26 Ocak 2018'de güncellenmiştir
TÜM
FOTOĞRAFLAR YAZININ BİTİMİNDE YER ALMAKTADIR
(kaynak belirtmek kaydıyla
kullanılabilir)
Büyük Sinema;
1950’lerin, 60’ların Ankara’sında, yaşamın bu kadar içinde olduğu halde –
gelecek kuşaklara aktarılacak çok az bilgi kalmış efsane mekan.
“Son anlatabilenler”den dinlediğim bir zaman yolculuğu okuyacaklarınız.-
Efes gibi, Aspendos gibi, eski bir uygarlığın kültür kalıntıları arasında
dolaşmış gibi hissedecekleriniz.
Eğer o yıllarda - hele bir çocuk olarak - Ankara’da yaşadıysanız,
boyunuz yetmediği için o sinemadaki koltuğu kaldırıp ön kenarına oturduysanız
ve film başlamadan önce perdenin üzerindeki Turgut Zaim’in yaptığı “Çayda Çıra
Oynayan Kızlar” resmine hayranlıkla baktıysanız -
o koruyamadıklarımızı siz de buruk bir özlemle anımsayacaksınız.
- Dannnnnnnnnnnnn……
Gong sesiyle başlıyor filmimiz;
yazılar filmatik - hazır mısınız?
düş hekimi yalçın ergir
**
** **
Bir
“Büyük Sinema”mız Daha Olursa…
(Bir Ankara - Atatürk Bulvarı uygarlığı)
1940’lar;
Ankara, Yenişehir’e doğru büyürken ve memur ağırlıklı ailelerin evleri planlı
bir şekilde çoğalırken, Atatürk Bulvarı iki güzel sinemaya kavuşmuştu.
1939’da, şimdi Soysal Han olan yerdeki Ragıp Soysal Apartmanı’ndaki Ulus
Sineması ve 1943’de, İş Bankası iştiraki olarak Necatibey Caddesi’nin
girişindeki Ankara Sineması.
Ama Atatürk Bulvarı’ndaki en unutulmaz kültür rüzgarını, Kazım Rüştü Güven ve
kardeşi Hamdi Başaran’ın sahipleri olduğu Büyük Sinema estirecekti.
1949 yılının 15 Ocak’ında, Başbakan Hasan Saka ve kabinesi istifa etmiş;
hareketli günler başlamıştı. Böyle bir ortamda 17 Ocak 1949 günü, devrin
Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Büyük Sinema’nın açılışını yapmış ve ilk film olarak
da Bette Davis’in oynadığı “Zehirli Yalan”ı (Desception) gösterilmeye
başlanmıştı.
Ertesi hafta gösterilecek olan Gene Kelly’nin oynadığı “Üç Silahşörler”den (The
Three Musketeers)
–
kapanacağı son güne kadar Büyük Sinema’da oynayan tüm filmler dublajsız,
orijinal sesleri ve alt yazıyla oynayacaktı.
Kazım Güven, 1903 yılında, Erzincan depreminden önce Elazığ’a bağlı olan (Eğin)
Kemaliye’de doğmuş, Ankara’da faaliyet gösteren bir işadamıydı.
Sanata son derece bağlıydı ve daha önce operalar izlediği Viyana’daki Opera
Evi’nden, Milano’daki La Scala’dan çok etkilenmişti.
Ankara’da opera da sergilenebilecek, Avrupa’daki örnekleriyle yarışabilecek bir
kültür merkezi kurmak için yola çıkmıştı. Bu konuda mimari projeyi, ufku son
derece geniş bir Yüksek Mimar olan Abidin Mortaş yapacaktı.
20 Mayıs1940’da kurulan Devlet Konservatuarı mezunlarının henüz yetersiz olduğu,
Sergi Evi’nin 23 Nisan 1948’de Carmen’le açılarak Opera’ya dönüştüğü
ve Ankara Halkevi’nin hala faal olduğu bir dönemde, Muhsin Ertuğrul’un
telkiniyle,
sanatsal tercih: “özel bir opera ortamı” yerine, “bir sinema salonu”
olarak değişecekti.
