3 KIZ, 1 ANA
bir halk türkümüzün ham (ama
tam) kaydı
- Sabahattin yaa, muayenehaneden
çıktığımdan beri “Üç Kız Bir Ana”yı dinliyorum; dokunsan
ağlayacağım, keşke sana da dinletebilseydim.
- Ne kadar buruktur onun sözleri,
ezgisi; n’olmuştur da bu üç kızla anası bir dama çıkmış,
yana yana ağlamaktadırlar?
- Biraz Güvenpark’ta oturalım mı?
** ** **
Bir gün Düş Hekimi Yalçın Ergir ve
Sabahattin Sürmen; Halk Ozanı Kurbani Kılıç tarafından
Kars’ta yakılmış bu türkünün öyküsünün peşine düşerler.
Ankara’dan trenle Kars’a gidip,
Kurbani’nin köyünü bulacaklar, tanıyanlara sual
edeceklerdir.
Tam Doğu Ekspresi tren biletlerini
alırlarken, şu anda Bolu Vali yardımcısı olan Abidin
Ünsal’dan haber gelir:
- Ben oğlu Halk Ozanı Ali Feza
Kılıç’ı tanıyorum; kendisi Ankara’da yaşıyor…
** ***
1940’lı yılların sonunda,
Sarıkamış’ın Iğdır Köyü’nden Halk Ozanı Kurbani Kılıç
tarafından yakılmış olan bu Kars türküsünün, dinlemekte
olduğunuz kaydı, bir stüdyo kaydı değildir.
Babasının sazıyla, sözüyle büyümüş
Ali Feza Kılıç’ın -
yani Kurbani Kılıç’ın oğlunun,
odamda çalıp söylediği, basit bir cihazla kaydedilmiş
ham bir kayıttır.
Muzaffer Sarısözen’in 1950’de
Kars’ta 373 ezgi derlediği 14. derleme gezisi ertesi,
22 Mayıs 1951 tarihinde, Ankara
Radyosu Türk Halk Müziği Repertuarı’na: “Yaylasından
İnmişler” ismiyle kaydedilen ve Kurbani türküsünde yer
almayan sözleriyle, orijinal vurgularıyla tam bir
kayıttır.
düş hekimi yalçın ergir
(Halk Ozanı Ali Feza Kılıç,
türkü aşıkları Sabahattin Sürmen ve Abidin Ünsal’a
teşekkürlerimle)
TÜRKÜNÜN ÖYKÜSÜ:
Bin dokuz yüz kırklı yılların
sonları;
Kars’ın Sarıkamış ilçesinin Iğdır
Köyü.
Her sene temmuz ayında bütün köy
halkı iki aylığına yaylaya göç eder. Büyük ve küçükbaş
hayvanlarıyla, çadırları, kovanları, kazanları,
kızanları, ocaklarıyla, yolda yemek için hazırlanmış
katmeri, peyniri, ketesiyle muhteşem bir göçtür bu. Bu
yiyecekler yolda rastlanılanlara da ikram edilir.
Varılan gece büyük bir ateş yakılıp, halay çekilir.
Kekikli otlarla beslenen, çevresi
nane kokan sulardan içen hayvanlardan sağılan sütten,
peynir, çökelek, kaymak, yoğurt yapılırken, kırpılan
koyunlardan da yün elde edilir.
Şehirlinin hayatından çok farklıdır
yayla hayatı, gün ışığında hep iş vardır yaylada. Sabah
4’te kalkılır, akşam 8 olduğunda idare lambaları
söndürülmüş, herkes yer yataklarında uykudadır. Ertesi
gün de sırtlarında Sazak Yeli, sac ekmeği pişirmekten,
hayvan otlatmaya, kışlık erzak oluşturmaktan, yeşillik
toplayıp kurutmaya - tadına doyulmaz bir çalışma vardır.
Tabii türküler de
vazgeçilmezlerindendir yaylanın.
Güneş, Güneş gibiyken
gündüzlerinde, Ay da Ay gibidir yayla gecelerinde,
türküler de türkü gibiyken Iğdır
Köyü’nün yükseklerinde.
1 Temmuz 1923’te, Kurban
Bayramı’nda doğmuş Kurbani Kılıç da köyün türkü
yakanlarındandır.
Önceleri, “Süsem Sümbül Bitirmişem”:
Aman gızlar yar muhannet
Gökyüzüde halı
O mehi cemalı
Soldurur meni
…
gibi Azeri tarzda türküler
üretirken, türkü yolculuğuna Sarıkamış havalı
türküleriyle devam etmiştir.
Baba İbrahim Kılıç, Anne Adile
Kılıç ve 9 kardeşiyle göçerler yaylaya.
Günümüzde yaylaya gidenler oldukça
azalırken, o yıllarda yazın kimse kalmaz köyün taş
üstüne taş konmuş hanelerinde. Hane reisleri arada köye
dönse de, çoluk çocuk yaylaya gitmek yaşamsal bir
zorunluluktur o devirde.
