AY’I ARARKEN (bölüm 1)
23 Şubat Pazar akşamı; yaşamda herhangi bir Pazar akşamı ve ben öğleden sonra başlayıp - saaaatlerdir odamı topluyorum.
Dışarıda hava çoktan kararmış, evlerde Pazartesi hazırlıkları başlamışken, bir yandan YouTube’dan müzik dinliyor, bir yandan da içim dışım çay- kahve olmuş eşlik ediyorum.
Bir ara gözüm ekrana takılıyor ve onları görüyorum; ben artık iş miş yapamıyorum. Ekranın içine düşmüş, o birinci dereceden akrabalarımı izliyorum.
Bedenleri farklı olabilir insanların. 136 santimetre boyunda da olabilirken, kapılardan eğilerek de geçebilir. Derilerinin renkleri seçimleri olmazken, nüfusa kayıtlı oldukları yerler, bilinmedik uzaklar - ya da yakınlar olabilir. Aynı işyerinde sabah akşam gördüğün, itip, itişip dururken; bir an karşına çıkan özlenmiş duygular, neodyum mıknatıs gibi çekebilir yürekleri.
Öyle olunca o adını bilmediğin dostların “Bir Gece Daha…” şarkısındaki: http://www.youtube.com/watch?v=NBlrbFYfRkQ
bir gece daha, yıldızlar görünüyor ama bu gece olabileceğim kadar yalnızım Ay parıldıyor, görünen her şeyi aydınlatıyor ama bu gece üzerimde hiçbir ışık parlamayacak…
sözleri bir şarkı sözü olmaktan çıkıyor; içimde koşa koşa dışarı çıkıp, Ay’ı bulmak, üzerimde ışığını hissetmek, bunu da uzağımdaki yakınımdaki benzer yüreklerle paylaşmak arzusunu uyandırıyor.
** ** **
Ve elimde fotoğraf makinesi, çıkıyorum Bülten Sokak’a.
Beton koridordan yukarı baktığımda gözükmüyor Ay. Bulmam lazım; sonra ne derim çocuklara? - Ay, May yok; hadi dersine, hadi dişlerini fırçala!.. falan mı demem gerekir yazmaya başladığımda?
Çıkıyorum yokuşu göğe baka baka.
Sokakların kesiştiği yerlerde de bakıyorum o taraflara. Yok işte, Ay yokkk.
Devam ediyorum; karşıdan gelen birisi var; o da başlıyor yukarıya bakmaya. Ankara’da tam iki kişiyiz bu Pazar akşamı göğe bakan. “Acaba Murat mı adı?” diye düşünmeden de edemiyorum.
- Kızılay’a nereden gidilir? diye soruyor.
- Otobüsle mi, yürüyerek mi? diyorum. Aslında kızıl – mızıl; adam da Ay’a gitmiyor mu sonuçta? Yine de “yoksa Apollo’yla mı? diye saçmalamıyorum. Tariften sonra dua ediyor adam; "acaba yukarı bakarak yürürken çok mu abarttım?" diye düşünüyorum.
Ümidim yokuşun bitiminde Büyük Kolej’in üzerinde. Bir keresinde yokuş biter bitmez karşıma çıkıveren kocaman dolunayı hatırlıyorum; Ay’ı kaçırırım maçırırım diye yokuşu daha da hızlı çıkıyorum.
Artık yokuş aşağı doğru, her yerde kırmızı alarmlar yanıp sönüyor ve ben mahcup; ellerim bomboş, bir Ay’ı bile bulamadan geri dönüyorum.
Bana yeşil yanarken otomobilden kaçarak karşı kaldırıma geçtiğimde:
- Ay’ı nerede bulabilirim? diye sorsam,
- Görmüyor musun; her taraf ayı dolu… diye bir yanıt bekliyorum.
** ** **
Aspava’ların önünden geçerken NASA’yı arayacak halim yok ya, Cenap’ı arıyorum; kusura bakmaz bu saatte aradığım için - hem de o bilir: “Ay ner’dedir?”, “Dünyanın Karanlık Yüzü”nü mü dinlemektedir?
Bana “bu gece 02:07’de kuzey-doğu’da ufuk çizgisinde olacağını” söylüyor. Biliyorum, çünkü o da beni biliyor; “ama sakın beni o saatte arama” dememek için kendini zor tutuyor.
Çok rahatlıyorum, kaçırdığım hiiiçbir şey yok; saati kurarsam, ona karşılama töreni bile yapabileceğimi biliyorum.
Dönüyorum, peynirimi, zeytinimi yiyerek bu satırları yazıyorum.
Tamam, yarın çok yoğun bir gün olacak; ama öncelikle saatim 01:30’a kurulmuş, içimde bir heyecan, bir heyecan - gecenin ilk yatışına hazırlanıyorum…
(1. bölümün sonu) düş hekimi yalçın ergir http://www.ergir.com
23.02.2014 23:29
(2. bölüm: http://www.ergir.com/2014/ayi_ararken_2.htm adresindedir)
|