** ** **
Sahnenin ve sahne arkasının genişliğiyle, 1550 kişilik cilalı maroken
koltuklarıyla, deri kaplamalarıyla, onlarca projektörüyle, salon koltuklarının
arkasında tam ortada yer alan büyük “misafir locası”yla, yanlarındaki dörder
küçük “müşteri locaları”yla, bozkırın ortasında, Avrupalılara parmak ısırtacak
opera havasında bir sinema salonu yeşermişti.
Her pazartesi yeni bir film başlıyor, kırmızı halılar seriliyor, çoğu memur
tiril tiril giyimli hanımlar, beyler, görkemli pazartesi galaları için Büyük
Sinema’ya geliyorlardı.
Zaten o memurlar, akşam iş çıkışlarında Sıhhiye’den Bakanlıklar’a kadar “5 turu”
atanlar, boyuna selamlaşmaktan, bir türlü şapkalarını başlarına takamayanlardı.
Binanın Atatürk Bulvarı’na bakan ön yüzünde zemin İzmir mermeri, üst kısımlar
ise Eskipazar traverten taşı ile kaplanmıştı. Bulvar tarihine tanıklık edecek bu
taşlarda, ters lale şeklinde oymalar vardı - ki, lale deseni, sinemanın balkona
çıkan merdivenlerindeki ve bekleme salonundaki demir aksamda da yer alacaktı.
Bulvara bakan abanoz giriş kapılarının yanlarındaki camekanlarda Gelecek
Film’den ve Gösterilen Film’den fotoğraflar yer alırken, giriş holünde sağlı
sollu iki bilet gişesi – Pek Yakında gösterilecek filmlerden fotoğraflar vardı.
Ardında da parter (salon) bekleme holü yer almaktaydı.
Bekleme salonun tepesindeki muhteşem avizenin bir kardeşi de yeni yapılan Opera
Binası’ndaydı. Opera’daki avize bir kültür mirası olarak günümüzde de sanatımıza
ışık tutmaktadır.
Büyük Misafir locası’na biletli seyirci alınmazdı. İsmet İnönü’nün film
seslerini daha iyi duyabilmesi için içeriye portatif, özel bir hoparlör tesisatı
yapılmıştı.
1950’den sonra Demokrat Parti iktidar olduğunda, o locaya genellikle Pazartesi
akşamları İsmet İnönü, bazı Perşembe akşamları da Adnan Menderes film izlemeye
gelirdi. Meclis Başkanı Refik Koraltan da locanın müdavimlerindendi. Yabancı
devlet adamları için de o loca açılır, sinema çıkışında genellikle Kazım
Güven’in sinemaya bitişik, Büyük Sinema’dan 2 sene sonra inşa edilmiş Büyük
Apartman’daki evine gidilirdi. Hamdi Başaran, Büyük Apartman'ın 3. katında
otururken, Kazım Güven'in dairesi 4. kattaydı.
Çankaya’daki Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde film gösterme makinesi vardı ve dönemin
Cumhurbaşkanı Celal Bayar izleyebilsin diye Büyük Sinema’da oynayan filmler
oraya da götürülürdü.
Atatürk Bulvarı’nda oturan Fatin Rüştü Zorlu, ya da Hasan Polatkan, genellikle
18:30 matinesine bilet alarak Büyük Sinema’nın balkonundan film izlerlerdi.
Hasan Polatkan sinemanın temiz ve bakımlı olmasının baş takipçilerindendi. Ara
sıra Cumhurbaşkanı Celal Bayar aracını Büyük Sinema’nın önünde durdurur,
torunları için filmin başında Miki olup olmadığını sorardı.
Büyük Sinema’nın ilk açıldığı yıllarda, film başlamadan önce genellikle başta
İngiltere yapımı “Dünya Haberleri” yer alırdı. O zamanların makinist yardımcısı
İlhami Tuncay 2011 yılında, bu filmlerde izlediği Kraliçe Elizabeth’in düğün
sahnesini bir düş hekimine o günkü heyecanıyla anlatacaktı.
Yine film öncesinde, Basın Yayın’ın hazırladığı bir Haber Filmi konurdu. Yıllar
sonra filmlerin başına Ziraat Bankası’nın hazırladığı “Haftanın Aktüalitesi"
konacak, Ankaralılar Mithat Paşa Stadyumu’ndaki maçlardan görüntüleri Orhan
Ayhan'ın anlatımında izleyebileceklerdi.
