1. kitabımda:

 

Yaşam, iki kısımdan oluşur; Brüt yaşam - Net yaşam.

 

Brüt yaşam, doğumdan ölüme kadar geçirdiğimiz süredir.

 

Net yaşam ise, kendimizle ve sevdiklerimizle yaşayabildiğimiz, başkasının normallerine uymadığımız, içimizdeki sesi dinlediğimiz ve kendi kanatlarımızla yükselip, çook uzaklara uçabildiğimiz süredir. Lütfen yaşam vergileri kaçırıp, net yaşamınızda, brüt rakamınızı yakalayın.

 

Net yaşamınızı da sapına kadar harcayın. Bankalarda, buzdolaplarında, sandıklarda saklamayın. Devretmeyin, ödünç vermeyin, ertelemeyin.

 

Sıfır kilometre kanatlarınız, bomboş bir bordroyla, arkanızda, bu denizleri, bulutları, ağaçları, müzikleri, aşkları, dostlukları, kavgaları, gözyaşlarını, o güzelim güneşi, kedileri, kuşları, balıkları, dağları, fotoğrafları, Antep işi lahmacunu, damardan tuzlamayı bırakarak çekip gidivermeyin.

 

diye başlayan bir yazı vardı.

O yazı aşağıdaki satırlarla bitiyordu:

 

Çok eskiden, bir filme gitmiştim: “Geceyarısı Kovboyu” (Midnight Cowboy).

Taşradan, New York’a gelen bir gencin içine düştüğü acımasız, güneşsiz, kurtlar sofrasındaki dramıydı. Orada edindiği tek dostu, uyuşturucu bağımlısı, hastalıklı bir pezevenkti.

 

Film biterken, bu iki ayrı dünyanın dostu, bir otobüs ile New York'tan ayrılıp, güneye doğru gidiyorlardı. Yalnız, geceyarısı kovboyu ürkek bakışlarla camdan dışarı bakarken, omuzunda dostu ölü olarak yatıyordu

 

ve arkada şu şarkı çalıyordu:

 

“Herkes bana konuşuyor

Tek kelimesini duymuyorum

Düşüncemin yankılarından başka

 

İnsanlar durup, bana bakıyor

Onların yüzlerini göremiyorum

Gözlerinin gölgelerinden başka

 

Güneşin parladığı yere gidiyorum

Yağan yağmurun arasından

Havanın elbiselerime uyduğu yere

 

Kuzeydoğu rüzgarını arkama alarak

Bir yaz serinliğinin yelkeninde

Okyanusun üzerinde bir taş gibi kayarak

 

Aşkımı geride bırakmana izin vermeyeceğim”

 

Bugün filmden kareleri izliyorum; yani Oskar ödülü almış ilk ve son "x-rated" filmden kareleri.

 

Ve o zamanlar dikkat etmediklerimi de görüyorum.

Yolda yatan ve kimsenin dönüp de bakmadığı, yardım eli uzatmadığı adamın,

"Tiffany'de Kahvaltı"nın "Tiffany's"inin önünde yatmakta olduğunu görüyorum:

 

Bu film hakkında:

Geceyarısı Kovboyu (film) - Vikipedi  adresinde çok güzel bilgiler var.

 

Filmde Dustin Hoffman ile birlikte Teksaslı delikanlıyı oynayan Jon Voight:

 

Oskar ödüllü Angelina Jolie'nin de babası aynı zamanda:

 

Bu kareler, bu müzik, beni daha da eskiye, Dustin Hoffman'ın "The Graduate"  (o zamanlar "Aşk Mevsimi" adıyla sinemalarda gösterilen "Mezuniyet") filmine götürüyor. Tabii ki Paul Simon ve Art Garfunkel'ın bir daha sanki asla olamayacak müzikleri çıkıyor karşıma.

 

Bebek yüz "Art Garfunkel"ı dinliyorum 2009 yılının bir Ağustos pazarında.

 

Tekrar,

tekrar,

tekrar dinliyorum Bright Eyes'ı.

 

Gözlerimin önünde parlak gözler, kanatlarımı çırpıp, kafes tellerini kırıp  yolculuklara çıkıyorum.

 

Sanki dünyanın tüm çocukları peşimde;

gözyaşlarını silmişim, nefreti kovalıyorum.

 

Bu da benim düşüm;

ben de buna inanıyorum.


(filmin başına yanlış olarak Simon & Garfunkel yazmışlarsa da:)

Bright Eyes - Art Garfunkel 

 

 

 

"Düş Hekimi 6"nın kapağını kendim yaptığımda, yayınevi parlak gözü kapak olarak görmek istememişti;

böylece onların kapağında öksüzün gözyaşları değil,

gözsüz, özsüz, öksüz gözyaşları yer almıştı:

 

Peki, nedir bir çift gözü parlak yapan?

Gözyaşları mıdır, çorak yanaklara akan?

 

Belki de bir başka parlak bir çift gözdür;

en derinlerden, en derinlere bakan.

 

** ** **

 

Perdeler kapalı Parlak Gözler'i dinliyorum;

aklımda dünya kadar iş,

aklımda evren kadar düş.

 

Teşekkür ederim Art Garfunkel;

şekillendiği yıllarda şarkılarınla ruhumu tavında dövdüğün için

 

ve teşekkür ederim,

2009'da ruhum hala tavında, hala şekillenirken,

bir zamanlarkiler de olsa,

şarkılarınla hala dövmeye devam ettiğin için...

 

düş hekimi yalçın ergir  

(Bir yaz serinliğinin yelkeninde,

okyanusun üzerinde bir taş gibi kayarken)

 

http://www.ergir.com

 

PANO'YA DÖNÜŞ