Şu Sevgi Dedikleri...
Radyo, Televizyon ve Internet Kardeşlerin Masalı
3 çocuğu olmuştu; ilk çocuğuna Radyo, ikincisine Televizyon, son çocuğuna da Internet isimlerini koymuştu.
Radyo “ağır abi”ydi; sanki hiç çocuk olmamış, direkt kocaman adam olarak doğmuştu. Az konuşur, öz konuşur, öyle yüz göz olmazdı.
** ** **
Kız kardeşi Televizyon ise, uzun bir aradan sonra gelmişti; onu sanki gezmeyi tozmayı seven bir leylek getirmişti. Televizyon, simsiyah saçlı, bembeyaz tenli, kısaca siyah-beyaz bir kız çocuğuydu.
Ağabeyinden nice sonra, ailede işlerin artık yavaş yavaş yoluna girdiği bir dönemde doğmuştu. Radyo Abi epey sıkıntılı dönemlerin çocuğuydu; yokluk, yoksulluk ondan sorulurdu. Onun zamanında komşu mahallelerde öyle büyük bir kavga çıkmıştı ki, ekmek mekmek bulunmaz olmuştu.
** ** **
Televizyon doğduğunda da öyle bolluk falan pek yoktu, ama işte mütevazı bir şekilde yuvarlanıp gidiliyor, sokağın varlıklısı gösterişten kaçıyor, dar gelirlisi Sümerbank’tan basma giyse de gururla tertemiz dolaşıyordu. Çocuklar özel güvenlikli yüksek duvarların ardında değil, hep birlikte aynı parkın kaydırağından kayıyordu, parola şifre girmeden sohbet ediyorlardı.
Televizyon sevgi çocuğuydu. Öyle parayla pulla bir işi yoktu, ama müsrif de değildi, Radyo Abisi kimi zaman kızarak ona tutumlu olmayı öğretmişti.
Okulda kurşun kalemi biterken, o bıdık kalemi tutabilmek için arkasını bir kamışla uzatıp, dibine kadar kullanırdı. Silgi desen, un ufak olmadan tedavülden kalkmazdı.
Maddi durumları ne olursa olsun, bütün arkadaşlarının aileleri, sabunları bitmeye yakın atmazlar, ufalmış öteki sabunlarla birleştirip büyütür, ellerini rengarenk kat kat oluşturulmuş sabunlarla yıkarlardı.
Tabii suyun bir damlası da boşa harcanmaz, hiçbir boş odada gereksiz ampul yanmazdı.
Okulda defterler hiç boş sayfa kalmayıncaya kadar kullanılır, hatta defter yarım kalmışsa ertesi sene sınıfta ters çevrilip öteki tarafından kullanılmaya başlanırdı.
Bir pantolon mu alınacak, mutlaka gerekenden daha uzun alınıp paçaları kıvrılır, gelecek senelerde de kullanılabilmesi sağlanırdı.
Acaba Televizyon’un arkadaşlarının arasında, ayakkabılarının tabanına eskimesin diye demir çakılmamış birisi var mıydı?
Kaç baba pençeyle; kaç çocuk yamayla, teneke kumbarayla tanışmamış, o kumbara deliği genişletilmeye çalışılırken kaç parmak kanamamıştı?
Sofrada yemek, hele ekmek artırılabilir miydi? Hem günahtı, hem de kırıntılar ardından ağlardı. Kimi zaman dizlerin üzerinde, ayıklanırken yere düşmüş bir pirinç tanesi aranırdı.
Diş macununun en sonunu babalar kullanırdı; o en dipteki macunu çıkartabilmeye öyle herkesin gücü yetmezdi.
Bunun adı “Yoksulluk” değildi; bu “Cimrilik” hiç değildi; illa iki insan arasında olması şart değil ya, bunun adı “Sevgi”ydi - ülke sevgisinin ta kendisiydi.
Televizyon her halde neşeli, hevesli, şarkıları da basit ve sevgi’liydi. Gönül tellerini içten sözler, genelde birlikte söylenebilen melodiler titretirdi.
Şu sevgi dedikleri yağmura benzerdi, durdurulamaz, vazgeçilemezdi.
