ÖZ ABDULLAH

 

 

Öz Abdullah’ın oğlu Mehmet anlattı dün gece; yazmasam olmazdı, bu duyguları bile bile.

 

Wikipedia’da değil, internette geçmez Abdullah Öz’ün ismi.

 

60’lı yıllarda otomobil tamircisiydi Abdullah. Kıt kanaat geçinip giderlerdi Etlik’deki “kapıların kilitlenmediği, pencerelerin açık uyunduğu” gecekondularında.

 

Parası yoktu ama suyu çoktu Etlik’in; neredeyse 6 metre derinlikten su çıkardı bahçelerde. Meyve ağaçları boldu bahçelerin. Çocuklar kapıp kaçardı ayvaları, elmaları; kendi bahçelerine dadandıklarında “evin oğlu” diye havlamazdı köpekler.

 

Abdullah’ın anası, ağacın dalları kırılıp yere düştüğünde tek tek toplatırdı çocuklara:

- Kırılan dallar yerde kalırsa ağaç küser, meyve vermez sonra...   derdi küçük yüreklerine.

 

Ağaçlar nasıl küserse, kuyular da küserdi.

 

Etlik’de evden uzun süre ayrılacak olanlar kapatırlardı kuyularını. Onlar yokken bile hep açıktı Abdullah’ın kuyusu, herkes doldurabilirdi kovasını. Kapatılan kuyular zamanla kör kuyuya dönüşürken, Abdullahların kuyusunun bereketi hiç azalmadan sürerdi.

 

** ** **

 

Bir akşam gecekonduların arasına elinde iki file ile gelmişti Abdullah; işte biber, domates, yağ… filan.

 

Tekini elektrik direğinin dibine koymuş, ötekini eve taşırken yardıma gelmişti 6-7 yaşındaki Mehmet. Komşu Neriman Teyze direğin dibindeki fileyi götürüyordu:

 

- Baba, Neriman Teyze bizim fileyi götürüyor…

 

- Bırak götürsün oğlum, demek ki çok ihtiyacı var; ama annene bunu söyleme sakın…

 

Akşam sinirli bir hava esiyordu sofrada, çatıyordu karısı Abdullah’a:

- Hani; ner’de biber, salatalık???

 

Çıt çıkmazken sofrada, Mehmet’in çocuk sesi yankılanıyordu badanalı duvarlarda:

- Onu Neriman Teyze götürdü…

 

Deliye dönmüştü anne ve hışımla kapıdan çıkıp soluğu Neriman Teyze’lerin evinde almıştı.

 

Evdeki sessizlik bir fısıltıyla bozulmuştu:

-Neden söyledin oğlum?

 

Aslında babasını kurtarmak için söylemişti Mehmet, daha sonraki yıllarda, insanlığın giremediği ortamlarda bile konuşmayacaktı.

 

Bir gün ardında tamir edilmiş diferansiyeller, eve dönerken sıkıştı kalbi Abdullah’ın, düşüverdi yere Dışkapı SSK Hastanesi’nin dibinde. Sarhoş sandı gelip geçenler, belki de bir serseri; ama Abdullah 3 saat yattı yerde

ve son nefesini verdi, yakındaki “Acil Servis”in ışıkları yanıp sönerken.

 

Ağlayamadı 12 yaşındaki Mehmet, babasını toprağa verirken.

 

Ardından zor yıllar geldi. Sitelerde keresteleri beklemek için girdiği işten uyuduğu için değil - kitap okuduğu için kovulurken -

küçük adamlıktan koca adamlığa geçtiğinde, Türkiye’nin tek halka açık kitabevi kütüphanesi olan “Bilim ve Sanat Kütüphanesi”ni kuracakken.

 

** ** **

 

Mehmet, insanların zeytin ağacına benzeyişlerini anlatmıştı:

- Zeytin ağacı kendiliğinden yetişir ve 1000 yıl yaşar. Kimseciklere yük olmaz. Havadan, sudan, nemden beslenir dağların yamaçlarında.

 

Ama meyvesini verirken dövülür, dalları kırılır. Oysa barışı temsil eder onun dalları.

Zeytin ağacının dalları gibi kırılıyor insanlar –

barış, bir arada yaşayabilmenin meyvesi değil midir?

 

** ** **

 

Sıradan bir akşamın, sıradan bir sohbeti olabilir çoğumuza göre;

ama birazdan markete, sonra da bir gecekondu semtine gideceğim -

fileyle biber, domates, yağ… filan bırakabilmek için, bir elektrik direğinin dibine.

 

Öz Abdullah’ın oğlu Mehmet anlattı dün gece;

yazmasam olmazdı, bu duyguları bile bile…

 

düş hekimi yalçın ergir  -  20 ocak 2015

http://www.ergir.com

 

 

 

 

 

  Düş Hekimi Yalçın Ergir

Facebook Paylaşım Sayfası

https://www.facebook.com/dushekimiyalcinergir