50
KURUŞ...
(Fon Müziği:
https://youtu.be/1Y-5168rhxo?list=RD1Y-5168rhxo )
Seyfi şoförün oğluydu. Sarar
İlkokulu 2-C sınıfında yanımda otururdu. Öğretmenimizin
gelmediği bir gün, mum gibi oturmamız gerekirken
boğuşmaya başlamış, hışımla sınıfa giren müdire Adviye
Hanım’a yakalanmış ve kulağımızdan çekile çekile odasına
götürülmüştük.
- Çıkartın ayakkabılarınızı; bundan
sonra hamal olacaksınız!.. diye bağırmıştı müdire hanım.
Ödümüz kopmuştu; çenemiz titreye
titreye, haykıra haykıra ağlamaya başlamıştık. Büyük bir
suç işlemiştik. Kötü örnektik; o yaşımızda sıraların
üzerinde boğuşmuş, karşılığında da okul hayatımızı
noktalayıp hamal olmuştuk. Bundan böyle sırtımızda küfe;
okula giderken önünden geçtiğimiz çamur içindeki Maltepe
Pazarı’ndan çıplak ayaklarımızla evlere patates, pırasa,
yer elması taşıyacaktık.
Derken bir mucize olmuş; Adviye
Hanım insafa gelerek ‘bir daha olmaması’ kaydıyla bizi
affetmişti. Ayakkabılarımızı giymiş, okumayıp hamal
olmaktan kurtulmuş, minnet ve korkuyla müdire hanımın
bin defa elini öpüp, yere bakarak sınıfa dönmüştük.
Eğer affedilmeseydik, zar zor
alınmış ayakkabılarımızı bir daha giyemeseydik, nasıl
gidebilirdik evlerimize kadar yürüye yürüye? Ne derdi
kim bilir ne dertleri olan öğretmen annem, ağlaya ağlaya
eve gittiğimde ve:
- Seyfi’yle ben artık hamal olduk;
ayakkabılarım da okulda kaldı... dediğimde?
Ya da neye davranırdı Seyfi’nin
şoför babası; cebinde üç kuruş bozuk parayla gece yarısı
yorgun argın eve döndüğünde, ödü patlayan karısı:
- Senin oğlanı okulda hamal
yapmışlar... diye söylediğinde?
** ** **
Seyfi benden tam elli kuruş borç
istemişti; benim de vardı, vermiştim iki yirmi beşliği.
Aradan günler geçti. Kim bilir
şişko Fahri kaç defa saat tam 10:00’da sınıfa sıcak süt
getirdi ama benim elli kuruş bir türlü geri gelmedi.
Artık dayanamadığım bir gün,
teneffüs zili çalar çalmaz sıra arkadaşımın üzerine
Tommiks gibi atlayıp istedim paramı.
Elimden kurtuldu Seyfi ve başladı
bütün okul bahçesinde, bina çevresinde amansız bir
kovalamaca.
Sanki teneffüs bir asır, binanın
çevresi bin kilometreydi.
Yakalayınca Seyfi’yi, belki on bin
kilometre yuvarlandık okulun tozlu bahçesinde.
Darmadağın olmuş, beyaz yakalarının düğmesi kopmuş, aynı
tahta sırada kara tahtaya bakıyorduk. Sucuk gibi
terlemiştik ve çok ciddiydik; her an hamal olabilirdik.
Her gün sabırsızlıkla aynı saati,
aynı zilin çalmasını bekliyorduk.
Öğretmenin sınıftan çıktığı
saniyede amansız bir kovalamaca başlıyor, elli kuruş
alacaklı bir çocuk, elli kuruş borçlu bir çocuğu
kahkahalarla kovalıyordu. Sonra borçlu kendisini
yakalatıyor ve doyumsuz büyük güreş başlıyordu.
** ** **
Artık havalar iyice ısınmıştı;
sanırım yaz tatili de başlamak üzereydi. Herkes
dağılacak, üç ay ayrı kalacaktı.
Böyle bir gün, teneffüs zili
çaldığında sıramda iki adet yirmi beş kuruş duruyor,
Seyfi de gülerek bana bakıyordu.
Seyfi borcunu ödüyordu.
Dünya başıma yıkılmıştı; allak
bullak olmuştum.
Hayatımın en güzel, en paha
biçilmez kovalamacası bitmişti.
- İstersen yarın ver - hiç acelesi
yok ... falan gibi laflar ediyordum ama acı gerçek
sıranın üzerinde duruyordu;
hesap kesilmiş - oyun bitmişti.
Derken okullar tatil oldu. Ben
başka okula geçtim ve Seyfi’yi bir daha hiç göremedim.
Kim bilir; şimdi belki bir bankanın
ikinci krediler müdürü, belki bir nakliye firmasının
genel koordinatörü, belki de Ulus - Seyran hattında bir
minibüs şoförü olmuştur.
** ** **
Sevgili Seyfi, en azından şansımı
deniyor;
bu yazdıklarımı internet denizine
döküyorum.
Eğer bu yazı sana ulaşırsa;
bu sefer de ben senden elli kuruş
borç istiyorum
ve değil 2017 Mayıs’ında,
bir daha hiç ödemeyeceğime söz
veriyorum...
düş hekimi yalçın ergir
http://www.ergir.com |