** ** **
Bir gün bir erkek kardeşleri daha doğdu; ismi: “Internet” kondu.
Internet sahte bir bolluk, bir yaldız çocuğuydu. Simle kaplanmış bir dünyada WWW alfabesinin ilk üç harfiyken, ilk AL, sonra da AT okutulmuştu, KAT nedense unutulmuştu.
Oyuncak konusuna hiiiç değinmiyorum.
Cepleri sakızdan çıkmış artist kartlarıyla, renginden tanınan bozuk paralarla değil, bedavaymış gibi aldırtan, harcarken aldatan, manyetik - manyatik kartlarla doluydu.
Tüketiyor, tüketiyor, tüketiyordu.
Bir Allah’ın kulu da “Dur!...” demiyor, kanaat etmeye değil, tüketmeye teşvik ediliyordu.
Televizyon, kardeşine kıyamadıkça, ya da tutumlu olmayı öğretmeyi atladıkça, bembeyaz kağıtlar yazıcılardan tek nokta basılıp çıkıyor, koca peçetelerin uçları kullanılıp atılıyordu.
Böyle bir kavram dahi yoktu; “Yüzkitabı”nda kül bırakmayan, Ağ’da, dağlar - okyanuslar aşıp sörf yapan - yerinden kalkıp, boş yan odadaki ışığı kapatmıyordu.
Telefon faturalarındaki rakam, binde biri lüzumlu konuşmaların bedelini yansıtıyordu.
Bunun adı “Varlık” değildi, “Bolluk” hiç değildi; kıymet bilmeyi öğrenmemenin, öğretmemenin, kısaca “İsraf”ın ta kendisiydi.
Keşke sadece köprülerin altından çoook sular aksaydı; açık bırakılmış musluklardan da boşu boşuna çoook sular akıyor, yaşamdan cömertçe akıp giden zamana karışıyordu.
Ne yarışıysa artık, olan da, içmeye ayranı olmayan da, kendi çapında değil, çapının çok üstünde, hem de göstere göstere tüketiyordu.
Mahallede, yer gök çöp dolmuştu. Ekmek kırıntısı mı dediniz; kim bilir bol yıldızlı otellerin açık büfelerinden artanlar ne oluyordu?
Dağda taşta artık yeni bir Ardıç ağacı bile gözükmüyordu; çünkü Ardıç kuşları da, artık ardıç tohumu aramıyor, çöplüklerden idare ediyordu.
Sevgi zaten “tek kullanımlık” olmuştu; Internet “seviveriyor” - “atıveriyor”du.
Piller ayrı yere, camlar ayrı yere atılırken; sevgi en battal poşetlere dolduruluyordu.
Şu sevgi dedikleri yağmura benzerdi, ve bulutlar çoook uzaklara gitmişti.
** ** **
Bilge Radyo artık yaşlandı, kalım savaşında;
Televizyon, her dem alımlı, hep yaşamın farkında; mahallenin en güzel yıllarının anılarıyla, hala Münir Özkul’lu, Adile Naşit’li bir sofrada, şişenin depozitosunu ödeyen defterli bir bakkalda, hep birlikte söylenen bir Barış Manço şarkısında.
Internet ise yeni AVM kapılarında, her şeye sahip olma yarışında.
Hızlı almak, hızlı vermek, hızlı yemek ortamlarında, üretimsiz tüketim, emeksiz başarı arayışlarında.
Ardında iz kalmayacak, hiçbir kazıda ortaya çıkmayacak, paylaşımsız, hatta tek kullanımlık hafıza kartlarında.
** ** **
Ve aileyi yeni bir heyecan sarmakta: 4. çocuk yolda; kız da olsa olacak, oğlan da olsa, yeter ki adı: “Nefret” olmasa...
düş hekimi yalçın ergir http://www.ergir.com (bir Allah’ın kulu)
bir siyah beyaz Televizyon dönemi sevgi şarkısı – 70’li yıllar; bir yılbaşı akşamı: http://www.dailymotion.com/video/xedq8p_yasemin-kumral-yaymuru-durdurabilir_music
bir siyah beyaz Televizyon dönemi Müzikli Sunum masalı: http://www.dailymotion.com/video/xevomd_evet-sevdik-muzikli-sunum_music
** ** ** |