1 DÜŞ, 2 PEDAL, 5 ÜLKE…
Bisikletle: Avusturya -
Slovakya - Macaristan - Slovenya - Hırvatistan…
günlükler / düş hekimi
yalçın ergir
28 Temmuz 2016
HAZIRLIK (ya
gidemezsem???)
Bir
düşüm var. Hasta randevularımı uzun süredir ayarlıyorum;
ben
yokken bir sorun olursa, özenle yardımcı olacak hekim
dostum da hazır –
bu
Cumartesi günü bisikletim Çelebi’yi en az 10 parçaya
ayırıp kocaman bir çantaya koyabilir,
kendimi Viyana Havaalanı’ndaki bagaj bandında üzerine
çizimler yaptığım bagajımı beklerken bulabilirim.
Otelde bisikletimi birleştirip, ertesi gün ön ve arka
tekerleklere Pakistan kamyonları gibi çantalarımı asıp,
Tuna Nehri boyunca pedallara basa basa Avusturya’dan,
Slovakya’nın başkenti Bratislava’ya doğru yola
çıkabilirim.
Sonra da… ???????????????...
Sonrasını gerçekten bilmiyorum.
Çadırım, ocağım, solar şarj cihazım da yanımda olacak -
hatta şarj olmayıverse de olacak -
gerisi hiiç önemli değil.
Nerede kalırım,
ne
kadar kalırım,
nereden giderim,
neler görürüm,
kimleri tanırım,
kimlerden kaçarım,
neler, neler, neler yaşarım ???...
Bilmiyorum.
Ama
şu 5 ülkeyi geçip soluğu Zagreb’de alabilirsem çook
şeyler öğreneceğimi de,
1
ülkeyi geçemesem bile, hiçbir emeğin boşa gitmeyeceğini,
devam edemediğim noktaya kadar, neleer neler öğrenmiş,
nasıl tarifsiz heyecanlar yaşamış, milyon renk düşler
kurmuş olacağımı da,
bu
hazırlık döneminin fiziken ve ruhen nasıl artılar
getirmekte olduğunu da -
çook
iyi biliyorum.
Hatta bir şekilde hiiç gidemesem bile;
2
sene önce Kastamonu’ya gitmek üzere yola çıkıp, yolda
fikir değiştirip Moskova’ya gitmiş birisi olarak - bu
sefer de Viyana diye yola çıkıp, Kastamonu’ya
gidebilirim.
Hep:
“olamasan bile, olabilme yolculuğu da güzel...” derim;
hiç
gidemezsem önce az üzülür, sonra da gelecek armağan
günler için yeni işletim sistemleri düşlerim.
1,5
gün kalmışken cumartesiye /
2016
temmuz sonu – türkiye
**
** **
30 Temmuz 2016
Elveda Konfor...
Seni yakında özleyeceğimi sanmıyorum. Kan ter içinde
kanat çırpmak - animasyonlu bir havuz dibinde yatmaktan
heeep daha çok çeken çiçek oldu.
Yalnız değilim bu duygularda. Bugün Esenboğa Havaalanı
güvenliğindeki, check-in'deki, 70 kiloya yaklaşan bagajı
teslimdeki sıcak ilgiden, personelin sohbet, yorum ve
dileklerinde, o kadar çok hissettim ki bunu.
Konfora vedanın ilk örneği - ilk arıza: Yolculuk
esnasında Çelebi'nin arka tekerlek milinde bir sorun
olmuş, tam oturmuyor yuvasına.
Pazartesi sabah onu değiştirmem şart, bu halde çıkamaz
ülkeler arası yolculuklara...
Çook sevgiler her daim sevmeye hazır ruhlara...
**
** **
2 Ağustos 2016
Tuna’da; küçücük bir
kasabada
Artık uçağın bagajında bisikletim Çelebi’nin başına ne
geldiyse, ya da neyin altında kaldıysa; yola çıkabilecek
hale öğleden sonra gelebildiği için, “hava kararmadan
nereye varabilirsem” diye Viyana’dan çıktım yola.
