fondaki koro: or'da, bir köy var uzakta (bir dağ masalı filminden)

münir ceyhan çocuk korosu / söz: ahmet kutsi tecer

(ActiveX denetimlerinin çalışmasına izin vermeniz gerekebilir)

 

 

 

 

 

o yıllarda çocuk olunca; ortamını bulunca...

(beş parçaya bölünmüş öykü)

 

 

öykü - 1:

 

- … mahallemize gelen simitçinin tablasında bir de zil vardı; çocuklar uzaktan duyardı gelişini.

 

Alabilecek 25 kuruşunuz yoksa beşe böler, 5 kuruşluk satardı;

böylece canı çok çeken de yiyebilirdi o mis gibi simidi.

 

Sokak kedilerini, köpeklerini de besleyen bir simitçiydi;

o zilin sesi sokağın ucundan duyulduğunda, çoluk, çocuk, kedi, köpek, koşa koşa karşılardı kendisini…        

 

Bunları anlattığı sırada bir Yargıtay üyesi değil, cebinde beş kuruşu kalmamış öteki dört arkadaşıyla birlikte simit yiyen bir çocuktu sevgili Mustafa Demirdağ.

 

Bir simitçi nasıl olabilirdi zaten 1950’lerde, 1960’larda doğmuş çocukların dünyasında –

bir futbol takımı amigosu (Eskişehirspor amigosu Orhan) Mersin İdmanyurdu deplasmanı öncesi taraftarlara gazetede bildiri yayınlayıp:

 

- “Bu ay kış ayıdır. Odun, kömür alınacak, sobalar kurulacak, kışlık erzak temin edilecek; Mersin’e gidip paralarınızı tüketmeyin…”     derken?

 

 

öykü - 2:

 

Bir bisikletin fren izi gibi, yüreğinde yılların derin izini taşıyan bir hanımdı. Ortamını bulmuş, daha güzelleştiren kırış kırış gözleriyle, tek damla gözyaşı damlamadan anlatmıştı:

 

Küçük bir kız çocuğuydu.

 

Gözlerini kısmış, bisikletiyle o zamanlar bomboş olan Necatibey yokuşundan aşağıya uçarak iniyordu.

 

Okuduğu Sarar İlkokulu’nun az ötesinden yatarak sola dönüyor; acı bir frenle, sokağa siyah silgiyle silinmiş bir satır gibi iz bırakıyordu. Ardından Cihan Sokağı’ndaki evlerinin önünde duruyordu.

 

Sonra dayayıp duvara bisikletini, arkadaki kömürlüğün üzerinde, mahallenin yakışıklısı Alpaslan Abi'nin penceresine baka baka ip atlamaya başlıyordu.

 

Her zaman yara bere içerisindeydi. Dizlerinde kabuk, pantolonunda sökük eksik olmayan bir kızdı. Annesinin kışkışlayıp, çamaşırlarını astığı o kömürlüğün üzerinde, penceredeki gitar çalan gölgeyi ararken aşağıya düşmüş, yıldızları görmüş: “Herhalde öldüm...” sanmıştı.

 

Ve bisikletinden rahatsızdı birileri.

 

Küçük bir kız çocuğunun kanatlı atından şikayet vardı annesine; istemiyorlardı bu huzur kaçıran demir atı nedense. Dedim ya; birileri bayağı rahatsızdı işte.

 

Okuldan dönmüştü; kilidi bozuk çantasını fırlatıp atacak, kanatlı atına atlayacaktı.

 

Bir kamyonet hareket etmişti evlerinin önünden, kasasında da bisikleti duruyordu.

 

N’oluyordu?

 

O kamyonetin arkasında koşmaya başladığında - yüzlerce kilometre uzunluğundaki Cihan Sokağı’nda, komşularının kapalı perdesi aralanıyordu.

 

O gün, o an, oracıkta büyümüştü.

 

- Bu bisiklet gidecek” dedi baban; yine şikayet geldi…     diyordu annesi.

 

Hiç ağlamadı.

 

Ne tek bir damla gözyaşı aktı gözlerinden;

ne de “bisiklet”e dair tek bir söz çıktı ilerideki yıllarda ağzından -

 

ta ki bir başka yüzyılda bunları küçük bir kız çocuğu gibi anlatacağı

ve anlaşılacağı o ortamı buluncaya kadar…

 

 

öykü - 3:

 

Saçlarında beyazlar, Depreme Dayanıklı Bina tasarımı konusunda uzmanlaşmış bir İnşaat Yüksek Mühendisiydi sevgili Cahit Kocaman. Bir yazının ekinde, bir tornet planı gelmişti.

