SÜLEYMAN EFENDİ KESTANELERİ
Ateşle yatan çocukların başlarında babaları durduğunda, onlar da
birer anne olurlar. Bütün annelerin Babalar Günü’nü kutlarım.
Aşağıda bir masal var. Yıllar öncesi bir gece, ateşler içinde yatan
küçük kızı uyusun diye, anneleşen bir baba tarafından uydurulmuş.
Uyumak ne kelime; tam tersi olmuş ve küçük kızın iyice uykusu
kaçmış, masala ilaveler yapmaya başlamış. Bu interaktif masalın
sonunda kız uyuyunca baba da masalı bir kenara yazmış –
2015’in 20 Haziranında her yaştan çocukla da paylaşmış.
Buyrun o masal - evvel zaman içinden, siyah-beyaz yerli film:
** ** **
Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde yoksul bir gecekondu
evinde, Ayşe isimli güzel bir kız yaşarmış. Ayşe'nin parlak; pırıl
pırıl gözleri, beline kadar uzun simsiyah saçları varmış. Derme
çatma evlerinin önündeki kestane ağacının dibinde, bir kulağı dik
-bir kulağı kıvrık, sarı bir de sokak köpeği yaşarmış: SARIBAŞ.
Ayşe çok çalışkanmış; sınıfta en zor şartlarda yaşayan öğrenci
olmasına rağmen, en yüksek notları hep o alırmış. Annesi Fatma
evlere temizliğe gidermiş. Babası Süleyman ise hiç çalışmaz, hep
içermiş. Nadiren eve uğrar; uğradığında da kapının girişindeki
kilimde sızar, Ayşe ile anası sürükleye sürükleye yatağına
götürürlermiş.
Yine bir gün Ayşe okuldan eve dönüp sobayı yakmış. Derslerini
çalışmadan önce; yorgun gelecek anası, sarhoş gelecek babası için
mütevazı bir sofra hazırlamaya koyulmuş. Ondan sonra da derslerini
çalışacakmış ki kapı, zil olduğu halde üç kere “GÜM, GÜM, GÜM” diye
tekmelenmiş; Ayşecik, korku içinde kapıyı açmış, bir de bakmış ki
gelen babası, tabii ki yine zil zurna sarhoşmuş.
Tam;
- Aa, hoş geldin babacığım... diyecekken,
- DOLAPTAKİ ŞİŞEMİ GETİR! diye gürlemiş, karşısında gözleri kan
çanağı gibi duran adam.
Ayşe istemeye istemeye, ama hemen gidip ayakta zor duran babasına
getirmiş.
- Ayşe sen kaç yaşında oldun bakiim? diye sormuş babası; homurtular,
dumanlar arasında.
- 15… demiş Ayşe; “15 oldum babacığım”.
- Seni Yusufgil’in oğlu İbo’ya verdim; o da kumar borcumu silecek.
Yarından itibaren OKUL MOKUL YOK!.. diye gürlemiş, divanda kaymış
gitmiş “baba!”sı.
- Ama babacığım; ben okumak - hem de çok okumak, hayatımın sonuna
kadar öğren... derken yaman bir tokat patlamış yanağında. Sağ ve sol
yanaklar birbirine değerken, Ayşe'nin gözyaşları buhar oluyormuş
sobanın sıcağında.
Derken yüzü kireç gibi yorgun anası gelmiş eve.
Süleyman ona da aktarmış durumu, elinin döndüğünce. Fatma, kızını
evin odasına götürüp kapıyı kapatmış ve:
-“Babanın sinirini bilirsin yavrum, sen en iyisi ona karşı gelme;
bak beni de okutmadılar; zaten baban seni bugün okuldan aldı… demiş,
simsiyah uzun saçları severken, parlak gözlerden dökülen
gözyaşlarını silerken.
** ** **
Gözleri akan tavanda, hiç uyumadığı gecenin ardından Ayşe okul
önlüğünü ütüleyip kaldırmış ve başlamış yerleri silmeye. Babası
buruş buruş bir para tutuşturmuş eline, döver gibi:
- Koş, Kel Bakkal’dan iki kısa al da gel!” demiş.
