(ActiveX denetimlerinin çalışmasına

izin vermeniz gerekebilir)

 

ihtiyar mısırcı ve sürpriziniz

 

 

Küba;

            1951.

 

İhtiyar Santiago, tam seksen dört gündür hiç balık tutamamış, bir kulübede yaşayan yoksul bir balıkçıdır, Ernest Hemingway’ın “İhtiyar Adam ve Deniz” kitabında.

 

Bir de çocuk yardımcısı vardır: Manolin.

 

Ama Manolin’in ailesi, Santiago sahile bu kadar uzun süre eli boş döndüğü için onun talihsizliğine inanarak, çocuklarını başka bir balıkçı teknesine vermiştir. Yine de Manolin ailesinden gizli gizli Santiago’nun yanına gelmektedir.

 

Santiago artık kararlıdır; küreklere asılacak, okyanusa açılacak,

Gulf Stream’in sıcak sularında şansını deneyecektir.

 

Başında hasır şapka; şafak sökerken vedalaşır, kendisine yem olsun diye istavrit veren Manolin’le.

 

Çok açıklarda, ihtiyarlığıyla bir başına, palamut yakalar Santiago.

 

Bu kez palamudu yem yapar. Derken büyük bir kuvvetin oltaya vurduğunu görür; anlamakta da gecikmez –

hayatının en ağır balığı zokayı yutmuştur.

 

Ve büyük bir mücadele başlar karanın gözükmediği okyanus sularında. Belki de beş yüz – altı yüz kiloluk bir balık sürüklemektedir küçük teknesini.

 

Gece geçer,

 

gün geçer,

 

bu ölüm kalım mücadelesi devam eder.

 

Derken gevşer olta,

yakaladığı balık teslim olmaktadır ve görür onu:

 

 

Boyu teknesinden de uzun koca kılıç balığı bağlı olarak, sanki yanında Manolin varmış gibi konuşa konuşa, göremediği karaya doğru kürek çekmektedir ihtiyar kollarıyla.

 

Köpek balıkları gelir bu kanlı ava ve bir büyük mücadele de onlarla başlar okyanusun ortasında. Mızrak gibi sopasıyla öldürebilse de tekini, diğerleri yemektedir, teknesiyle çektiği hayatının avını.

 

Kılıç Balığı’ndan geriye bir tek iskeleti kalmıştır kıyıya vardığında.

 

Bütün balıkçılar, bütün kasaba halkı hayretle bakmaktadır kıyıdaki tekneye bağlı koca balık iskeletine;

 

ihtiyar balıkçı çocukluk düşlerine,

bir Afrika plajındaki beyaz aslanları görmeye,

belki de bir daha hiç uyanmamacasına, kulübesine uyumaya gittiğinde…

 

Nedense, İhtiyar Adam ve Deniz’in bu derin izleri gelmişti gözlerimin önüne; Ankara - Emek Mahallesi,

25. Sokak ile 19. Sokak’ın kesiştiği köşede mısır satan,

o ihtiyar adamı gördüğümde.

Belki yirmi beş, belki de otuz senedir, her gün Altındağ’daki gecekondusundan gelip,

sabah 7:30’dan - 17:30’a, patlamış mısır satıyordu

o sokağın köşesinde.

 

        

 

Kim bilir ihtiyar yüreğiyle nasıl bir mücadele vardı bu okyanusun ortasında.

 

Sohbete başladık ve 1 liralık mısır aldım; ayrılırken de:

 

-Amca; inan bana, çok güzellikler bekliyor seni…    dedim kendisine.

 

Çok duymuştum ama,

hayatımda bu kadar yürekten:

 

-Allah’a emanet ol;

 Allah’a emanet ol…   ’u,

-

belki bir tek annemden,

belki bir tek babamdan duymuştum öncesinde.

 

Şimdi bir düşüm var:

 

“Bir büyük sürpriz yapmak” İhtiyar Mısırcı”ya.

 

 

22 Haziran Salı günü – 27 Haziran Pazar günleri arasında herhangi bir gün,

belki öğlen tatilinde, belki bir çıkışta, belki sevgi’yle buluşmada, yolumuzu Emek’e - “İhtiyar Mısırcı”ya düşürelim

 

ve mısır alalım kendisinden.

 

“Hiç” bahsetmeyelim bu planımızdan kendisine;

 

onca köpek balığının arasından,

son derece şaşırmış, son derece sevinmiş dönsün evine.

 

Bir hatıra fotoğrafı çekerseniz bana da gönderin,

ya da yazın bana o an hissettiklerinizi;

 

ben de sayfamda paylaşayım 27 Haziran’dan sonra,

bir ortak güzelliğe, bir küçük mutluluğa ortak olmanın büyük izlerini.

 

Bir Alış – Veriş Merkezi’ne değil;

bir İhtiyar Mısırcı’nın ekmek teknesine

 

gidiyor muyuz?

 

Bol kuvvet;

    yüreğinize -

           küreğinize…

 

düş hekimi yalçın ergir     -      21 haziran 2010

http://www.ergir.com

e-posta:

dushekimi@ergir.com

 

ve daha sonraki gelişmeler:

http://www.ergir.com/2010/yetmis_dokuz_yillik_yalnizlik.htm

(GNCELLENMEKTEDİR)