O zamanki filmler son derece yanıcı olduğundan, bazen benzin gibi parlardı; bu
yüzden makinist dairesinde kesinlikle sigara içilmezdi. Kopan filmler
izleyicilerin “Makiniiiiiiiist!” bağırışları, ıslık şamataları arasında asetonla
yapıştırılırdı.
5 Dakika Ara’da makinist dairesini merak edip içeri girebilen seyirciler en çok
Gong’un nasıl bir şey olduğunu sorarlardı. O, 5 Dakika Ara’da holdeki büfede,
siyah beyaz artist fotoğrafları önünde, yaldızlı kağıda sarılı Frigo Buz’lar,
soğuyamamış Fruko’lar, içine leblebi atılacak gazozlar, alüminyum kapaklı cam
şişeli sular satılırdı.
1950’li yılların ortasında yanmaz filmler devri başlayacak, yine o sıralarda
delikli beyaz perde, daha büyüğüyle değiştirilip, sinemaskop hale getirilecekti.
İlk 3 boyutlu filmler de, o 1960 öncesi senelerde, motorları aynı anda
çalıştırılan çift projeksiyon makineleri – basit ama özel gözlüklerle, Büyük
Sinema’da Ankaralılarla tanışacaktı.
Büyük Sinema’nın kırmızı kadife perdeleri iki yana açılırken, Ulus
Sineması’ndaki dalgalı deniz gibi sarı perdesi yukarıya doğru açılırdı. Akustik
sinema salonunun tavanında ise beş adet yuvarlak demir desenli kafes ve şeffaf
menşurlar vardı. Sahne arkasında, konserlerde kullanılan Gavo kuyruklu piyano
yer alırdı.
Perdenin üzerinde yer alan Turgut Zaim’in, Kemaliyeli Kazım Güven için yaptığı,
bir Elazığ oyunu olan “Çayda Çıra Oynayan Kızlar” tablosu vardı. Bu tablonun bir
kardeşi “Orta Oyunu” da, yine Turgut Zaim imzasıyla yeni Opera’nın antraktında,
öteki kardeşi “Yörük Kadınların Resmi” de Küçük Tiyatro'da yer alıyordu.
Çayda çıra oynayan kızlar, ne yazık ki hiçbir müzede yer alamadan yıllar sonraki
yangında yok olacaktı.
Büyük Sinema’nın kuruluşundan 1964 senesine kadar orta katta “Madam” olarak
bilinen bir Beyaz Rus: “Larissa Marika”nın işlettiği Büyük Pastane vardı.
Madam Larissa, güzeller güzeli, son derece asil bir hanımdı. Genç kızlara hep
sade olmalarını, aşırı makyajdan kaçınmalarını öğütlerken, Büyük Pastane,
Yenişehir’in Özen Pastanesi, Boğaziçi Pastanesi ile birlikte en gözde buluşma
mekânlarındandı.
Madam Larissa, Baba Karpiç (Karpiçesko)
ve Süreyya ile birlikte, Ankara’nın mutfak sektöründe iz bırakmış 3 Rus’tan
biriydi. Madam, daha sonraki yıllarda Kavaklıdere Sporting Kulübü’nün mutfağını
çalıştıracak, ardından da 70’li yılların başında İlbank Blokları’nın altında,
“Madam’ın Yeri” isimli kendi unutulmaz lokantasını açacaktı. Madam’ın gitmesi,
Büyük Sinema’nın havası için bir kayıptı.
Önce Kazım Güven, sonra da kızı Ayşe Güven Ağalar, Madam’a son nefesine kadar
hep destek olacaklardı.
Büyük Pastane’nin parter bekleme holüne bakan kısmında Turgut Zaim ve Nurettin
Ergüven’in ortaklaşa yaptıkları uzun "Saadabad" tablosu yer almaktaydı. Adı öyle
konmamış da olsa, Büyük Sinema, Ankara’da sahip çıkılması gereken bir Kültür
Sarayı’ydı.
** ** **
Büyük Sinema’da 3-4 gün süren parti toplantıları da olurdu. Bu toplantılar
Cumhuriyet Halk Partisi için ”Kurultay”, Demokrat Parti için “Kongre” olarak
tanımlanırdı. Bir keresinde bir CHP’li delege, Büyük Pastane’de İnönü’nün kahve
içtiği telveli fincanı 50 liraya anı olarak Larissa’dan satın almıştı. 60’lı
yıllarda Adalet Partisi’nin, Güven Partisi’nin kongreleri de Büyük Sinema’da
yapılacaktı.
