SARI VOSVOS
Asırlar önceydi; tam okulumuzun önünden geçen çöp
kamyonlarına atlayarak okula giden bir ortodonti
asistanıydım. Ay sonunu zor getiren, doğal olarak hiç
otomobili olamamış bir ailenin oğluydum.
Bir Pazar günü, “bir dolaşıp geleyim” diye dışarı
çıkmıştım. Yolum Sıhhiye’deki oto pazarına düşmüştü.
Asla alamayacağım otomobillere bakıyor, kendimi açık
camına kolumu koyduğum bir otomobilde Boğaz turu
yaparken hayal ediyordum.
Karşımda hurdahaş, sarı bir Volkswagen duruyordu.
Direksiyonun altından bağırsak gibi kablolar dışarıya
çıkmıştı ve komik bir fiyata satılıyordu. Sahibi
neredeyse “Allah aşkına al götür şunu, para falan da
istemiyorum, yeter ki bir daha görmeyeyim” der gibiydi
ve aldım onu.
** ** **
Eve nasıl döndüğümü, durumu nasıl izah ettiğimi falan
hatırlamıyorum ama ertesi gün satış işlemlerini bitirip
direksiyonuna kurulduğumda, karşımda sürekli yanan motor
ısısı ikaz lambasını hiç unutamadım.
İlk işim, ikaz lambasına gelen kabloyu bulup kesmek
oldu. Bir de motor yaptıracak halim yoktu ya; araba da
gidiyordu işte, sürekli motor ısısının yüksek olduğunu
görmemin bir anlamı yoktu.
Derken Sarı Vosvos’lu günlerim başladı. O kadar rahattım
ki; park ederken arabadan hiç inmiyor, önüme çıkan çöp
varillerini çizilme kaygısı olmadan arabayla iterek yer
açıyordum. Ne bir alarm, ne bir baston kilit, ne de
tekrar tekrar kontrol edilmiş kapı kilitleri; mışıl
mışıl uyuyordum geceleri; korkum hırsızlar değil,
çöpçülerdi.
Yağmurda giderken bir su birikintisine düştüğümde, delik
olan tabanından gözüme su kaçıyordu. Bir keresinde
Ankara dışındayken telefon gelmiş, arabama boru yüklü
bir kamyonun çarptığını söylemişlerdi. Arabanın her
tarafı ezik olduğu için döndüğümde kamyonun nereye
çarptığını bulamamıştım.
Bir de minibüsçü dikiz aynası takmıştım. Arkama
baktığımda ön camımı bile görebiliyordum.
Emniyet kemerim sağlamdı ama taksam ne fark ederdi ki;
zincir en zayıf halkası kadar sağlamdı ve bir çarpışmada
F-16 pilotu gibi koltukla beraber dışarıya fırlayacağımı
biliyordum.
En karlı havalarda, herkes arabalarını emniyetli bir
yerlere çektiğinde biz korkusuzca yollardaydık, hatta
özellikle dolaşmaya çıkıyorduk; yollar benden ve Sarı
Vosvos’tan soruluyordu. Hava ne kadar soğuk olursa – içi
yanmış hava soğutmalı motorum için o kadar iyiydi –
Boğaz turunu Bering Boğazı’nda bile atabilirdik.
Bir Keçiören dönüşü freni patladığında sağdan sağdan,
ışıklara yüzlerce metre kala önceden vites küçülterek,
el freniyle eve vardığımı hatırlıyorum. Gece olduğu için
kapısını açıp sol ayağımı fren olarak kullanmama gerek
kalmamıştı.
Çok çaresiz kalıp tamirciye gittiğimde bütün müşteriler
merakla arabanın etrafına toplanıyor, eminim içlerinden
hallerine şükrediyorlardı. Sanıyorum sigara külü ile
Japon yapıştırıcısını karıştırmak, bu ülkeye, bu arabaya
özgü bir tamir yöntemi olarak kalacaktı.
Bir de çıkma kasetçalar edinmiştim. Direksiyonun
altındaki yüzlerce kablodan hat çekmiş, “Self Control”ü
sonuna kadar açıp Tunç’la futbol oynamaya gidiyorduk.
Sinyal kolu şarkımıza “çıktıydı – çıkmadıydı” diye eşlik
ediyordu. Daha sonra hiçbir müzik setinde “Moonlight
Shadow”u o kadar coşkuyla dinleyemedim.
Ne benzin deposu tam doldu, ne de temiz elbiseli birisi
binebildi - daha doğrusu inebildi Sarı Vosvos’umdan.
** ** **
Artık marşı bir basar, on bir basamazken ve ben sürekli
park etmek için aşağıya salabileceğim yokuşlar ararken,
okulumuzdan Atilla isimli bir asistan Vosvos’uma talip
olmuştu. Sanırım arabadan çok, okula gidip gelişlerdeki
serseri havaya talip olmuştu.
Arabadan çok iyi anlayan bir arkadaşını getirmiş, deneme
sürüşü yapıyorduk. Araba giderken vites kendiliğinden
atıp duruyor – tekrar takıp yola devam ediyorduk. Daha
sonra götürdükleri kaportacı “sakın almayın – altından
kalkamazsınız” dediğinde “arabadan anlayan” arkadaşı
“bence bunu almayalım” demiş; Atilla da:
- Ne yani, şimdi arabasız mı kalayım? diye sinirli bir
cevap vermişti.
Ben okuldan ayrılmıştım; Atilla, ilkbaharda kaportacıya
bıraktığı Sarı Vosvos’u, dünya kadar masraftan sonra yaz
sonu teslim alabilmiş, aldığı hafta da kaza yapmıştı.
Sonrasını bilmiyorum...
Daha sonra kimi otomatik vitesli, mükemmel müzik
sistemli, gelişmiş alarmlı çok araba geldi geçti kapımın
önünden. Ama hiç birisi o canım Sarı Vosvos’umun bana
verdiği mutluluğu veremedi.
Hiç unutamadım hurdahaş can yoldaşımı;
gözlerim yıllarca yollarda, karlı Ankara akşamlarında
boşu boşuna aradı “06 FZ 055”imi.
** ** **
Herkesin bir “Sarı Vosvos”u vardır yaşamında.
Bu kimi zaman, tabanından gözüne su kaçan çürümüş bir
arabadır,
sinemada unuttuğun el örgüsü bir kazak,
artık paçası kısa gelen bir blue jean,
yırtık bir ilkokul çantasıdır kimi zaman.
“Sarı Vosvos”;
kusursuz otomobiller garajında
kimselere anlatamayacağın,
anlatsan da kimselerin anlayamayacağı
bir insandır bazen...
düş hekimi yalçın ergir
http://www.ergir.com
|