Ön
tekerleklerine de bagaj asılan, arkası Pakistan
kamyonları gibi olan bir bisikleti kontrol etmek, ilk 10
dakikada insana ürkütücü geliyor. Ama hemen “Doğduğundan
beri o bisikletin üzerindeymişsin” gibi gelmeye
başlıyor.
Yani pek çok şeyin tılsımı: “hele bir yola çıkmak”.
Denklemi de: “En baştaki korkuya teslim olmak = Ardından
gelecek güzellikle kafadan engel olmak”.
Deneme - yanılma ile, insan aksini sansa da, zaman dahil
hiçbir şey kaybetmiyor. Hem öğrendiklerin, hem de
hevesle öğretebileceklerin, en çok böyle birikiyor.
Piyasada pek çok navigasyon programı var. Bence Locus
Premium herkesin telefonunda yüklü olması şart olan
programlardan.
Dün
ikindi, tek başına hiç bilmediğim – hiç kimselerin
olmadığı orman patikalarında ödüm patlayarak bisiklet
sürerken ispat etti rüştünü.
Hem
patikalara kadar gösteriyor; hem de gün & orman
bitiminde şu minicik kasabadaki pansiyon odasını bulmamı
sağlıyor.
Tuna Nehri’nde, Orth an der Donau buranın adı. İn cin
top oynuyor sokaklarında. Odam küçücük, tuvalet falan
dışarıda ama; hava kararırken çadır kurmaktan daha cazip
geldi bana.
Bugün Avusturya’dan çıkarım artık, hedef Slovakya’nın
başkenti Bratislava.
Şarj sorunu büyük ve ormanda navigasyon önemli; telefon
da etmiyorum, müzik de dinlemiyorum şarjım bitecek
korkusuyla.
Musluktan su içe içe kasabada su kalmadı, şimdi sıkı bir
kahvaltı yapıp yola düşme zamanı.
Bilgisayarım yok; Viyana’da doku mühendisliğinin içine
düşmüş kızım Ece Bluetooth klavyesini vermeseydi daha
zor olacaktı cep telefonuyla bu günceyi yazabilmek.
Sadece klavyede değil; o kadar yardımını gördüm ki
Ece’nin, ayrılışımız daha da zor oldu bu sefer.
Bu
kadar çok hastane yapılmasına lafım yok elbette, ama
bence bisiklet yolları da yapılabilirse Türkiye’mde;
bisiklet insanların günlük aracı haline getirilebilirse
(çok) daha az sağlık sorunları ile mücadele edilecek
ileride.
Cep
telefonuyla şimdilik bu kadar;
dün çok rüzgar vardı yol boyunca –
bugün omuzlarımda çantadan başka,
boolca Güneş de olacak..
02
Ağustos 2016 sabahı -
Orth an der Donau – Avusturya
**
** **
3 Ağustos 2016
Şu anda Bratislava’da, Tuna Nehri’ne bırakılmış bir şişe
var; içinde de bir mesaj:
“Tüm nehirler denizlere, denizler göğe, sevenler de
birbirine kavuşsa???
Bu kavuşmaları düşlemekten ne zarar gelebilir ki insana?
Önce kapımızın önündeki
öfkeyi süpürmekle güzelleşecek Dünya.
Sağlık, sabır, sebat ve
sevgi diliyorum, zaten doğuştan hep hazır tüm
ruhlara...”
Karadeniz’den ülkeme varması umuduyla başlıyorum şimdi
Macaristan’a ve yağmura doğru kanat çırpmaya...
** ** **
Hava Kararırken; Kimseciklerin Olmadığı Ormanda Kurulan
Çadır
Bu 5 Trilyon Yıldızlı otelde;
açık büfede ekmek elden -
su gölden bu
gece...
