KAÇANTOP

 

Ne bir dünya senaryosu, ne karmaşık bir finans raporu;

sıradan bir günün, rakamsız bilançosu…

 

 

Sen kendi düşüne baksana?

 

Tamam, işin çok,

elbette bakacaksın-

hem de çok iyi bakacaksın kendi işine;

 

ama yoğun, hatta ters gitmiş,

gerilmiş, gelmemiş, bilmemiş,

bilenmiş, öde - öde bitmemiş bir günün ikindisinde,

topunu alıp, potası olan bir ilkokul bahçesine gitsene?

 

** ** **

 

O ilkokulun bahçesinde gölgen uzayıp giderken yerde, sen topu sektiriyor, sektiriyor - bir şut daha atıyorsundur gökyüzüne.

 

Girer ya da girmez; ama mutlaka çevrene de şöyle bir dönüp bakıyorsundur top fırıl fırıl dönüp, o çemberden içeri girdiğinde. Yanına bir bebe gelebilir; o da oynamak isteyebilir seninle. Sadece basket oynamaktır niyeti;  ne haddini bildirmek, ne de sende kusur görüp rahatlamaktır derdi. Çektiği şutun girmesi, belki de senin bir: “vay canınaaa...” falan demendir tek beklentisi.

 

Belki de annesi beklediğinden, sessizce gider, sessizce geldiği gibi. O okulda, o saatte, kim bilir neye hazırlanılan bir folklor çalışmasının, muhteşem sesi gelebilir kulağına keyifle. Potanın dibinde çantan, havalı bir turnike daha atarsın kendi kendine.

 

Sanırım o saatlerde, araçlar da park edebilmektedir o okulun bahçesine -

ve bir araba durabilir az ötende. Sen, sol elinde fotoğraf makinen, sağ elinde basket topu, bir şutun fotoğrafını çekmeye çalışırken; arabadan inmiş, o jilet gibi giyinmiş adamı ve o hanımı görebilirsin dibinde.

 

Saniyeler sonra:

 

- Topu potaya ben atayım, siz fotoğrafını çekin…     diyebilir o hanım sana.

 

O atar, o kıyafetiyle, sen çekersin. O atar, sen çekersin, o koşa koşa kaçan topu almaya gider, sen beklersin. Mahcup bir şekilde arkada artık sabırsızlanan beyefendiye de teşekkür edersin.

 

Giderler; kim bilir hangi yemeğe ya da hangi etkinliğe,

potaya top atan bir gölgenin orada kaldığını fark edersin.

 

 

Ve topun bir aracın altına kaçar;

bir milyon sene önce de kaçtığı gibi.

 

Yatıp yere, ayağınla çıkartırsın;

ama bir fark vardır bir milyon sene öncesiyle:

“Artık söylenmiyorsundur”.

 

Ellerinden, avuçlarından kaçıp giden, alt tarafı bir aşınmış toptur. Dirseğini yere koyup bir arabanın altına yatmak, dokuz yüz altmış sene önce uzamış boyunla topa dokunabilmek,

küçük bir mutluluktur.

 

Bir fark daha vardır bir milyon sene öncesiyle:

“Artık geri döndüğün potada, bekleyen bir arkadaş yoktur".

 

Değer yargıları değişmiş; arabanın altına bir topun kaçma ihtimali, kerli ferli yaşıtlarınca bertaraf edilmiştir. Seni kan ter içinde o arabanın altından, o topu çıkartmaya çalışırken görseler alay edeceklerdir belki de; ama bu Côte d'Azur'da bir yazlık sahibi olmaktan daha değerlidir sence.

 

Belki bir finans sıralamasına alınmasa da ismin;

bir arabanın altına topunun kaçma ihtimalin kadar,

bir ağaçtan, bir salıncaktan düşme,

sıraya girilmiş bir k-açık büfede değil,

bir duvarın üzerinde çekirdek yiyebilme,

hatta pantolonun yırtılma ihtimali kadar zenginsindir.

 

** ** **

 

Hava kararmaktadır;

bir gün daha bitmeyip,

yepyeni bir gün daha gelmektedir.

 

Tamam, yemekten önce yenmez ama;

elinde 1 liralık kabak çekirdeği,

ardında taaa aya kadar gölge,

evine dönmektesindir…

 

 

düş hekimi yalçın ergir   http://www.ergir.com