerken görüyorum.

 

Artık dönmem gerekiyor; iki sene okul tatilim bitmiş gibi çantamı hazırlıyor, Yalnız Ağaç'la vedalaşıyor, o benim ardımdan dökeceğine, ben ona su döküyor, Alp Disiplini gibi aşağılara kayıyorum; havuç tarlasından geçerken bir selam da Havuç Ceket'e veriyorum.

 

Alevler içinde atmosfere giriyor, şişmiş rüzgarlığımla Dünya'ya,

yumruklamanın, sarılmaktan daha normal algılandığı kabalığa,

betonda köksüz, düşlerinde öksüz, anormal kalabalığa dönüyorum...

 

 

düş hekimi yalçın ergir   http://www.ergir.com

09 mayısevvel 0002009