- İnebolu’nun batı sahil yolu çok ıssızdır, çok
rampalıdır, virajlıdır, dardır, bozuktur. Kimse
kullanmaz o yolu; başına bir iş gelse kimsenin haberi
olmaz. Gel sen İnebolu’nun doğusuna, işlek Abana yoluna
git...
diye devam etti hastamın babası, Kastamonu Eczacı Odası
Başkanı dostum.
** ** **
Ama ben çook istiyordum; kan ter içinde de kalsam, bu
sağ tarafı deniz, sol tarafı orman ıssızlıkta yol almayı
- akşam çadır kurmayı ve sadece hiç ışık olmadığında
görünen yıldızlara bakıp düşler kurmayı.
İnebolu – Amasra arasının bakirliği yakında
viyadüklerle, tünellerle, bol şeritli yollarla son
bulacak. Bu yol böyleyken, böyle hissedilirken ve
gidilebilirken, şimdi güzel.
Avrupa’da bisiklet tutkunları, böyle bir ortamın hala
olduğunu öğrendikleri an, soluğu orada alıyorlar.
Geçenlerde 2 bisikletli kız geçmiş
Çin’den gelen – otobüs molasında çay içerken hep bunları
anlattılar.
GİDEBİLMEK Mİ?
O da ayrı bir hikaye bir Ankaralı için. Çünkü bisikleti
bagajına koyup, İnebolu’ya direkt giden bir otobüs yok!
Gece 24:00’de Kastamonu otobüsüne binip 04:30’da
terminalde inip, İstanbul’dan gelecek İnebolu otobüsünü
beklemeniz lazım.
Aslında Kastamonu’dan İnebolu’ya saat başı minibüsler
var ama büyük bir bagaj yeri yok; yolcuların kucağında
gidecek hali de yok.
- Olsun... dedim; hele bir Kastamonu’ya varayım, onu da
orada düşünürüm. Burada düşünmek demek; garanti
gidememek demek.
** ** **
Sabah 07:30 AŞTİ’de, koydum bisikleti otobüsün bagajına;
çıktım ne olacağını tam kestiremediğim yolculuğa.
Kaptan İnebolulu; çok sevdik birbirimizi. İner inmez
Kastamonu’ya, seferber etti terminali.
Sonuç: İnebolu’ya giden dolu bir minibüs; şoförün
arkasında kocaman bir bisiklet: “neymiş - adamın bi düşü
varmış...”
** ** **
İnebolu’da; eski Türkiye’deyim. Daracık daracık
sokaklar; sanki değil - kesin hep iyi insanlar.
Bu sıcaklıkta esnaftan sevgili Fatih Gözen’den o kadar
çok detay öğreniyorum ki.
Dükkanında çay içerken babasının 1948’de çekilmiş
fotoğrafı dikkatimi çekiyor. Saygı ve hayranlıkla
inceliyorum fotoğraftakileri.
** ** **
Şu anda solumda kara bir deniz; önümde çay bardağı,
paylaşıyorum hissettiklerimi.
Yarın sabahtan itibaren en önemli kavramlarım: sağlık ve
su.
Şarj, internet vs. çok önemli değil.
Tesis ihtiyacım da yok; sol arka çantamda çadırım, uyku
tulumum ve yıldızlarım var –
her koy benim.
Nereye kadar gideceğim de önemli değil –
bugün İnebolulu kız her ne kadar:
- Tavsiye etmem; çok bozuk o yol... dediyse de,
gideceğim yön önemli.
Bu bir tercih meselesi; son derece konforlu bir araçla
gidilecek, omuz omuza yürünüp sofradan kalkamaz hale
gelinceye kadar yenilecek bir tatil de bir seçim.
Güneşte ya da bardaktan boşanırcasına yağmur altındaki
ıssızlıkta, telaşsız yol almak da.
Ben tercihimi zahmetten yana yapıyorum; bir şey
olacağını da sanmıyorum.
Zaten içinde bir kötülük yoksa, çok da istiyorsan,
sürekli: “ya bir şey olursa?” diye kendin gibi
yaşanmayacağını, dört yaşından - dizlerimdeki
kabuklardan beri iyi biliyorum.
** ** **
Yarın sabah erkenden nereye kadar gidebilirsem,
ıssızlığa kanat çırpmaya başlamayı diliyor;
"Uçarkuş'un Yeri" Çay Bahçesi / Boyranaltı -İnebolu'dan
sevgilerimi sunuyorum...
dhye
*******************************
Hava kararırken Fakaz’a vardım; ama ben böyle dik, uzun,
sık, keskinden de keskin virajlı, mıcırlı rampalar
hayatımda görmedim.
