fonda çalan: road to hell - midi
(ActiveX denetimlerinin çalışmasına izin vermeniz gerekebilir)
EVE UZUN YOLDAN DÖNÜŞ
Yorgunluk da göreceli bir kavramdır; insan mutfaktan bir bardak su getirmeye üşenebilecekken, çok arzuladığında saatlerce de yürüyebilir.
Ben beden ve ruh sağlığının reçetelerle değil, ancak doğumdan ölüme iyi bir kan dolaşımıyla, iyi bir kan dolaşımının da bedenin ve ruhun bol bol yürüyerek dolaşmasıyla mümkün olacağına inanıyorum.
Ve her uzun yürüyüşümde kendimi gerçek kendimle, kendimce düşlemem gerekenlerle ve koşa koşa geri dönüp gerçekleştirmek istediklerimle buluyorum.
Bu öyle yaşamıma kazınmış bir tarz ki, ertesi gün nişanlanacakken bile Elmadağ'dan Ankara'ya yürüdüğümü, sık sık "ben bir dolaşıp geleyim" diye Esenboğa'ya Havaş Otobüsü'yle gidip 4 saat 45 dakikada eve vardığımı, ekabir yaz tatillerinde bile sırt çantam, kaybettiğimde ağlayabileceğim paramparça şapkamla, komşu tepelerde, komşu ilçe yollarında saatlerce bi kaybolup geri geldiğimi bilirim.
Uygun molalarla tüm gün bile yürünebilir; ama molasız yürüme rekorum asla 5 saati geçmemiştir, sıhhi olarak geçmemelidir de.
Ancak geçen hafta sonu hiç istemeden bu rekoru kırmak zorunda kaldım. Kavaklıdere'den yola çıkıp, 3-4 saatte İncek'e, oradaki Motodrom'a, motosiklet pistindeki Mümtaz'a varmaktı amacım. Mümtaz'ın hiç haberi yoktu, olmasaydı da, bulamasam da olurdu; maksat uzun yol olsundu.
Zaten saatler sonra İncek'e vardığımda bulamamıştım da ve aynen yola devam etmiştim. Çevre Yolu'na varıp oradan yürüyerek Gölbaşı ilçesindeki Öz Mevlana Lokantası'na gidebilir, orada kaşık kullanmadan Ezo Gelin çorbası içebilirdim.
Yürüyor, yürüyor, yürüyordum.
Sonunda Çevre Yolu'na varınca sola dönüp Gölbaşı'na doğru gidiyordum. Ama azıcık uzaktaki bir köprüye varmak bile o kadar zaman alıyordu ki, sonunda geri dönsem daha berbat olacak o berbat noktaya varıyordum. Yolda duracak, durduracak bir otobüs, bir minibüs, bir traktör yoktu, mutlaka o öngöremediğim kadar uzun yolu adım adım tamamlamalıydım. Supertramp'in "Eve Dönüşte Uzun Yolu Seç" şarkısını çok severdim, ama bu kez abartmıştım.
Ne termosumda çay, ne de suyum kalmıştı; yürüyor, yürüyor, yürüyordum.
Derken çevre yolunun dışında Haymana Yolu'nun yakın gibi gözüken uzaklarında bir benzin istasyonu silueti görmüştüm. Artık çevre yolundan ayrılmış, tarlalarda yürüyordum. Birisine telefon edip, gelip "Beni alır mısın?" şansımı da geride bırakmıştım. Sanıyorum o tarlaların ucu Arjantin'e falan varıyordu ve siluette en ufak bir büyüme olmazken, yürüyor, yürüyor, yürüyordum
Sonunda bir film karesi gibi 150 km/s ile gidenlerin az ötede gibi gördükleri Haymana Yolu'na varıyordum.
Tam 7 saattir "hiç aralıksız" yürüyordum ve o vaha gibi istasyona ayaklarım sürüyerek varıyordum.
Sanıyorum ben oradan ayrılırken marketin camına: "suyumuz kalmamıştır" yazısı asıyorlardı ve Oyaca'dan gelen otobüsün önüne atlıyordum.
Hiç istemeden gereksiz bir rekor kırmış olarak perişan, ama Arjantin Caddesi'ndeki bir Café'de, üst üste atılmış ayağı sinirli sinirli sallayarak dünyayı kurtarmanın asla veremeyeceği tarifsiz bir mutlulukla başımı bir ilçe otobüsü camına dayamış - eve Afrika üzerinden dönmeyi seçmiş gibi uyukluyordum...
düş hekimi yalçın ergir http://www.ergir.com
EVE UZUN YOLDAN DÖNÜŞ
|