Hava Aydınlanırken; Göldeki Bulutlar
Limuzin Turizm Sunar: Kral Dairesi
Göle sıfır, kredi kartına taksit sıfır,
asansör sıfır, yan oda sıfır,
kuş sesleri bir bölü sıfır...
** ** **
4 Ağustos 2016
Macaristan içlerine doğru
Macaristan; her araç huzurla kendi uzuun
şehirler-ülkelerarası yolunda.
İçimden, döndüğümde sokağıma gizlice bisiklet yolu
çizgileri çizmek geçiyor gece olduğunda...
** ** **
5 Ağustos 2016
Gündüz; Akaryakıta Zam
Gelmeden Depoyu Doldurmak
Benzinci / Körmend
O
500 ml'lik şişenin içinde 150 mgm %40 Magnesium ve 4,5
mg %45 Çinko da var.
Dün Instagrama bir fotoğraf koymuştum. Kamyon gibi
ağırlığı taşıyan bagajın bir cıvatası yolda düşmüştü ve
tüm yük arka tekerleğe çökmüştü. Ona Anadolu usulü bir
çözüm bulup, yola devam edebilmiştim. Ekteki fotoğraflar
bir fikir verebilir, o cıvata olmazsa & bisikletin yükü
hakkında.
Elveda konfor derken abarttığımı sanılmasın. Bagajın en
üstünde yıkanmış ve
kuruması için arkaya serilmiş tişörtler, çoraplar.
O
kadar alışıyor ki insan bu mobil düzene zamanla; 30
kilometre süratle giderken çok farklı işlerle uğraşıyor
- bisikletin üzerindeki odalarda dolaşmaya başlıyor
adeta. Yakında bisikletimde hasta da kabule başlarsam
bunun %99'u şaka...
Gece; Ormandaki Kulübe...
Bunu mutlaka şimdi, sıcağı sıcağına yazmam lazım. Çünkü
az önce yaşadıklarım, çocukken annemin okuduğu masal
kitaplarındakine o kadar benziyor ki, geriye dönüp
harfini değiştirirsem, bu yazı tam şu anda
hissettiklerim olamaz.
Biliyorsunuz; Hırvatistan'a doğru pedal basmaktayım ve
şu anda Macaristan'ın güney batısından geçmekteyim.
Bu
ikindi, navigasyon programına da güvenerek ormandan
geçmeye karar verdim. Ama hiç bilmediğim bir ülkede,
kimseciklerin olmadığı bir ormana daldığımda başta
korkmadım dersem yalan olur.
Sonra her zaman olduğu gibi, geçti o korku ve devam
ettim yeşil ıssızlıkta. Yol o kadar derin çakıllıydı ki,
artık kontrol etmekte zorlanmaya başladım altımdaki
muazzam yükü ve birlikte yürümeye başladım Çelebi'yle.
Derken bitti orman, vardım bommboş bir kasabaya.
Yaşlı bir adamın peşinden koştum ve anlaştık Tarzan’ca:
-
Kalacak bir yer yok burada!
Locus Premium navigasyon programı bir yetişti - pir
yetişti yine imdadıma: Ormanda bir göl, bir de kamp yeri
vardı.
Ama
bisiklet o çakıllı yollarda o kadar sarsıntı yemişti ki;
sağ
arka çantanın gevşeyip yerinden çıkması ve jant
tellerinin arasına girmesiyle dönemez hale gelivermişti
arka tekerlek.
Büyük mesele çıkmıştı ama sorunu çözebilirdim bir
şekilde.
Tam
o sırada ıssız sokakta bir adam belirdi yanımda:
-
Ben bisiklet teknikeriyim ...
Böyle garip rastlantıları, kollanmaları çok yaşadım
hayatımda. Dostlar bilir, sonuncusunu - inanılmaz
kollanmayı daha yeni yaşamıştım geçtiğimiz haftalarda.
