Dün gece http://www.ergir.com/2010/yolcu.htm 'nun yollarını uğurlamış, sanırım mezuniyet yılımın bir mayıs akşamı kıvamında yatmıştım.

 

Bu sabah gözlerimi açtığımda sevgili Yasmina'nın, Robert Frost'un Yol'a ve Yolculuklar'a dair satırları bekliyordu beni.

 

Bugün yoğun bir iş günü, klakson sesleri arasında milim milim olmasa da metre metre ilerleyeceğim. Kimler gelecek, kimler randevusuna gelmeyecek, kimler üzmek, kimler sevindirmek için elinden geleni yapacak bilmiyorum ama,

 

konu komşunun, üst kattaki hanımların, berber Adem'in, kasap Ünal'ın, Sardunya Tayfun'un, Dubonnet Hasan'ın akşama kadar "Into the Wild"'ın soundtrackini dinleyeceğini biliyorum.

 

Aşağıya sevgili Yasmina'dan Frost satırlarını -

onun da altına, 2 sene önce Pano'ma bulaşıp iflah olmamış "Into The Wild" satırlarını koyuyor,

ikinci yolda iyi yolculuklar diliyorum...

 

düş hekimi yalçın ergir

sabahın körü

 

 

(yasmina) ...

ŞİİR VE ÖYKÜSÜ ŞÖYLE:

6 Kasım 1894’te Amerikan şair Robert Frost (1874-1963) evini terk edip gurbete gitmek üzere yola çıkar.

 

“Ormanda yol ikiye ayrılıyor … ben az kullanılmış olanı seçtim…” dizelerini içeren ünlü şiiri The Road Not Taken'i yazan şair o zaman tam 20 yaşındadır; okuldan atılmış, âşık olduğu kız tarafından reddedilmiş, iş bulamamış, tek bir satır bile yayınlatamamış biri olarak çantasını toplar, Dartmouth’tan yola çıkar.

 

Hedefi Büyük Dismal Bataklığıdır. İç Savaş sırasında kölelikten kaçan zencilerin sığındığı bir bataklık-orman olan bölgede ördek avcılarıyla birlikte bir süre geçiren Frost, daha sonra annesinin yolladığı tren biletiyle tekrar evine dönecektir.

 

"bir ormanda yol ikiye ayrıldı, ve ben –
ben gittim daha az geçilmişinden,
ve bütün farkı yaratan bu oldu işte."

"Two roads diverged in a wood, and I -- I took the one less travelled by,
and that has made all the difference "


Two roads diverged in a yellow wood
and sorry I could not travel both
And be one traveller, long I stood
and looked down one as far as I could
to where it bent in the undergrowth;


Then took the other, as just as fair,
and having perhaps the better claim
because it was grassy and wanted wear;
though as for that, the passing there
had worn them really about the same,


And both that morning equally lay
in leaves no feet had trodden black.
Oh, I kept the first for another day!
Yet knowing how way leads on to way,
I doubted if I should ever come back.


I shall be telling this with a sigh
Somewhere ages and ages hence
Two roads diverged in a wood, and I --
I took the one less travelled by,
and that has made all the difference




gidilmeyen yol

sarı bir ormanda ikiye ayrıldı yolum,
ikisinden birden gidemediğim ve yoldaki
tek yolcu olduğum için üzgün, uzun uzun
baktım görene kadar birinci yolun
otlar çalılar arasında kıvrıldığı yeri;
sonra öbürüne gittim, o kadar iyiydi o da,
ve belki çimenlik olduğu, aşınmak istediğinden
gidilmeye daha çok hakkı vardı; oysa
oradan gelip geçenler iki yolu da
eş ölçüde aşındırmıştı hemen hemen,

ve o sabah ikisi de uzanıyordu birbiri gibi
hiçbir adımın karartmadığı yapraklar içinde,
ah, başka bir güne sakladım yolların ilkini!
ama bilerek her yolun yeni bir yol getirdiğini,
merak ettim geri gelecek miyim diye.

iç geçirerek anlatacağım bunu ben,
nice yaşlar nice çağlar sonra bir yerde:
bir ormanda yol ikiye ayrıldı, ve ben –
ben gittim daha az geçilmişinden,
ve bütün farkı yaratan bu oldu işte.

çeviri: Selahattin Özpalabıyıklar



Onun bir başka şiirinden çok sevdiğim bir bölüm daha vardır...

"the woods are lovely , dark and deep ,
but i have promises to keep ,
and miles to go before i sleep ,
and miles to go before i sleep..."



"korular çok güzel, karanlık, derin,
ama verilmiş sözüm var benim,
ve uyumadan önce millerce yol gideceğim,
ve uyumadan önce millerce yol gideceğim...."

