fonda çalan: çiçek abbas / cahit berkay

(ActiveX denetimlerinin çalışmasına izin vermeniz gerekebilir)

 

 

** ** **

Ama kesin rejimdeydim; geçen Pazar, Eskişehir Yolu’nda Pinhani’yi dinleyerek yürürken karar vermişim:

“Yaza kadar az yiyip, iyice forma girecektim”. Keyfim acayip yerindeydi; bu konu tamamdı artık: “taş gibi olacaktım”.

 

Kollarım iki yana açık, kulağımda müzik, iyice havaya girmiş, kendi kendime:

 

- TAŞ, TAŞ, TAŞŞŞ…     derken, önümde yürüyen adam arkasına dönüp, acayip acayip baktığında sesimin yüksekliğini fark etmiştim…

 

** ** **

 

 

KÜÇÜK BİR “KEBAP 49” ÖYKÜSÜ

 

 

Öğlen; yine Bülten Sokak’ta, benim için anılarla dolu Kebap 49’dayım.

 

Yemeyeceğim işte pide, mide; garsona:

 

- Sadece Ezo Gelin çorba, bir salata…      diyorum. Açlıktan ve iştahtan ölüyoruuum, ama feci kararlıyım, çünkü acımasız:

 

- TAŞ, TAŞ, TAŞŞŞ…      planımı uyguluyorum.

 

Önümdeki masada mavi kazaklı bir adam karışık pide yiyor. Olmaz böyle şey; üzerine şekiller vererek biberi bir döküşü var ki, sanki pideye kanaviçe işliyor. Misssss gibi kokusu da burnuma geliyor; mahvoluyorum, o an - oracıkta ağlamak istiyorum.

 

Bakmamaya çalışıyorum; ama nafile; karşımda dumanlar tüten bir dilimi rulo yapmış yerken artık dayanamıyorum. O an filmim kopuyor; artık kerli ferli bir adam olamıyorum.

 

Kalkıyorum masamdan, yanına gidip başına dikiliyorum:

 

- Yaa; ÇOK özür dilerim; ama canım çok çekti; bana da bir dilim verir misiniz?

 

- Ne demek;    tabii alabilirsiniz…      diyor, dua eder gibi açılmış avuçlarıyla elips metal tabaktaki pideyi gösterirken. Yemin ederim; hepsini istesem, o gönülle, o içtenlikle hepppsini verecek o an.

 

Ve bitiyor, birbirini ilk ve son defa görmüş iki insanın, en kısa ya da en uzun konuşması.

 

Tabağımda bir dilim üzerine biber dökülmüş karışık pide, güneşin sofrasında bir ziyafetteyim artık. Sevgiyle bakıyorum çaktırmadan karşımdaki masaya, az önce belki de içinden “n’oooluyoruz yaa?” demiş, sonra da beni unutuuup gitmiş, onu öğleden sonra bekleyen “kim bilir neler”i düşünerek pidesini yiyen mavi kazaklıya.

 

 

Sonra kalkıp kasaya gidiyorum; çok gizli bir iş yapar gibi parmağımla masasını gösterip:

 

- Şu masanın hesabını da ben ödüyorum…      diyorum fısıltıyla.

 

** ** **

 

Çıkıyorum;

artık bilmiyorum benden sonra hesap istendiğindeki muhabbeti -

ama iyi biliyorum içimdeki o muzip, küçük mutluluk hissini,

gönüllerin illa birbirini yıllardır tanıması gerekmediğini,

asla zengin ya da fakir etmeyecek içtenliklerin, bir kelebek etkisinin olduğunu,

asıl, önemsiz gibi gözüken bu kanat çırpışlarının dünyayı dolaşıp durduğunu,

“kim bilir neler”in beklediği bir öğleden sonra, seni mutlaka gelip bulduğunu.

 

Ve yürüyorum;

Tunalı Hilmi’de Bir Öğle Vakti,

sokaklarda sabahsız bir telaş,

ardımda çocukluk, bir sessiz dostluk,

ellerim ceplerimde, öğleden sonra’ma dönüyorum…

 

 

düş hekimi yalçın ergir      http://www.ergir.com