Derken yine kendimi buldum ormanda, o tek seçenek olan
kampı arama yollarında.
Ve
detaylı, uzun araştırmalar yapsam bulamayacağım kulübeyi
buldum ormanda.
Hiç
bilmediğim bir diyardayım;
bir
kulübem var ormanda
priz, ışık falan da yok -
ama
kimin umurunda???
**
** **
6 Ağustos 2016
Macaristan’dan,
Slovenya’daki Çiçekli Pansiyona...
4
km’lik rampanın başındayım; Macaristan’dan pedal pedal
hedefime yaklaşıyorum. O sırada bir şiir paylaşmak
istiyorum ama devam etmem lazım, en alta koyduğum
satırları bu akşama bırakıyorum.
Kilometre tabelasındaki rakamlardan daha uzun önümdeki
yol. Çünkü bu rakamlar bisikletin girmesi yasak olan
otoyollar için geçerli. Benim ise daha dolanarak, başka
yollardan gitmem gerekiyor. Zaten serbest de olsa,
otoyolda gitmek isteyen kim?
Bir
dağcıya, tırmanmak istediği zirveye helikopterle
götürmek önerilse, hiç kabul edebilir mi?
Hazır gıda gibi değil düşler; emek ile birlikteyken
güzel.
Sürekli Çelebi’nin pedallarına basmak ile o kadar
bütünleştim ki - aklıma Red Kid ile Düldül’ün, ikisinin
de hem uyuyup, hem de yola devam ettikleri kareler
geliyor.
Slovenya’da, Dolgovaške Gorice’de, küçücük, şirin mi
şirin bir pansiyona vardım. Bu akşam kralım; elektriğim
de var, suyum da.
Çamaşırlarımı büyük bir zevkle yıkadım. Yandaki ilçe
Lendeva’ya yürüyerek gidip, Pazar alışverişimi yaptım.
Yarın burada kalır, çevrede trekking yaparım.
Buradaki huzur, saygı vs. vs. vs... ama ÇOK iyi
farkındayım ki, ben Türkiye’deki muazzam aksiyona,
karambole, bizim değerlerimize aitim -
ve
ülkemde yaşayıp, ülkemde - sevdiklerimden önce ölmek
isterim.
Öğrenciyken Elmadağ’a en ilkel şartlarda kayak yapmaya
giderken, bir “Eşek Anırtan Yokuşu” vardı. 2016’da, onun
asfalt versiyonun başında paylamak istediğim satırlar:
Her
şey, ama her şey emek ister.
Hiçbir emek boşa gitmez; ama hiçbiri.
Gitmiş gibi gözükse de, farkına varılmadan ölünse de.
Sevişmek de emek ister, dövüşmek de.
Öğrenmek de, öğretmek de, ulaşmak da.
Her
şey, ama HER ŞEY emek ister.
Uyumak bile, uyanmak bile emek ister.
Yaşamak da emek ister -
insan gibi yaşayarak ölmek de emek ister...
**
** **
7 Ağustos 2016
Ziyafet...
Bu
sokakları bommboş kasabada, öğlen herkes bir şeyler
yedi. Çoğu yarın hatırlamayabilir ne yediğini - kimi de
bir ömür unutmayabilir, o ağaç gölgesindeki basit
lezzeti.
Bir
yerde 1 tam gün yine kalamadım; yine yol çekti, Zagreb'e
giden yolu uzatıyorum.
Bugünkü hedef, akşama neresi olursa artık, bir daha asla
aynı şartlarda göremeyebileceğim Slovenya'nın içleri...
Milyonlarca satırla: Her şey gidebilirken, durabilirken,
dokunabilirken.........
Özetle: Her şey; tam da öyleyken...
7
Ağustos 2016
Sıcak Duşlar (Warm
Showers),
Yalnızlık Köprüsü & İlk
Sohbet...