Ayşe terlikleriyle bakkala giderken bir camda ilan görmüş:
“Yurt dışında bursla okutulacak, 15-16 yaşlarında, derslerinde
başarılı - ama okuldan ayrılmış kız öğrenci aranıyor”
Dalmış içeriye; çok cici bir abla karşılamış içeride. Ayşe’ye:
- Bak genç dostum; bu bursa çok uygunsun, ama iki şart daha var:
1.si: Babanın imzalı onayı gerekiyor.
2.si: Orada okulun bittikten sonra zorunlu bir hizmetin olacak. 10
yıl o ülke hükümetinin görevlendirdiği projelerde çalışacaksın…
demiş.
Ayşe, kafasında bin bir soruyla kapının çengelini açıp dönmüş evine.
Karşısında mucize eseri ayık duran babasına anlatmış burs hikayesini
ve eklemiş:
- AMA SEN GÖNDERSEN BİLE GİTMEYECEĞİM; BEN BU ÜLKE İÇİN ÇALIŞMAK
İSTİYORUM!.. demiş.
Aslen kalbi temiz fakat parasızlığın, tembelliğin, kötü
alışkanlıkların ve kötü arkadaşların yiyip bitirdiği babası birden
ağlamaya başlamış. Bu sefer 15 yaşında pırıl pırıl bakan gözlerin
söylediği sözlerden kan çanağı gibi oluvermiş gözleri.
Ve sönmüş bir volkanın tekrar aktif hale gelmesi gibi patlamış:
- AYŞE, AYŞECİĞİM BENİ AFFET. Şu andan itibaren çalışmaya, para
kazanmaya başlayacağım. Bütün borçlarımı ödeyecek, sana layık bir
baba olmaya çalışacağım. Seni Yusuflara, İbolara, kurda kuşa yem
etmeyeceğim. Hadi gel şu bahçedeki kestane ağacından seninle kestane
toplayalım… demiş.
** ** **
Süleyman Efendi, kestaneleri çizip çizip pişiriyor, sokaktan gelip
geçene satıyormuş. Öyle şevkle, öyle hevesle çiziyormuş ki, artık
kestaneleri ilginç şekillerde çizmeye, farklı farklı kendine özgü
kestaneler ortaya çıkartmaya başlamış.
Önce kestaneleri zengin semtlerde satıyormuş. “100 lira” dediği
garip şekilli kestanelerine:
- Aa, ne ucuuz; 200 lira olmaz mı?.. diyenler bile oluyormuş.
Artık değişik çizilmiş kestanelerin ünü tüm şehre yayılmaya
başlamış. Bütün semtlerden müşteriler Süleyman Efendi’nin ayağına
geliyor; Ayşe de yine başladığı okuldan döndüğünde hemen yanına
gelip bağırmaya başlıyormuş;
- HADEEE; KESTANEYE GELİN; SÜLEYMAN EFENDİ KESTANELERİ BURDAAA!
Sokakları; Süleyman Efendi’nin kestanelerini tatmak için gelen lüks
araçlarla dolup taşıyormuş. Zengin oğlanlar, hava atmak için kız
arkadaşlarını Süleyman Efendi’nin kestanelerini tatmaya
götürüyorlarmış.
Süleyman Efendi artık hep kestane çiziyormuş. Çok az uyuduğunda
bile, bir yandan ertesi günün kestanelerini çiziyormuş. Fatma’da işi
bırakmış, artık kestaneleri paketliyormuş.
Ayşe telefonu direkt:
- Buyurun; SÜLEYMAN EFENDİ KESTANELERİ... diye açıyormuş.
Evlerinin önündeki kuyruk, iki semt ötede bitiyor; sırada bazen
kavga çıkıyor, duruma güvenlik güçleri müdahale ediyormuş. Süleyman
Efendi de çizdikçe çiziyor, çizdikçe yine çiziyormuş.
Derken bir akşam kapının önünde allı güllü, simmmmmsiyah camlı,
bangır bangır müzik çalan bir araba durmuş. İçinden inenler
sarhoşken kumar borcuna karşılık Ayşeyi evlendirme sözünü verdiği
Yusufgil ile sünepe oğlu İbo’ymuş.