 

 

 

 

2 sene önce Pano'ma bulaşıp iflah olmamış Into The Wild satırları:

(fonda çalan: society - eddie vedder)

 

 

toplum;

umarım bensiz yalnız değilsindir

 

toplum;

umarım bana kızgın değilsindir...

                                     (society sözlerinden)

 

 

Yarın seher vakti arabanın arkasına asılmış sevgili bisikletim Kalender, yola çıkıyorum

ve hangi yoldan gideceğimi, nerelerden geçeceğimi bilmiyorum;

yol ayrımlarına kadar da bileceğimi sanmıyorum.

 

 

23 - 27 Nisan arası Antalya'da Türkiye'nin dört bir yanından gelmiş dişhekimleri teniste şehirlerini şampiyon yapabilmek için kapışacaklar. Ben de Ankara Dişhekimleri Odası'nın düzenlediği tenis turnuvasında birinci olduğum için Ankaralı dişhekimlerini temsil edeceğim.

 

Ama önümde randevu verilmemiş bir 22 Nisan günüm var

ve öğleden sonra vizesiz, pasaportsuz, benzinsiz, gişesiz,

bir yanımda Akdeniz - bir yanımda makiler,

pedal basabileceğim kıvrım kıvrım yollar var.

 

Yarın tek yarışmacılı, tek etaplı, birincisi de, sonuncusu da belli:

"1. Düş Hekimi Krallığı - Bisiklet Turu" var.

 

Aslında yanıma kırmızı çadırımı, Everest görmüş uyku tulumumu ve matımı da alıyorum. Ama kimse görmese de, Sini kaplumbağalarının yumurtalarına zarar vermemek için sit alanı Çıralı'nın ıssız çakıllarına çadır kurmamam gerektiğini biliyorum.

 

Tavan gökyüzü olduğunda ne güzel uyunur. Uydu kayınca da mı bir dilek tutulur? Güneşin ilk ışıkları denizden kayıp yanaklara öpücük mü kondurur?

 

Sabah elbet bir fırın bulunur. Sıcaklığından el değmeyen mis gibi bir ekmek alıp - deniz kenarında bağdaş kurmak, önce kıtırından başlayarak koparmak ne kadar muhteşem olur.

 

Şimdi kaplumbağaların tam yumurtlama zamanı. Çıralı sahillerinde geceleri öyle  bir faaliyet başlayacak ki. Arka ayaklarla çukurlar açılacak, seksener - yüzer yumurta çukurlara bırakılacak ve üzerleri kapatılacak. Temmuza doğru ufaklıkların denize uzuuun yolculukları başlayacak ve yüz yumurtadan belki de ancak bir tanesi hayatta kalabilecek. 

 

Geçenlerde bana motosiklet sevdalısı sevgili Hakan Büyüksamancı'dan bir mesaj gelmişti:

...

Ben size bugün seyrettiğim INTO THE WILD isimli bir filimden söz etmek istiyorum. Belki seyrettiniz veya çevrenizden duydunuz, harika bir film ben filmde biraz sizi gördüm. Film gerçek bir hikayeden alınma ama bana sanki siz yazıp, yönetiyorsunuz hissi verdi...

 

 

Ben de filmi bulup, Pearl Jam'in solisti ve gitaristlerinden Eddie Vedder'in MUHTEŞEM müzikleri eşliğinde seyretmiştim.

 

Seyrederken, Hakan'ın hissettiği gibi yazıp yönetmekten çok, kendimi yabana doğru yollara vurmuş Christopher McCandless gibi hissetmiştim.

 

Hele filmin gerçek bir öyküden alındığını bildikçe sonunda ne kadar üzülmüş,

alıp sırt çantamı, yabana yolculuğunda tuttuğu notların altına sol eliyle Alexander Supertramp diye imza atan Christopher'ın yerine Alaska'ya gitmek istemiş, arkamda da bütün sevdiklerimden özür dileyen bir mektup bırakmak istemiştim.

 

Bu gece inimde,

tavanına fosforlu yıldızlar yapıştırılmış bir yatakta yatıyorum.

 

Yarın?

Yarını bilmiyorum.

 

Umarım kimseyi yalnız bırakmıyor;

kimseyi kızdırmıyorum...

 

Yalçın Supertramp  -  http://www.ergir.com

 

filmde elmayla konuşma:

- ben süper bir serseriyim;

sen de süper bir elmasın...

 

** ** **

- bir yerde okumuştum;

hayatta güçlü olmanın o kadar gerekmediğini,

ama güçlü hissetmenin ne kadar önemli olabileceğini...

 

       PANO'YA DÖNÜŞ