Warm Showers, ülkelerarası yolculuk yapan tur
bisikletçilerini o gece konuk eden, sıcak bir duş
yapabilmelerini sağlayan gönüllülerin, Dünya çapındaki
bir organizasyonu.
Yola çıktığınızda, güzergahınızdaki üye ile temas
kuruyorsunuz; uygunsa, o gece sıcak duşunuzu orada
yapıp, yatabiliyorsunuz. Para alışverişi yok elbette ama
ufak hediyeler götürmek adetten.
Bu
karşılıklı dayanışmada, siz de ülkenizden, yakınınızdan
geçen konukları ağırlamanız gerekiyor. Uygun değilseniz,
bunu belirtiyorsunuz ama hep uygun olmamak ve hep
başkalarında kalmak da yasak olmasa bile etik değil.
Bu
turumda Warm Showers’dan yaralanmadım; çünkü Ankara’dan
geçip İran’a, Gürcistan’a ya da başka bir egzotik diyara
pedallamakta olan turcuları sürekli konuk edebilme
şartlarım yok.
Bunları düşündüm az önce hava kararırken vardığım
kasabanın tek pansiyonunda; sıcak su olmadığı için buz
gibi suyla duş alırken.
Şunu da ekleyeyim; hiiç şikayetim yoktu. Su soğuktu
belki – ama duş alabileceğim su vardı.
Yazmak, telefon vs. ayrı bir şey; insan uzun süre
insanlarla gerçek sohbet yapamayınca, bir masadan
çağrıldığında o masadan ayrılmak bilmiyor.
Yeni dostlarım Elisabeth ve Johannes;
onlar için Warm Showers’a gerek yok;
kartımı verdim, kendilerine de söyledim –
Ankara’ya düşerse yolları, seve seve konuk edeceğim...
(gerçi biz yolda konuşuyoruz ama bu gece pansiyoncu
kadının babasının garajında, bir başka bisikletin
yanında duruyor Çelebi. O da kim bilir nasıl özlemiştir;
seleden, amortisöre, nasıl koyu bir sohbet vardır şimdi)
**
** **
8 Ağustos 2016
Hırvatistan’a Doğru /
Drava Nehri
Bu
kadar kızgın güneş altında pedallarken, canımdan,
kanımdan ter fışkırırken, birden Drava Nehri çıkınca
karşıma; hiç düşünmeden saptım ince toprak yola.
Sürdüm, sürdüm, sürdüm bol taşlı yolda, nehir boyunca.
Ve
ait olduğum ortama vardığımda, dünyamı kuruverdim
oracıkta. Ağaç arkaları mayo kabini, nehrin dibi
bataklık da olsa, huzur -
en
limitsiz kredi kartının alamayacağı, sadece huzur var
burada.
Sabah termosuma sıcak çay koymuştum, duşu soğuk
pansiyonumda; Dünya’nın en değerli içkisi bence, bu
ortamda.
"Bir şiir yazmak değil, bir şiiri yaşamak bu..." diyorum
gözlerimi kapatınca.
Hadi Çelebi; önce şu duyguları sıcağı sıcağına bir
paylaşayım;
sonra da akşam nerde kalacağımızı bilmeden düşelim
yolumuza…
(drava
nehri’ne 20 santim uzaklıkta)
**
** **
9 Ağustos 2016
İnat...
Artık 5. Ülkedeyim ve dün akşamdan beri çok arıza
yaşadığım için ancak şimdi yola çıkabiliyor, bu akşam
geç saatlerde Zagreb’e, ablam sevgili Hülya’ya
varabilmeyi umuyorum.
Böylece yol’culuğun ve sıcağı sıcağına yol’culuk
paylaşımlarımın da sonuna geliyorum. Umarım bu turun son
yazısını yarın sabah Zagreb’den paylaşabilirim.