 

Aslında bir plan posta kutusuna düşmemişti

bir mühendis atlamış rulman tekerlekli tornetine

asfaltta öteki tornetlerle cayırtılar koparken,

masumiyet yıllarına doğru yollara düşmüştü.

 

Depreme dayanır, buna dayanamazdı. Kolları sıvayacak; gelen tornet planını detaylandırıp, ölçülendirme, şasesini sağlamlaştırmaya çalışacaktı.

 

Artık o bilgisayarın başında, beli lastikli kısa pantolonu;

cebinde taşlaşmış kareli mendiliyle bir çocuk oturmaktaydı.

 

 

öykü - 4:

 

Koca adamdı; kalıbına bakan uzayı kurtaracak sanırdı.

 

Oturup bir kalasa çiviler çakmış, iki ucunda daha büyük çivilerden kaleler yapmıştı.

 

İşaret parmağıyla bronz bir 5 kuruşa fiskeler vurarak gol atmaya çalışıyordu.

 

Küresel kriz raporları açıklanıyor, kart ödemeleri yaklaşıyor -

o ise taca çıkmış 5 kuruşu, kenardan mancınık gibi sahaya atıyordu.

 

Nasıl allak bullak olmuştu bir gün ablası büyüdüğünde - artık onunla oynamak istemediğinde?

 

Bir fiske, iki fiske, hooop bir fiske daha;

kendi kendine beş kuruşu çivilere çarptırıp, çınlatarak goller atıyordu.

 

Beş dakika sonrasını kestiremese de, o anda (yani geçmişte),

beş kuruşluk servetiyle yeniden varlıklı ve müthiş mutluydu.

 

 

öykü - 5:

 

Oğlunu doktora getirmişti.

 

Muayene bitmişti, gidebilirlerdi; ama gidemiyordu. Oğlu ona bakarken, o dalmış, o çakılmış kalmış, fotoğrafının çekildiğini bile fark etmeden orada duran Tommiks’i okuyordu.

 

Acaba o sırada Teksas’ın ilk sayısında yer alan Rodi’nin öldürülen babasının isminin İhtiyar Lassiter olduğunu hatırlıyor muydu?

 

Önünde bir top sekse peşinden koşacak, ip atlansa dalacak,

bir taşa vursa sekerek bir daha vuracaktı.

 

Hamileliğin kadını erkeği yoktu; herkesin içinde bir çocuk vardı;

ortamını bulduğu anda, o çocuk hemen bir tekme atıyordu.

 

O çocuk hiç doğup kirlenmiyor, kendince saklambaç oynuyor;

hiç umulmadık bir anda düşler gelip buluyor,

pat diye “sobe” diyordu...

 

** ** ** ** ** ** ** ** **

 

öykü - 25:

 

Biz mahalle arkadaşım Soprano Leyla Çolakoğlu ile birlikte

simidi beşe değil - susamlara böldük.

 

3 Mart 2012’deki 10. “evet; sevdik…”te,

farkında olmasalar da her daim çocuk kalanlarla,

bu öyküleri değil ama böyle öyküleri, böyle şarkıları, yine coşkuyla paylaştık.

 

Konu 1950’lerin 1960’ların mahallelerinde geçen çocukluk olunca:

 

zemheri de olsa

tipiden, buz pisti yollardan dışarı çıkılamasa da

dün'cellenip, sahnede “10. defa” sunulsa da

"her" yaştan çocukların yine koşa koşa gelip salonu doldurduklarına,

gözyaşlarına, sahnedekilerin değil, izleyenlerin bis yapışlarına,

hep birlikte coşkuyla eski okul şarkıları söyleyişlerine tanık olduk.

 

Ve bu konuda bir tılsım;

bu işin içinde bir düş

(ama ne düş) olduğunu,

onuncu defa anladık...

 

düş hekimi yalçın ergir -  http://www.ergir.com

 

 

T.C. DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI mensupları eşlerinin dayanışma derneği DMEDD'e

(başta sevgili Canan Koru, Cihan Erkula, Simay Gümrükçü & Berna Aydın olmak üzere)

kalp dolusu sevgilerimizle...

 

Leyla Çolakoğlu & Yalçın Ergir       

 

   

 

3 Mart 2012 - Ankara Palas "evet; sevdik..." görselleri:

http://www.ergir.com/2012/bu_isin_icinde_bir_dus_var.htm

 

 

“evet; sevdik’in tüm masal yolculuğu:

http://www.ergir.com/evet_sevdik.htm

 

 

Milliyet Gazetesi'nden Güngör Uras’ın köşe yazısı:

http://www.ergir.com/2012/Gungor_Uras_Milliyet_Gazetesi.htm