Geçen yaz bisikletle 5 ülke gezdim,
bugünkü kadar insanüstü kuvvete ihtiyaç hissetmedim.
Fransa Bisiklet Turu’nda yarışmacılar yüksüz 6-7 kiloluk
bisikletlerle tırmanıyorlar kaymak gibi asfaltlı -
karşıdan kamyon çıkıvermeyen rampaları.
Benim yolumda keskin virajlarda 2 araç karşılaşırsa önce
teki bekleyip yol veriyor; ardından kendisi geçebiliyor.
Keskin virajlı asfaltta hep ama hep mıcır var. Yani
yavaş gitmezsen inişte, kayıverip 300 metreden denize
uçmak an meselesi.
Dayanıklılığın dibine kadar test edildiği bu ortamdan
benden önce de bir bisikletli geçmiş
ve %10 eğimle uzuuuuuuun tırmanışı gösteren tabelalara
hep kalemle: “%100 yazıp bir de bisiklet resmi çizmiş. O
kadar iyi anlıyorum ki onu, bazısına kalp şekli
koyuşunu.
ÇÜNKÜ bu az hak verecek olsa da; muhhteşem bir eziyet.
Kova kova terlesem de, içtiğim 4,5 litre suyu sadece ter
ile atsam da bu yol mutlaka yaşamda bir kez böyle metre
metre geçilmesi gereken, çok babayiğit bir yol.
Fakaz’a vardığınızda kendi yanaklarınızdan öptürebilecek
bir zafer sarhoşluğu.
Bugün talihim vardı – bu dik mıcırlı virajlar bir de
yağmur yağsaydı; yüklü bir bisikleti kamikazeye
dönüştürürdü.
Umarım yarın “daha da beter” dedikleri gideceğim yolda
yağmurda santim santim gitmek zorunda kalmam.
Yağmurda bisiklet kullanmak aslında
şahanedir – ama bu diklikteki kaygan dönemeçlerde yüklü
iki tekerle yolculuk; tsunamide yelken yapmaktan daha az
riskli değildir.
Ekte bugünden kareler,
taşlaşmış eklemler,
kapanan gözler
ve tabii ki sevgiler...
dhye
*******************************
bu sabahki sıkı kahvaltı da bu yüzer otelde;
sonra isterse gelsin %10,5'lar...
dhye
*******************************
bizim dünkü tabelalara: %100 yazan bisikletçi buralara
gelememiş ya da yazacak hali kalmamış :)= Fena yağmur
geliyor, arkadan sallananlar sırılsıklam tişörtler...
dhye
*******************************
Şahane Perişanlıklar...
Bu yazıyı; tam şu anda Cide’de fırtınadan sonra gökte
beliren Ay-Yıldız’a yazıyorum. Onlar ellerinden geleni
yaptılar - artık okumasalar da olurlar bana
hissettirdiklerini.
Bir şahane perişanlık gecesinde; yaşamı daha da
değerlendirenin:
hazır, “son tüketim tarihi: yüzyıllar” olan, genetiğiyle
fena oynanmış düşlerin değil –
“bugün var - yarın yok” “kişiye özel” düşlerin peşine -
(o da bugün) düşmek olduğuna inanıyorum. (yarın’ı gören
var mı Güneş’ten başka?)
Bu konuda verilecek emeğin; farkına varılmadan ölünse de
asla boşa gitmeyeceğine inanıyorum.
Yüklü bir bisikletle; bir amansız güzergah İnebolu –
Cide rampaları. Evet; perişan oldum – çook perişan
oldum;
"ne gerek var??" dendi,
bu fırtınada sahile kuramadım çadırımı... vs vs.
Ama sonuç?:?:
"Şu anda tarifsiz mutluyum"
“Bu seni mutlu ediyorsa; o kadar da yanlış değildir”
diye bir şarkı var ya -
tam şu anda: “N’olacak; çok istersem Ay-Yıldız’a bile
gidebilirim...” diye hissetmiyor muyum?
“Sonuç doğruysa, çözüm de doğrudur diyor, armağan
yaşamın: “sahibinden / az kullanılmış” olarak iade
edilmemesi gerektiğine inanıyorum.
** ** **
Artık işime gücüme dönme zamanı geliyor;
ama önce Rıfat Ilgaz’ın “kiminle konuşsam kültür
fışkıran” diyarının tadını çıkartmayı diliyorum.
Ay-Yıldız’ın altında bol düşlü geceler, mutluluk verecek
şahane perişanlıklar hepimize
ve içten sevgiler –
bana mı öyle geliyor ama; çook teşekkürler esirgemeden
hissettirdiğiniz sevginize.
Yakında yine Ankara’dan görüşmek üzere...