Dün
akşam saatlerinde, dağın başında Çelebi’nin dizinde
oluşan bir sorunla uğraşıyordum. Hava tam kararmadan
hallolunca da Instagram’dan paylaşmıştım. O sırada
tesadüfen arayan ablam da dakika başı panik halinde
arıyor, ben de önemli bir şey olmadığını anlatıyordum.
Derken Novi Marof denen bommmboş bir diyara varmıştım.
Ortada insan da yoktu, kalacak tek mekan da; hava
kararıyordu ve sabahtan beri pedal basmaktaydım.
Garip bir binada “Zimmer” (Oda) yazıyordu. İçeri
girdiğimde sanki Tarantino’lu bir filme dalmıştım.
Bir
bar, beni kötü kötü süzen dişsiz, sarhoş bir adam, tarif
edemeyeceğim bir kadın.
Tam
“From Dusk Till Dawn” filmindeki gibi bir ortamdaydım.
-
Oda ne kadar?..
-
35 Euro!!!
-
Çüş!.. Dedim içimden. Şirin pansiyonlarda hep 17 -18
Eurolara kalmıştım.
Tek
yer olarak “Yerse!” diyorlardı ve:
-
Danke... diyerek oradan bilinmeze doğru ayrılıyordum.
Yolda yukarı tepelere doğru Remetinec diye bir kasaba
tabelası görmüştüm, oraya doğru pedal basmaya başladım.
Hava kararmışken ve yorgunluktan ölürken çok şeker bir
pansiyona varmıştım.
17
Euro. Duş, tuvalet ortaktı ama anahtarı verip
gitmişlerdi, pansiyonda tek kalandım.
Kumanyamdan nefis bir ziyafet çekip lenslerimi falan
çıkartmadan yattım. Horoz sesleriyle uyandıktan sonra
karşı fırından aldığım börek ve yaptığım çay ile yola
hazırlandım –
ve
cep telefonum bozuldu...
Ne
yaptıysam açamadım ve yanımdaki yedek telefona Sim &
micro SD kartları taktım. Çelebi’yi yüklerken sıradan
arka bagaj demirinin beni 100 metre daha
götüremeyeceğini anladım ve sağını solunu uygun
yerlerden kırarak modifiye bir bagaj taşıyıcı ortaya
çıkarttım.
Bu
arada bu saate kaldım ve ilk %8’lik rampamı oflaya,
puflaya daha yeni tırmandım.
Bugün yolum rüzgara karşı ve uzun ama kararlıyım;
Zagreb’e varmaya çalışacağım. Yol boyu Instagram’a
görüntü yükler, sanırım bu gece çok geç saatte, ya da
yarın sabah konfor içinde son yazımı paylaşırım.
Zamanınız olursa benim için Forrest Gump filminin
müziklerinden de olan: Against the Wind'i dinleyebilir
misiniz Bob Seger'dan?
Şu
anda TAM o moddayım...
Çok
sevgiler hepimize...
(yola & ormana nazır açık hava bürosu)
VE ZAGREB...
OOLEEEY, OLEYY, OLEY,
OOLEEEY;
ŞAMPİYOOON, ŞAMPİYOOOON
:)=
Düşüm gerçekleştiii... Ablamda 2 adım atıp mutfaktan 1
bardak su getirmeyeceğiiim.
40
kilometreden beri "gelip alayım seni" diyordu, inat
ettim, tılsımı bozmadım.
Bu
akşamın devamını, dostlarıma çook büyük sevgi ve
teşekkürlerimi de yarın ikindi uyandığımda yazarım.
Bu
arada kaç kilo verdiğimi bilmiyorum ama bu süreçte
düşmesin diye 2 defa bel çantamın kemerini daralttım.
Sevgiler, çook teşekkürler...
Küçük derelerdir büyük nehirleri oluşturan
ve
küçücük dereler ise küçük mutluluklar;
küçük paylaşımlar ve paylaşılan dostlardır mutluluğu
tamamlayan...
