fonda çalan müzik: teli teli teli - manos loizos
efe güray eğitim ve spor vakfı & ankara dişhekimleri odası'nın desteğiyle
sanatolia'da sergilenen "dişe dokunur bir gün"ün ardından
Ortak Sevinçler Yoldayken
Eğer siyah-beyaz TRT televizyonu zamanında olsaydı - yani herkesin bir şeyler yapmak, bir şeyler üretmek, bir şeyler öğrenmek, bir şeyler öğretmek için yanıp tutuştuğu, coşkunun yüreklere sığmadığı o masumiyet yıllarında olsaydı, çok normal olacaktı bu tiyatroda hissettiklerim.
Ama tüm dünyada 2009'un karma ve karmaşası: "depresyon" olarak özetlenirken, sevgili meslektaşım Dolunay Hamamizade'nin ikinci kez izlediğim tiyatro oyunu "Dişe Dokunur Bir Gün", yine aldı götürdü beni 70'lerin masumiyetine.
İlk izleyişimde, ilk izlenimimi: http://www.ergir.com/2008/duse_dokunur_bir_aksam.htm satırlarıyla yazmıştım.
İkinci izleyişten sonra ise,
Dolunay'a, Ay'ın Karanlık Yüzü'ne gidebilecek sarı zarflı bir mesaj yazmak istemediğim için, Dikmen Yokuşu'nu nefes nefese çıkarken telefon açtım ve devam etmesini - içindeki alevi Olympos'unki gibi sürdürmesini söyledim kendisine.
** ** **
Murathan Mungan'ın sözlerindeki gibi, biz büyüyünce nasıl kirlendiyse dünya, teknoloji ilerleyince belgelenmeye de başlamıştı insanlar, "insanca" kusurlarıyla.
Kusursuz ürkmüşlerle birlikte, ekmek çalmış, nefes saklamış, izinsiz sevmiş, kaçmış, katılmış, katlanmış kusurlular da susmuş, BBG evi köşelerinde bundan sonraki yaşamlarını, pırıl pırıl bir "sil baştan"ı beklemeye başlamışlardı.
Halbuki önce "kusur" yeniden tanımlanmalıydı.
Ardından da tişörtün göğsüne en uyduruk kamerayla bile okunabilen "Yerse..." yazılmalı, biricik hayatın büyük dolaşımına "sil" ya da "en" baştan olamasa bile, basit bir buluş, bir şarkı, bir imar, bir düş, bir tiyatroyla ve alınmış derslerle, kalınmış yerden yeniden karışmalıydı.
Postacı kapıyı elbet bir daha çalacak, en paslı kilitler sevgiyle açılacak, eski bir zarftan çıkan "ortak sevinçler", eski seni, şimdiki sana anlatacaktı...
düş hekimi yalçın ergir http://www.ergir.com
|