MEĞER BU
KADAR ÖZLENMİŞKEN...
Yakında bir üniversiteye,
öğrencilere konuşma yapmak için davet edilmiş bir
konuşmacı,
belki de bir kırmızı kamyonla
yanaşır amfinin kapısına.
Bir masa, dört sandalye,
tenceresiyle kuru fasulye, tahta pilav kaşıkları
taşınır içeriye -
"Hep birlikte; sadece
birbirine bakıp, birbiriyle konuşarak yemek nasıl
yenir?" anlatılabilsin diye.
Belki bir inşaattan alınmış
tahtalardan, rulmanlardan yapılmış bir tornet
götürülür kamyonun kasasından amfiye -
"Pazara gidip bir şeyler
taşımanın nasıl muazzam bir keyfe dönüşebileceği"
lafta kalmasın diye.
Masaya taşınan çuvalların
içinden bir çift örgü de çıkabilir -
"Emeğin, sevgi'yi nasıl sarıp
sarmalayabileceği" tatbiki olarak gösterilsin diye.
Ya da bir pazar filesi
çıkartılıp konur kürsünün üzerine, bir kumbara ile
birlikte -
"Tutum Nedir? Yenir mi, içilir
mi?" - anlatılabilsin diye.
Ya da o kırmızı kamyondan,
ipten bir salıncak - kocaman, kurumuş bir ağaç
çıkartılabilir,
bu haliyle bile işe yarasın,
günün birinde betonların arasında bulunabilirse, ya
da bir müzede izin verilirse -
"Ağaca nasıl tırmanılır; daha
önemlisi, nasıl inilebilir?" ilk kez anlatılabilsin
diye.
"Dokunmanın da bir kimyası
vardır; ya kesseler dokunamazsın, ya da kazma
kürekle ayrılamazsın..." diye başlanıp, Barış Manço
şarkıları eşliğinde dokunmak anlatılabilir nefes
nefese,
mesaj seslerinin kapatıldığı o
öğle tatilinde, koşa koşa gidecekleri Kimya
derslerinin öncesinde.
Ve upuzun "bir yastık"
çıkabilir yine;
iki yanı yorgan rengindeki
parlak saten başları, işlemeli sakız gibi beyaz
patiska kılıfı,
gerçek yün ya da gerçek
pamukla dolu salaşpuru, mermerşahisi ile birlikte -
"Bir yastıkta kocamanın,
birbirine sarılarak uyumanın" fiziği anlatılabilsin
diye.
Bazen hiç farkında olmadan çok
hassas konulara değiniyor insan.
Bu, hiiiç farkına varmadan
Mahalle yazısında da,
2 gündür gazetelerde,
üniversite amfisinde, elde upuzun "bir yastık" -
bir özlemin öğrencilere
anlatılmasının haber
oluşuna bakıyorum.
Hiç farkına varmadan, dünyayı
kurtarma planları yapmadan, o öğrencilerle
konuşurken,
ruhun
köşelerinde saklambaç oynayan bir konuya değindiğimi
anlıyorum.
ama özetle; 2012'de telaşlar
içinde kaybolmuş sözel büyükler, sayısal gençlere:
"bir
yastıkta kocayın..."
"kavga da etsen eşinle, yatağı terk etmeyeceksin..."
diye öğütlemese de -
"baş
konan yastığa oturulursa yüzde çıban çıkar..." diye hurafelerle ürkütmese de -
Sevgi'ye özlem duyanlar, o kadar da
yalnız değillermiş meğer.
Aksi sanılsa da, 2012'ye
gelindiğinde, bunları dinlemeye talip olanlar:
çocukluktan gençliğe geçenler,
"bir yastık"ı hiç bilmeyenler
-
"küstüm yastığı"ndan başka yastık
görmemişler.
Umarım
her sene o amfiye çoğalarak gelinir;
umarım
yakın gelecekte
sevgi'yi o kadar özlemiş büyüklere:
"bir yastığa
baş koymaları, kavga da etseler yatağı terk
etmemeleri" -
gençler
tarafından öğütlenir.
Umarım Bilkent Üniversitesi'nce
seneye yine bir toplantı düzenlenir.
Umarım o
toplantı bir amfide
değil, şehrin dışında -
yıldızların görülebildiği bir
karanlıkta gerçekleşir.
İlkyaz ise, belki de sırt üstü yatarız
hepimiz.
Bu kadar özlenmiş - çokluğu
fark edilmemiş,
ışıklı bir şehirde, bin ışık
yılıdır görülmemiş,
gerçek yıldızlara bakarak
sohbet eder,
belki sessizce ortak düşlere
dalıp giderek,
belki
"ben bilirim"i
söyleyerek geri döner -
bir amfinin, ya da teknoparkın
önündeki
"kırmızı kamyon parkı"nda
ineriz;
** ** **
bir yastık sohbeti:
http://www.ergir.com/yandim_aysem.htm yazısından:
BİR YASTIK SAVAŞI KAYBETTİRİLSE
BİLE
Kaç yaşında olursanız olun, kalan
armağan ömrünüzde,
gıcır gıcır gıcırdayan dar bir
yatak,
iki başı saten, yatay “bir
yastık”,
ayağa göre uzatılacak bir yorgan,
her sabah birlikte uyanacak,
son nefese kadar sarılıp uyuyacak,
ortak düşler kurup, kurduracak,
mütevazı yaşamı paylaşacak bir
“yar” dileği ve
Ayşe’lerimize, Mehmet’lerimize hep
sevgilerimle…
(çağ dışı) düş hekimi yalçın ergir
... kavga da etsen eşinle, yatağı terk etmeyeceksin…
ÖNCESİNDEN
|