**
** **
10 Ağustos 2016
Vefa ve Veda -
Bir
insan kaç defa, sadece beden gücüyle yol alan bir araca
atlayıp da -
bilmediği diyarların orman yollarında, akarsu boylarında
yalnız başına yol almayı göze alır hayatı boyunca?
Ve
ne kadar tarifsiz önemli olur; kiminin yüzünü görmediği
gerçek dostların sevgisini, ilgisini, korkusunu,
kollamasını hissederek ilerlerken yolunda?
Bu
aslında dış ülkelerde gerçekleşen değil, kendi iç ülkeme
bir yolculuktu. Sanıyorum bunca maskelerin takıldığı
zalim Dünya’da, eğri büğrü de olsa, ta kendime, özüme,
özlediğim Yalçın’a varabilmeydi sonunda.
Bu
iç hatlar seferimde yeni bir format da atılmış oldu
arkadaşlıklarımda.
Kalp krizi geçirilirken; acilen dil altına konması
gereken ilaçlar vardır. Bu ilaç, tozlu da olsa, çamurlu
da olsa yeter ki "tam o anda" el altında, dil altında
olmalıdır.
O
sırada yanında olmayan 1 milyon dil altı ilacının,
tertemiz şekilde, ama uzaak bir buz’dolabında durmasının
bir kıymeti var mıdır?
“Çok öpüyorum” ile, “Çok sevgiler” ile biter pek çok
yazışma. Ama bu yorucu yolculukta, karanlık patikalarda,
köpek kulübesinden az büyük elektriksiz ortamlarda
desteğini hissettiren tanıdığım ya da çok iyi tanıdığım
TÜM dostlarıma, iç ülkemin başkentinden selamlıyor, çok
öpüyor, çok da seviyorum.
Hülya; yani canım ablam da hayatımda doğduğumdan beri
bana hep yeni ufuklar açmış birisi.
Geçenlerde hakkında bir yazı yazmıştım; aşağıdaki
satırlar o yazıdan:
**
** **
...
Hülya ablaydı; kardeşi ona emanetti. Ama evde yalnız
kalmak zorunda kaldıklarında, korkularından salonu geçip
mutfağa gidemezlerdi. Ellerinde sopalar, milim milim
mutfağa yaklaşırlar -
alacaklarını aldıktan sonra çığlıklar atarak, koşa koşa
odalarına kaçarlardı.
Sonra da yorganı başlarına çekip, “salonda olabilecek
hırsız…”ı korkutmak için yüksek sesle: “evde
kızılderililerin, kovboyların saklandığını…”
konuşurlardı. Bunlar genelde 1000’den fazlalardı;
koltukların arkasındakileri saymıyorlardı.
**
** **
İşte Hülya, bu yolculuğun sonunda birbirinden güzel
yemekler ve sımsıcak bir ortamla unutamayacağım bir
karşılama yapmıştı bana. Onca yol yorgunluğu unutulmuş
gecenin geç saatlerine kadar sohbete doymaya
çalışmıştık.
Bu
sefer mutfağa elimizde sopalarla gitmesek de; yorganı
başımıza çekip evde kızılderililerin, kovboyların
saklandığını konuşmasak da, annemizi, babamızı çook
özlemiştik.
Bu
çetin yolculuk artık yerini kısa bir ailevi tatile
bırakıyor. Ardından da Ağustos böcekliği yüzünden acayip
birikmiş hasta randevuları ile bir iki hafta
anlatamayacağım kadar yoğun çalışma günleri bekliyor.
Yeni yazılar, yeni duygular, yeni paylaşımlarla bir süre
sonra buluşmak dileğiyle;
tüm
dil altımdakilere kucak dolusu falan değil –
ölünceye kadar küt küt atacak kalbim dolusu sevgi ve
teşekkürlerimle...
düş
hekimi yalçın ergir & (az önce sevilmiş) çelebi
http://www.ergir.com
|