Yusuf, teki altın - leş gibi dişleriyle sırıtarak:
- Kızımızı almaya geldik!.. demiş. Saçlarını malak yalamış gibi İbo
da yanında, şahsiyetsiz, ezik, koca göbeği, kıppkırmızı yanaklarıyla
yerlere bakıyormuş.
- AL BORCUNU!!!!... diye fazla fazla banknotları yüzlerine fırlatmış
Süleyman Efendi.
Yusuf’un elinin beline gittiğini görmüşler.
Ama unuttukları bir detay onları bekliyormuş: kestane ağacının
dibindeki “SARIBAŞ”.
Sarıbaş; Aslan Kral Simba gibi yapışmış İbo’nun pantolonunun yeşil
bir tarak bulunan arka cebine ve üçü gözden kaybolmuşlar çığlıklar
arasında
...
ve geri dönmüş Sarıbaş; bir kulağı dik, bir kulağı kıvrık; kıvrılıp
kestane ağacının dibine –
ağzında yeşil – kırmızı bir tarak, kareli kumaş parçası ile yine
başlamış uyumaya.
** ** **
Gel zaman, git zaman, çok Dünya zengini, prensler bizzat levyelerle
birbirine girmiş kestane ağacının altında - gelin edebilmek için
parlak gözlü, siyah saçlı Ayşe'yi oğullarına. Altın gözlükler,
timsah derisi ayakkabılar bulunmuş kestane ağacının dibinde
uyuklayan Sarıbaş’ın yanında.
Her dilden: “Süleyman Efendi Kestaneleri” yazıyormuş artık, ülkeyi
tanıtan broşürlerde.
Semt koruma altına alınsa da, Dünya’nın en büyük ticaret merkezleri
açılıyormuş dibinde.
Hamburgercide “Mc Süleyman” istiyormuş çocuklar ve ağlıyorlarmış 1
dakika geç geldiğinde.
Garip çizilmiş kestane figürleri boy gösteriyormuş en sevilen çizgi
filmlerde.
http://www.suleymanefendikestaneleri.com oluyormuş internette en çok
ziyaret edilen site.
Süleyman Efendi Kestaneleri’nin korsanları cirit atıyormuş Hong
Kong’da, Buenos Aires’de..
En büyük ödülmüş “Süleyman Efendi Kestaneleri” madalya törenlerinde.
Süleyman Efendi’nin yaktığı Olimpiyat ateşi ve o ateşte pişirdiği
kestaneler damgasını vuruyormuş Olimpiyatlar tarihine.
“Süleyman Efendi Kestaneleri” kaporalar, hatta banka teminat
mektupları istenerek, yedi hafta önceden rezervasyonlarla
getirtiliyormuş butik kulüplere.
“Süleyman Efendi Kestaneleri…” cümlesi duyuluyormuş büyüklerin “son
söz”ünde.
İlk cümle oluyormuş “Süleyman Efendi Kestaneleri”, yeni konuşan
bebelerin dilinde..
Milyoner düğünlerinde, gelinlikli kızlar halay çekiyormuş beşi bir
yerdeki kestaneleriyle.
Süleyman Efendi Kestaneleri’ne konabilecek ambargodan korkuluyormuş
petrol üreten ülkelerde.
Uzay mekikleri ağzına kadar Süleyman Efendi Kestaneleri ile dolu
havalanırken - tarihinde görülmediği kadar çok UFO dolaşıyormuş
Türkiye üzerinde, mavi mavi gökyüzünde…
** ** **
Yukarıdakiler masallarda olur. Bu masal da burada bitmiyormuş -
hatta hiç başlamıyormuş.
Bu pazar işiniz yoksa, atlayın banliyö trenine, rüyada gördüğünüz
yere gidin.
Orada damı delik bir gecekondu; bahçesindeki kestane ağacının
dibinde uyuyan sarı bir köpek göreceksiniz.
Sarı başı sevin, ardından da kapıyı tıklayın;
kapıyı size elinde süpürgesiyle, parlak gözlü,
upuzun siyah saçlı bir kız açacak.
Ona sımsıcak:
- Merhaba… deyin.
Benim için de yanaklarından öpün
ve
okuyabilmesi için elden neler gelebilir, onu düşünün…
düş hekimi yalçın ergir http://www.ergir.com
kalbur saman içinde / ankara
|