Büyük Sinema biletleri kombine olarak da satılırdı. Salonun en ön sıraları, yani
Duhuliye: 1 lira, Salon: 1,20 lira, Balkon: 1,25 lira, 4 sandalyeli Loca: 5
liraydı. Yani 4 kişilik bir aile, aynı parayla doyulmaz loca keyfini
yaşayabilirdi. Başbakan Menderes izin vermediği için sinemanın bilet fiyatları
senelerce hiç artırılmamıştı; sonuçta fiyatları artırabilmek için başbakana
telgraf çekilmişti.
Büyük Sinema’nın önünde uzun bilet kuyrukları eksik olmazdı. Biletler genellikle
karaborsaya düştüğünden, fırsatçılar sıranın en sonunda “bilet var…”, ya da o
zamanın üniversite kimliği olan “şebeke, şebeke, şebeke..." diye dolaşırlardı.
Kimi zaman Atatürk Bulvarı’nda yan yana, ama zıt yönlere ilerleyen, 50-60’şar
metrelik iki kuyruk olurdu.
Piknik’ten çıkıp, Büyük Sinema’ya gitmek için bilet kuyruğuna girenler ve
Büyük Sinema’dan çıkıp, Piknik girişindeki sarı Carpigiani dondurma makinesinden
spiral dondurma almak için kuyruğa girenler.
Büyük Sinemada özellikle yaz aylarında tiyatrolar da sergilenirdi. Reşit Gürzap,
Vasfi Rıza Zobu, Bedia Muvahhit, Melahat İçli, Gülistan Güzey gibi
sanatçılarıyla İstanbul Şehir Tiyatrosu, Büyük Sinema’da iz bırakanlardandı.
Münir Nurettin Selçuk, Ankara’da sadece Büyük Sinema’da konser verirdi.
Geleceğin büyük sanatçıları olacak Nesrin Sipahi ve İnci Çayırlı da kendisine
eşlik ederdi. Konserden sonra mutlaka Kazım Güven’in Büyük Apartman’daki evine
gidilirdi.
Kazım Güven, Zeki Müren’i çok severdi. Hep yabancı film oynattığı, yerli
filmleri ayrıca işlettiği Gölbaşı Sineması’nda oynattığı halde, yerli film
olarak bir tek Zeki Müren’in filmlerini oynatırdı. Zeki Müren, konser sonrasında
evdeki yemekte: “Filmdeki Zeki Müren’in sahicisini getirin, evleneyim…” diye
Kazım Bey’e takılırdı..
Zülfü Livaneli, “Sevdalım Hayat” kitabında bir çocukluk anısı olarak,
babaannesiyle birlikte gittikleri Büyük Sinema’daki bir Zeki Müren konserini
anlatır: Arka sıralardan bir seyirci, iki şarkı arasında “Zekiye Abla” diye
bağırmıştı. Zeki Müren ise o düzgün diksiyonu ile “Sahneden yüzünüzü görmem
mümkün değil, ama seslenişinizden çok kibar bir beyefendi olduğunuz sonucunu
çıkarıyorum efendim!” demişti. Seyirci de bu sözleri alkışlamıştı; çünkü bu tip
saldırgan tipler, o zamanlar toplumda soluk aldırmaz şekilde ortalığı
kaplamamıştı.
Zeki Müren’den, Behiye Aksoy’dan, Dario Moreno’dan başka, Büyük Sinema’da konser
verip soluğu Kazım Güven’in evinde alan Mark Aryan, Sylvie Vartan – Johnny
Hallyday (2 kere), Dizzy Gillespie, Dave Brubeck, Pepino di Capri gibi yabancı
sanatçılar da vardı. Tam konser öncesinde yırtılan Pepino Di Capri’nin
pantolonunu, Kazım Bey’in o sırada öğrenci olan kızı Ayşe dikecekti.
Ünlü caz eleştirmeni Cüneyt Sermet, o sıcak konserde cazın dükü Duke
Ellington’un hatalı notasını vurgularken, Dizzy Gillespie de Süheyl Denizci’ye
“bir eğitim almadığı için trompeti yanağını sonuna kadar şişirerek çaldığını”
anlatıyordu. Ankara’daki bir sinema salonundan, kestane ağaçlı kaldırımlara,
modern caz’ın, be-bop’un notaları dağılıyordu.
