CEVİZ AĞACI VE ÇOCUK
Altı bin yaşında bir ceviz ağacı vardı. Bozkırda bir başına yaşardı. Altı bin senedir her ilkbahar yemyeşil yapraklarını takar, yaz boyu sülfür gazı salar, sonbaharda birbirinden iri cevizleri toprağa bırakırdı.
Altı bin senedir tek ceviz ağacı çıkmamıştı meyvelerinden; hep sağlıklıydı, ama hep yalnızdı.
Arada, uzağında toz bulutları havalanmış; ama yanına uğrayan hiç olmamıştı. Hatta rivayet odur ki; üzerine hiç kuş bile konmamıştı. ** ** **
Gel zaman, git zaman; uzaklarda bir hareketlenmenin farkına varmıştı. Bir şeyler yavaş yavaş ona doğru yaklaşıyordu.
Derken, kendini Neyzen Tevfik isimli bir sokakta; iki katlı bir evin bahçesinde bulmuştu.
Eve taşınanların bir de küçük çocuğu vardı: Tunç…
Tunç her sabah yanına geliyor, ona en sevdiği oyuncakları getiriyordu.
Öyle sevmiş, öyle alışmıştı ki ona; kendisi yerinden hareket edemediği için, her sabah sabırsızlıkla Tunç’un yanına gelmesini bekliyordu.
Tunç geldiğinde, gövdesini kavrayamasa da ona sarılıyor; öğleden sonraları da dibinde uyuyordu. Ceviz ağacı; o uyurken tek yaprağını sallamıyor, sülfür gazını tutuyor, Tunç’un az ötesine en güzel cevizlerini bırakıyordu. Ağaç, altı bin senedir böyle bir sevgi yaşamamıştı; çocuk bulutlara bakarken dallarını aralıyor, akşam olup annesi çağırdığında, birlikte oyun oynadıkları düşlere dalıyordu.
Düşünde, dallarında bir ev yapıyordu. Ay Dede göz kırparken, bir kovukta Tunç’un başta teneke treni, en sevdiği oyuncakları duruyordu.
Yıllar yılları kovalıyordu; zaman ilk defa bu kadar hızlı akıyordu. ** ** **
Bir gün Tunç bir kız arkadaşıyla geliyor ve çakısıyla gövdesine kocamaaan bir kalp kazıyordu. Sonra harfler, sonra da bir ok. Ardından da ipten bir salıncak yapıyor; arkadaşını sanki güneşin doğduğu yerden, taa battığı yere kadar sallıyordu.
Farkında olunmasa da, salıncağı aslında tüm dallarıyla ceviz ağacı sallıyordu. Tunç’lar gittiğinde, yerler dökülmüş cevizden geçilmiyordu. ** ** **
Bir gün Tunç gelmemişti; sanki on milyon senedir ilk defa gelmiyordu.
O gün gökteki uçaklara, akşam olunca da gözlerini kaçıran Ay Dede’ye: “Gör-dü-nüz-mü???” diye soruyor; yanıt alamayınca, buruş buruş kabuğunu müthiş bir mutsuzluk kaplıyordu.
Aradan bommboş günler geçiyordu; Tunç hiç yoktu - Yoksa??? Yoksa büyümüş - masumiyet bitmiş; kocaman bir adam mı olmuştu??? ** ** **
2. katın balkonundan Tunç’un annesi ve babasının konuşması duyuluyordu:
- Sömestr tatilinde; biz taşınmış oluruz, bu ev de yıkılmış olur – artık Tunç da yeni evimize gelir…
Neyzen Tevfik Sokak’ta, altı bin yaşında bir ceviz ağacı hüngür hüngür ağlıyordu; tüm yaprakları gözyaşı olmuş, dallarından dökülüyordu. ** ** **
Okulların tatiline az bir zaman kalmışken, kat, kat, kat + kat enseli bir adam emirler yağdırıyordu: - Şu kuru ağacı da kesin bakayım!
Motorlu testerenin hiç aman’ı da - boşa harcayacak zamanı da yoktu; ağacın kucaklamaya kolların yetmeyeceği beline dayanmıştı.
Belindeki acıya dayansa da, çelik dişler, üzerinde harfler kazınmış kalbe geldiğinde, anlatılmaz bir acıyla inliyordu. İnlemeler, beton mikserlerinin homurtuları arasında kayboluyordu. ** ** **
Yıkılmakta olan eski evin bahçesinde boylu boyunca uzanmış yatıyordu. Kimse farkında değildi, ama yerdeki ceviz görmüştü:
Tam kazınmış kalbin denk geldiği yerden kesilmiş gövdede, dökecek yaprağı, verecek cevizi kalmamış “bir surat” duruyordu.
Gövdedeki yıl halkaları göz olmuş; toprağa sülfür değil, içinde ne resimler olan gözyaşları damlıyordu.
Gözyaşlarıyla ıslanan ceviz, solmuş yaprağa fısıldıyordu: - En kalın betonları dökseler de buraya, bir yolunu bulup, önce bir fidan, sonra altmış bin sene yaşayacak bir ceviz ormanı olacağız… diye söz veriyordu.
Bu yeni ormanda, sevenler hiç büyümüyor, hiç ayrılmıyor; yürekler çarptıkça birbirlerine hep enn sevdikleri oyuncakları getiriyordu.
Neyzen Tevfik Sokak’ta inşaatlar harıl harıl devam ediyordu. Sadece, yürürken araba gibi sesler çıkartan o çocuk görmüştü: bir kepçeden, kırmızı bir kamyonun kasasına, yıllar önce kaybolmuş - daha doğrusu bir kovukta saklanmış, paslı bir oyuncak tren düşüyordu… ** ** **
Sevmezken, yüz sene de yaşanabilir, altı bin sene de; ama Dünya’nın sonu gelir, bilip - çok sevip, yitirdiğinde.
Birlikte olunan her anın değerinin, o anda bilinmesi; masumiyetin hiç yitirilmemesi ve isminin baş harfinin, bir kalp içinde - bir başka harfle birlikte çizilmesi dileğimle…
düş hekimi yalçın ergir / neyzen tevfik sokak’ta bir bank 27 ekim 2015 - http://www.ergir.com |
Facebook Paylaşım Sayfası |