OPERET SAHNESİNDE

 

 

Eskiden radyoda saat 8’e doğru çocuklar için bir masal saati vardı.

 

Çocuklar masal saatini iple çekerler, masallarda pastadan evleri, sırık fasulyenin tepesindeki devleri, uçan filleri dinleyip düşlere dalarlardı.

Ama asıl masal yaşadıklarıydı; dinledikleri masalların hiç birisi olmamıştı.

 

Şimdi size asıl anlatılması gereken,

gerçekten yaşanmış bir masalı,

yani bir ülkenin, bir dönemin mahallelerinden bir kesiti,

koca bir okyanustan, küçücük bir damlayı anlatmak istiyoruz...

 

derim, "evet; sevdik..."te sahneye çıkıp konuşmaya başladığımda ve başlarım asıl masalı, yani 1950'lerde, 60'larda doğmuş çocukların yaşadıklarını anlatmaya.

 

Aşağıdaki satırlar ise bugünlerdeki koşturmadan bir kesit,

yani 2010'larda yaşamakta olduklarım:

 

** ** **

 

evet; sevdik... müzikli sunumunun Ankara Üniversitesi DTCF Farabi Salonu'ndaki:

http://www.ergir.com/hemde_cok_sevdik_20091020_ek.htm

ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi Kemal Kurdaş Salonu'ndaki: http://www.ergir.com/mahallenin_koca_cocuklari_korosu.htm

gösterileri geride kalmıştı.

 

Her iki ortamda da,  o kadar çok tanıdık, her hatayı hoş görecek o kadar sevdikle biz bizeydik ki.

 

Hazırlıklarımızda ise o kadar bir başınaydık ki.

 

Leyla, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi'ndeki dinletisinden, A.B.D.'ne kadar pek çok ortamda ülkemizi başarıyla temsil etmiş bir Devlet Operası sopranosuydu, ben ise bir yazar.

 

Her şeye kendimiz koşturuyorduk. Dekor bahçe duvarını kaplıyor, Bahçelievler'deki bir halı futbol sahasından yalvara yakara eski bir banka el koyuyor, oyuna dakikalar kala kırılan ayna dekorunu koli bantlarıyla tutturuyor, sokak lambası için her an çarpılıp kömür olunabilecek ilkel bir elektrik hattı döşüyor, oyunun girişinde çalması sorun olan ses CD'sini yakmak üzere yine oyuna dakikalar kala dekanlık katlarında:

 

- Burada Nero programı yüklü bir bilgisayar, bir de ayıp olmayacaksa boş CD var mı?..  diye koşturuyorduk.

 

Belki afişimize elektrik panolarındaki o uyarıyı da eklemek gerekiyordu.

 

Zindan gibi karanlık sahne arkasında da bir başınaydık.

 

Sahneye çıkma sıram geldiğinde karanlıkta el yordamıyla gitarı arayışımı hep korkuyla anımsayacağıma eminim.

 

Ya da hayatımda ilk defa taktığım headseti açık unutup, az sonra Frigo Buz dağıtacak çocuğa:

- Aman çıkarken şu sokak lambasının fişini çarpılmadan takmayı unutma... deyişimin bütün salonda duyuluşunu,

 

Leyla'nın mikrofonu bozulunca, koca salona kimseye mikrofonun bozulduğunu fark ettirmeden opera sesiyle şarkı söyleyişini,

 

ikinci bölümde, büyümüş, hayatın acılarını tatmış bir havayla, ama sanki fermuarım açıkmış gibi headsetimi ters takmış olarak  sahneye çıkışımı,

 

sahne arkasındaki karanlıkta, ikimiz de mikrofonları açık unutmuşken Leyla'nın saniyeler içerisinde çizmesini çıkartabilmesi için çekiştirirken onu sırt üstü yere yuvarlayışımı da zor unuturuz herhalde.

 

Ama biz zaten rol yapmamıştık ki; bizi bize anlatmış,

bizim masalımızı siyah beyaz bir Yeşilçam filmi havasında anımsatmıştık birbirimize.

 

** ** **

 

"evet; sevdik.."i ODTÜ'de izleyen Ankara Devlet Opera ve Balesi Müdürü sevgili Erdoğan Davran, bize büyülü ve son derece ciddi bir dünyanın kapılarını açmıştı, bu yük ağırdı:

 

Devlet Opera ve Balesi'nin 2009 - 2010 Sanat Sezonu Programına alınmıştık.

 

 

    

 

ve Operet Sahnesi'nde (http://www.ergir.com/2010/herkes_nerde.htm) her türlü gereksinim için koşturan Opera kadrosuyla bize "Kapalı Gişe"yi tattıracak Operet seyircisinin karşısındaydık.

 

Her şey farklıydı. Bunu gerçek bir sanat kurumunun bilgi ve donanımı çerçevesinde sergilemek, dekor, sis, başlangıçtaki anonslar, girişteki Sevgililer Günü süslemeleri, her şey - ya da çok şey farklıydı.

Bir şey değişmemişti:

 

yine sahneye çıkarken, yine yüreğim yerinden çıkacak gibiydi

ve bu duygu umarım hiç değişmeyecekti.

 

** ** **

 

Biz bize başladığımız bu oyunu da biz bize bitirmiştik.  Daha ışıklar yanmadan hüngür hüngür ağlayan koca insanları görebiliyordum - ki bu gözyaşlarının duyguları, daha sonra telefonlarla, elektronik postalarla, oyundan sonra başka illerden gelmişlerle de dolup taşan kuliste de iletilecekti.

 

Salondaki görüntü alma işlemi sinevizyon görevlisi tarafından yapıldı, ancak bu videonun elimize ulaşması zaman alacak.

 

Sevgili Zeynep Yazıcı, cep telefonuyla çektiği çok düşük kalitede bir görüntü ulaştırdı bize;

en azından aşağıda bunu paylaşmayı diliyoruz.

 

 

 

 

 

Bundan sonra:

23 Mart Salı akşamı saat: 20:00'de ve

6 Nisan Pazar günü saat: 16:00'da yine Operet Sahnesi (Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi'nde "evet; sevdik..."i sunacağız:

https://secure.dobgm.gov.tr/dobgm.asp

 

Umarız 3. kez izleyen sevgili Aysel Sarıbay'ın:

"bin kere daha izleyebilirim..." mesajındaki gibi,

bin kere onca sahneden onca ışık gözümdeyken

masumiyeti özlemiyle yaşlanmış gözleri görebilirim.

 

Şimdi yollara düşmek zamanı; 20 Şubat Cumartesi akşamı İstanbul'dayız;

hem de bir zamanlar da, şimdi de, hayranlıkla dinlediğimiz bazı sanatçıların huzurundayız.

http://www.ergir.com/2010/orda_bir_mahalle_var_uzakta_dy.htm

 

 

Herkese, ama herkese teşekkürler;

her yaştan bütün çocuklara

hep koşulsuz sevgiler...

 

leyla çolakoğlu - düş hekimi yalçın ergir

http://www.ergir.com

 

 

Sevgili Prof. Dr. Yücel Tanyeri'nin anlatımı ve fotoğraflarıyla 14 Şubat "evet; sevdik..."i:

http://yucel-tanyeri.blogspot.com/2010/02/evet-sevdik.html

 

Diğer fotoğraflar:

(rabia ergir, yücel tanyeri, zeynep yazıcı ve suna kanbay'a teşekkürlerle)

 

 

 

 

SAHNE TOZU'NA DÖNÜŞ