Cem Karaca’nın, Barış Manço’nun konserlerinde, sadece salon değil, çıkış
koridorları bile adam almıyor, bazen koridordaki camlar kırılıyordu.
** ** **
Evin konukları arasında, Atatürk Bulvarı’nın karşı kaldırımında, şimdiki Divan
Pastanesi’nin olduğu köşedeki ev, yakın dostu Vehbi Koç'undu.
Kazım Güven’in kardeşi 1956’da HABAŞ’ı kuran Hamdi Başaran’dı. Hamdi Başaran gaz
alanında büyük hamleler yaparken, Kazım Güven, Mersin’de narenciye alanında ve
kalıp buz işlerinde büyük yatırımlar yapıyordu. Kazım ve Hamdi kardeşlerle arada
bezik oynayan Vehbi Koç onlara:
- Biriniz havadan, ötekiniz sudan para kazanıyorsunuz… diye takılırdı.
Narenciye alanındaki ilk seracı, ilk aysbergci, ilk Packing House’cu Kazım
Güven’in Mersin’deki modern fabrikasının açılışını Başbakan Adnan Menderes
yapmıştı.
Öyle bir evdi ki Kazım Güven’in evi, 1956’da Life dergisi, evde dünyanın 4.
büyük porselen koleksiyonunun yer aldığı haberini yapıyordu. (Kazım Güven,
1967’de Büyük Sinema’da “Neşeli Günler” adıyla oynayacak “The Sound of Music”
filminin geçtiği Avusturya malikanesindeki tüm porselenleri de satın alacaktı).
Kapının önünde son model Cadillac araba yer alırdı. Şoförlüğünü önceleri Nazmi
Efendi, sonrasında da Fevzi Çakmak’ın eski şoförü olan Hasan Efendi yapardı.
Evde her birine ayrı Alman Dadı düşen çocuklar: Mehmet, Osman ve Ayşe Güven, bu
saray havasında büyürlerken, sanki siyah beyaz bir Yeşilçam filminin ta kendisi
yaşanıyordu.
** ** **
Büyük Sinema’da sadece İstanbul Şehir Tiyatroları yer almamıştı; Muammer
Karaca’dan, Dormen Tiyatrosu’na, Yıldız - Müşfik Kenter’den, Zeki Alasya – Metin
Akpınar’a kadar pek çok tiyatro da o muazzam sahnede Ankaralılarla buluşacaktı.
Metin Akpınar yıllar sonra “Senin öyle bir baban vardı ki….” diye başlayarak,
Kazım Amca’nın onlardan nasıl sevgiyle para almadığını, kızı Ayşe Güven Ağalar’a
anlatacaktı.
Altın Mikrofon yarışmalarının da, Milliyet Gazetesi’nin düzenlediği Liselerarası
Müzik Yarışması’nın da mekanı olmuştu Büyük Sinema.
Ankaralı kaç kuşak, sinemanın, müziğin, tiyatronun, konserin alasını –
hem de sanatçıların modası geçtikten sonra değil, hepsi o sırada şöhretlerinin
zirvesindeyken tatmıştı.
Büyük Sinema’dan bahsederken, "Ali Baba Oyun Salonu"ndan, balkona çıkan
merdivendeki büyük Hamsiköy fotoğrafıyla "Hamsiköy Karadeniz Pidecisi"nden, "David
Gömlekevi"nden, (1964'den, günümüze) "Şapkacı Ümit Gürses"den, "Örücü
Arif"den, Erdal Öz’ün "Sergi Kitabevi"nden, komşu "Meram Pastanesi"nden
bahsetmezsek eksik kalır.
Aradan yıllar geçip, 1970’li yıllara gelindiğinde, ülke yeni bir yüzle
tanışacaktı: Televizyon.
Ve sinemaya sahip çıkan da olmayınca, salonlar gittikçe boşalacak, ortalığı
katil yosun gibi abuk film furyaları saracaktı. 1972’de gösterilen Aşk Hikayesi
(Love Story) artık son izdiham olan filmlerdendi.