Köylülerinden bir hane reisi
hastalanır o yaz. Üç kızı ve karısıyla yaylaya
gidemeyecektir, ama yaylaya da gidilmelidir.
“Siz gidin…” der anaya. “Ben burada
kalır, kendime bakarım; sizin dönüş yolunuzu gözlerim -
ama ben gidemeyeceğim…”
Er kişinin sözü buyruktur. Üç kız,
bir ana düşerler yayla yollarına. Akılları bir yaz boyu
göremeyecekleri, köyde bir başına yaşayacak kocada -
babalarında kala kala, giderler suları buz gibi
yaylalara.
İmece usulüdür yaylada hayat. Hab
olayında kertli çubuklarla ölçülen sütler birbirine
ödünç verilir. Herkes yardım eder üç kız ve anasına.
Derken güz gelmeden, Alem Yeli
esmeden, Iğdır Köyü’ne dönüş vakti gelir.
Döndüklerinde üç kız, bir anayı
büyük acı beklemektedir. Dönmelerine çok az kalana kadar
idare etmiş baba son nefesini tüketmiştir.
Yaylasından inmiş köy yolunu tutmuş
üç kız, bir ana,
köylerine varıp, acı haberi
duyunca, çıkıp dama,
“oooy, oyyy…” diye ağlamaktadırlar
yana yana.
Köyün ozan delikanlısı Kurbani
Kılıç da sokulmuştur yanlarına;
üç kız bir ana ağlarken yana yana,
gözyaşları düşerken yanaklarına,
çanak tutmaktadır yüz yıllarca
gönüllerden akacak bir türkünün ilk damlalarına.
** ** **
SONRASI:
Kurbani, Ziraat Bankası’na
girmiştir; bu arada Ankara Radyosu’nda “Yurttan Sesler”i
yapan, bu ülkenin halk müziğine sonsuz gönül ve emek
vermiş Muzaffer Sarısözen Kurbani’yi de, Üç Kız Bir
Ana’yı da keşfetmiştir.
Sarısözen’in 1950’deki 373 ezgi
derlediği 14. derleme gezisi - Kars ziyareti ertesi
Kurbani’nin türküsünü derlemiş, 22 Mayıs 1951 tarihinde
1144 sıra numarası ile Ankara Radyosu Türk Halk Müziği
Repertuarına: “Yaylasından İnmişler” ismiyle
kaydettirmiştir.
Bu arada oğlunun saz ile söz ile
uğraşmasını istemeyen o dönem yörenin söz sahibi
isimlerinden, baba İbrahim Kılıç da var gücüyle oğlunun
bu gidişine engel olmaya çalışmaktadır.
Yıllar sonra bu öyküyü torunu Ali
Kılıç’a: “onu neredeyse vuracaktım” diye anlatacaktır.
Kurbani her şeyi bırakır; bir
elinde sazı, gömlek cebinde Yenice cigarası, alıp
ailesini gelir Ankara’ya, Bahçelievler 1. Caddeye. Çok
uzaklarda Sarıkamış, Iğdır Köyü, kekikli yaylalar, gözü
yaşlı ana - kızlar, yeni yaşamının başındadır.
Daha sonra Radyoevi’nde çok sevilir
Kurbani. Muzaffer Sarısözen’le başlayan radyo yolculuğu
Nida Tüfekçi’yi tanımasıyla devam eder.
Radyoda bu kadar sevilince,
halasıyla Ankara’ya göçmüş Ali Ekber Çiçek’i de alıp
götürür ve Muzaffer Sarısözen ile tanıştırır. Daha sonra
“Haydar Haydar” gibi unutulmaz eserler bırakacak halk
ozanı Ali Ekber Çiçek için de yepyeni bir dönem
başlamaktadır.
Aşık Daimi de (İsmail Aydın),
Kurbani’nin çok yakın dostudur. Aşık Daimi’yi halk
müziğine gönül vermişlerin hepsi bilse bile, bir başka
bin yılın çocukları kendisini Sezen Aksu’nun söylediği
Daimi eseri: “Ne Ağlarsın Benim Zülfü Siyahım” sayesinde
tanır.
Kurbani Kılıç 26 Nisan 1996
tarihinde, sazla, sözle, aşkla geçmiş bir yaşamın
ardından aramızdan ayrılmıştır.
** ** **
ŞELPE TADINDA BİR GECEDE
Bir türkünün peşinden koşarken,
“ooof, offf” çekip trenle Kars’a gidecekken, türkü gelip
bizi bulmuştu.
Okyanus sığacak toprak havuza, bir
damla daha katılmasına neden olmuştu.
Ne yazarsam yazayım eksik kalacak
bir “gönül”lü yolculuğun bitiminde,
zeybeğimizin, tekemizin,
kaşığımızın, horamızın,
barımızın, halayımızın,
horonumuzun,
gelecek kuşaklara aktarılacak
kültürel borcumuzun
bu ülkeye aşkımızın, coşkumuzun
eksik olmaması dilekleri
ve hep sevgilerimle…
düş hekimi yalçın ergir
http://www.ergir.com
|