|
ANKARA DEVLET OPERA & BALESİ’NDE (5. kez) Yerli Malı, Yurdun Malı Müzikli Sunum: “evet; sevdik…” 14 Şubat 2016, Pazar 16:00 - Leyla Gencer Sahnesi / Ankara
- Zıldır zımba; biiir, iki, üç… Cep delik, pantolon sökük, üç numara saçlar - tek ayak üzerinde neşeyle, seke seke birbirini kovalayan çocuklar…
Birdirbir oynarken: - Birdir bir… dörttür dört – dön de dötünü ört… diye atlarken vuranlar…
Saklambaç oynarken bütün mahallede çınlayacak şekilde ellerini vura vura: - Çaanakk, çömmlekk pattlaadı; çaanakk, çömmlekk pattlaadı… diye bağıranlar…
Yağlı Kayış’ta, “Soğuuk”, “Sıcaak” derken, tattıkları acıyı bir ömür özlemle anımsayacaklar…
Uzun Eşek’te; altta, tren gibi dizilmiş kıvranan çocuklar - yukarıda, neşe içinde, tadını çıkara çıkara: - Biiiiizimm kööööyünn iiiimamı; alttan veeerirr saamanı, üstten çııkaar duumanı, çattı da, pattı da, kaç attı??? diye soranlar…
Ceplerinde “Amerikan”lar: - Benden baş; sekiyor, sapıyor - üstünden atlıyor… diyerek, gıcır – köstek dizilmiş misketlerin başında duranlar; ütülünce kapışanlar…
Üçgen(müselles), kuyu; tepesine - tepesine kondik atanlar…
1 değil, aynı anda 2 iple; “sanki sonsuza kadar sürecekmiş gibi” ip atlayanlar…
Mahallede dolaşan anket defterinde, en önce: “Sevdiğinizin baş ve son harfleri nelerdir?” sorusunun yanıtlarına bakanlar…
Bezirganbaşı olup kapıyı açanlar; ustası ölmüş, yağ ve bal satanlar…
“Burun yok!...” dense de; Sümerbank ayakkabı ile topa “acı burun” vuranlar…
Sigara kağıtlarını toplayanlar; çember çevirenler, çomağı çelik olanlar…
Bir bahçe duvarına oturmuş Cız oynayanlar, çivi maçında taç atanlar…
Başka bir duvarda; değiştirilen kalbi “ufak gelmiş” adamı konuşanlar…
Ele mum dikenler, kör ebeden kaçanlar, mendil kapanlar…
Balçığın bile tadını çıkartıp, çivi sıralayanlar…
Yakantop’ta çil yavrusu gibi kaçanlar, topu tutan kahramanlar…
Ya ya ya - şa şa şa… gibi “inanılmaz masum” tezahüratlar…
İpten voleybol ağları; salıncakla, taa yıldızlara ulaşanlar…
Bezden bebekler, tahta tüfekler, sopadan atlar…
Tenekeden düğün davulu; evcilik oynayanlar…
Degav, Degav; Dikşinnyaaaa…!! Şahane vurulup, şa-ha-ne ölen kovboylar…
Su tabancası, mantar tabancası, sapanla dolaşanlar…
Çatapatlar; karpit, torpil patlatıp, roket atanlar…
Borudan üflenen külahlar, kartopuyla savaşanlar…
Kağıt helva, pamuk helva, macun, leblebi tozu, alıç, nohut alanlar…
- Ooooo; ya şundadır, ya bunda, helvacının kızında… diye parmakla sayanlar…
- Aldım, verdim, ben seni yendim… diyerek, yarım burun birbirine yaklaşanlar…
Kırmızı tutup kural koyanlar; “Ay, may, kumay…” diye dönen avuçlar…
Seksekte yananlar, mızıyanlar, kazmacaya dönüşen çelik çomaklar…
- Önümüze geleneee bin tekme!! diye kol kola volta atanlar…
Tüm mahalle domates kokarken, komşularla salça kaynatan analar…
Bakkaldan fileyle dönen gizli pençeli, baba gibi babalar…
Tabanı 1 haftada delinmiş Raf, Venüs lastik ayakkabılar…
Sanki bağları varmış gibi bağ desenli Cızlavet’ler, Soğuk Kuyu botlar…
Bir türlü ağarmayan Kot’lar, kıvrılmış paçalar, paçada fermuarlar…
Aşı olup davul gibi şişmiş kollar; koluna top çarpanlar…
İnşaattan aşırdıkları kalasla tornet yapanlar…
- Arabistaaan buğdayları, severleeer sevdiğini… diye sıralananlar…
Tek kale, çift kale, Japon kale… derken, akşama kadar maç yapanlar…
Uçaktan atılmış kağıtların peşinden düşe kalka koşanlar…
Çekirdek, frigo buz - açık hava sinemasında hırkayla oturanlar, uyuyanlar…
Uçurtmalar; Dünya’nın değil, çocukluğun sonuna kadar koşturan Çıtalı’lar...
VE NE YAZARSAM YAZAYIM, MUTLAKA EKSİK KALACAK DUYGUSAL DETAYLAR… ** ** **
İNTERNETSİZ ÇOCUKLAR
İnternetin, cep telefonunun olmadığı bir mahallenin çocuklarını düşünün.
Bu iletişimsizlikte; Samsun’da da – Mersin’de de, aynı oyunların, aynı kurallar ve aynı ifadelerle oynandığını da düşünün.
Günümüzün “Ağırlaştırılmış Ekran Hapsi”ndeki çocuklarına:
“Ön dö turva - davul zurna”nın, “Sayım suyum yok”un, ya da: “İstop, sobe, dalya”nın paha biçilmez basitliğinin – nasıl hiçbir şey ifade etmeyeceğini de düşünün.
GÜZELLİK Mİ; ÇİRKİNLİK Mİ?
Paylaşılmazsa; geçebilir mi bu detaylar, bir sonraki kuşaklara?
Bir kerecik daha kukalı saklambaç, sessiz film oynayabilmek, bir kerecik daha - belki de son defa bu duygularla birlikte olabilmek, birlikte, yine o coşkuyla “Kırlara Doğru” şarkısını söyleyebilmek için neler neler vermeyecekleri bekliyoruz, 14 Şubat 2016’da.
Daha önce defalarca gördüğünüz değil; daha önce oyuncusu olduğunuz bir ortama –
eskilenmiş – düncellenmiş, okyanustan damlaya; eski bir Yeşilçam filmi anlatımındaki müzikli sunumumuza…
soprano leyla çolakoğlu – düş hekimi yalçın ergir http://www.ergir.com
Biletler: Biletiva: https://www.biletiva.com/seats/ANKARA_DEVLET_OPERA_VE_BALESI/66862 Devlet Opera ve Balesi Gişesi & Leyla Gencer Sahnesi Gişesi
2009’dan - 2016’ya, “evet; sevdik…”: http://www.ergir.com/sahne_tozu.htm
|
|
** ** **
|