Kalite artık soluk alamazken, sinemanın son konserini Alpay ve Lale Akad
verirken,
can simidi olabilecek destek de esirgenirken,
boşalmış sinema salonları birer ikişer kapılarına kilit vurmaya,
İşhanlarına dönüşmeye başlamıştı.
Ankara Sineması, 1969’da Ulus Sineması derken - Büyük Sinema da önce 1976’da
eski makinisti, sonraki müdürü İlhami Tuncay’a kiralanacak –
o da direnemeyince, Haziran 1978’de Ankaralılara sessiz sedasız
“Allahaısmarladık…” diyerek, kuyumcularıyla, gelinlikçileriyle bir iş hanına
dönüşecekti.
O kadar sağlam yapıldığından, yıkım işleminde çok zorlanılacaktı
Kazım Rüştü Güven 1980 yılında, Hamdi Başaran ise 1987 yılında vefat edecek;
1997 Mart’ında iş hanında çıkan yangınla da, Çayda Çıra Onayan Kızlar dahil son
anılar da yanıp kül olacak - dumanları uzun yıllar önce Bahçelievler’de
Firavun’un Laneti oynarken yanan Renkli Sinema’nın dumanlarına karışacaktı.
Kim bilir; belki de büyük yangın, o büyük yalnızlıkla baş başa kalmış Çayda Çıra
Oynayan Kızların elindeki mumlardan çıkmıştı.
İş hanı esnafının işsizlikten çok sıkıntılı günler geçirdiği 2011’li yıllara
gelindiğinde ise, bu efsane mekan artık tamamen belleklerden çıkmış olacaktı.
** ** **
Mimar Sinan’ın Selimiye Camii’nin ortasındaki sütuna işlediği “yere bakan” bir
ters lale figürü vardır. Halk arasındaki söylentiye göre, o lale her sene biraz
daha aşağıya hareket etmektedir. Yere değdiğinde kıyametin kopacağına inananlar
bile vardır.
Yolunuz Atatürk Bulvarı’na düşerse;
değil selamlaşa, selamlaşa –
omuz vura vura yürüyen kalabalığın arasından
Büyük Çarşı’ya varın.
Durup, binanın ön cephesindeki,
“kimsenin dönüp de bakmadığı”,
yürek yakan ters lale motiflerine bakın.
Boynu bükük laleler yere değmeden,
“Dile gelip konuşmaları”nı beklemeden,
bize emanet son lalelerimizi dinleyin
ve bir şehir olarak,
koparttıklarımızın arkasından ağlamak yerine;
bir Büyük Sinema’mız daha olmasını dileyin.
Bir "Büyük Sinema"mız daha olursa,
bu sefer nasıl kıymetini bilip koruyacağımızı,
bu sevgiyle, gelecek kuşaklara aktarabileceğimiz,
göğe bakan lale bahçelerini düşleyin…
düş hekimi yalçın
ergir 16
haziran 2011 - Ankara
5 Dakika Ara...
öteki Ankara - Atatürk Bulvarı Belgeseli: Piknik
http://www.ergir.com/Piknik.htm
diğer Ankara Belgeselleri:
http://www.ergir.com/belgeseller.htm
büyük sinema ile büyümüş olmanın, pek çok detayına tanık olmanın dışında;
bilmediklerimi bana öğreten, paylaşabilmemi sağlayan aşağıdaki kaynaklara,
teşekkür ve hep sevgilerimle - düş hekimi yalçın ergir
*
http://www.ergir.com
**
ayşe güven ağalar ve hakkı ağalar
ilhami tuncay ve nüket tuncay
reşat, leyla & gülen önat
eren önat
yavuz aydar
erdoğan davran
ümit gürses
nihat ciğer
uğur kavas
vekam
mehmet ertüzün
aydın kılcıoğlu - mimarlar odası ankara şubesi kent izleme merkezi
zeynep yıldız - mimarlar odası ankara şubesi kent izleme merkezi
zülfü livaneli – sevdalım hayat kitabı
altan öymen – değişim yılları kitabı
abidin mortaş – arkitekt dergisi
gülseren mungan yavuztürk – koleksiyoncular derneği yayını
suavi aydın, kudret emiroğlu, ömer türkoğlu, ergi özsoy – küçük asya’nın bin
yüzü: ankara kitabı
cemil eren - ayorum
milliyet gazete arşivi
http://www.ergir.com
|