GÜNEŞ ÇOCUKLARI...

 


“Bu emektarın 99 depreminde ilk yola çıkanlardan olduğuna tanığım...”

Sevgili Seval Nuray Başgül, Instagram’da 2 Kasım’da paylaştığım: “Arabalar Ağlasaydı...” görselime, bugün yukarıdaki yorumu yapmış.

Bu yorumu bile, bu sabah kırmızı ışıkta beklerken, o emektar arabada okudum
ve yeşil ışık yandığında, kendimi 1999 / 17 Ağustos’unda - Sakarya yollarında buldum.
** ** **

O emektar arabayı, kendi çapımda derleyebildiğim yardım malzemesi ve yiyecek ile tavanına kadar doldurmuştum. 

Yükümden ötürü dikiz aynasından arkamı görebilmem imkansızdı. Elektrikleri kesik Sakarya’ya girdiğimde gördüğüm manzara tahminimden çook daha acıydı ve işte erkekler de bal gibi hüngür hüngür ağlardı.

O arabada bir de balyoz götürmüştüm. Bu satırları yazarken az ötemde durmakta, Düzce depremine de gittiğimiz emektar.

Elimden geleni yapmaya çalışırken dayanamayıp, açık hava hastanesine dönmüş Sakarya Stadyumu'nun çimlerinde uyuyakalmıştım.

Ertesi sabah yabancı ülke ekipleri de gelmeye başlamıştı, Bir ekip elemanı, enkazın üzerinde poz veriyor. Daha sonra ilk poz veren makineyi alıp, öteki elemanın enkaz üzerindeki hatıra fotoğrafını çekiyordu.

Yıkıntıların üzerinde, kafesinde duran artık sahipsiz bir muhabbet kuşu da onlara bakıyordu.

Hiç tanımadıklarımla bir pikabın kasasında, başka bir enkaza doğru giderken, yoldan bir kız çocuğu almıştık aracımıza; artık kimsesi kalmamıştı ve bugün bile akmaya devam edecek göz yaşları henüz başlamamıştı.

Şehre sinmeye başlayan kokuyu da asla unutamayacağım; Ağustos sıcağının susuzluğunun ardından Ankara’ya dönerken, yolda acı bir tezat olarak karşıma çıkan hızlı gıda devinin buz gibi Cola reklamını da...

Sonra günler geçmişti; dereler yatağını bulurken, duygularım rahat bırakmamış; aşağıdaki,
güya “Güneş’te yaşayıp, Dünya’yı merak eden çocukların Dünya’yı ziyareti”ni yazdırmıştı:
** ** **

GÜNEŞ ÇOCUKLARININ DÜNYA ZİYARETİ

Hayatın büyük döngüsü; araya 7,4 değil, 14,8 şiddetinde depremler de girse, bazı şeyler hiç değişmeyecek.

Bu depremin gerçek sebebi, güneş tutulmasıdır. Bir dahaki güneş tutulmasında, yine yıldızlar gözükecek; o zaman daha dikkatli bakın. Yeni yıldızlar göreceksiniz, çoğu tanıdık, irili ufaklı. Samanyolu ile Küçük Ayı’nın arasında, kiminin elinde oyuncak ayısıyla.

Ertelemeyin, üşenmeyin, vazgeçmeyin. O kapıdan içeri mutlaka girin.
O kapıyı, bir daha hiçbir dozer açamayabilir.

Sevgiler...
dhye

Dünya batıdan doğmuş, güneş imparatorluğunda “dün”, dünyada “gün” başlamıştı.

5750 derecelik hava sıcaklığı, ılık bir günün müjdesini verirken, dünebakan çiçeklerinin arasında, güneş çocukları oturmuş, ayın aydınlık yüzüne bakıyor, ayın karanlık yüzüne bakan Amasyalı çocukları hiç göremeden “Dünya” tutulmasını seyrediyorlardı.

Güneş çocukları çok merak ettiler, kendilerinden yıllar önce kopup giden bu mavi gezegende olup bitenleri; en çok da Ay’ın arkasına saklanan şu garip ülkeyi.

Ve karar verdiler gizlice gitmeye, neler olduğunu çözemedikleri tek ülkeyi keşfetmeye.

Güneş ülkesinin çocukları, bir salı sabahı, 03:02'de, indiler yeryüzüne; kimi Yalova’ya, kimi Gölcük’e. Dağıldılar evlere, dağıttılar evleri, yanlarında on bin yıldız, gittiler on bin ışık yılı öteye; karıştılar evrene.

Deniz kumlu kirişler çatır çatır çatlayıp, duvarlar patır patır patladığında, 03:02'de:

Ebru, Halit’e küs idi,
Ayşe Teyze fena sinirliydi, oturma odasını dağınık bırakıp, salonda uyuyan kocasına.
Mehmet, duvardaki posterin iziyle içine ettiği yeni badanadan dolayı dayak yemiş,
Jale yüzünde salatalıklarla uyuyakalmıştı.
Mustafa, sabah olunca, Arzu’yu ne kadar sevdiğini söylemeye karar verdi, tam saat 02.32'de, yatağında, gözleri henüz çökmemiş tavanda.
Nedime o gece hamile kaldı.
Selami Bey'lerin o en sevdiği tabak bıçak takımları hiç kullanılamadan, hep o çok özel günü beklemeye devam etti; Rıfat Bey’in Fransız Şarabı da, yılbaşı gecesini.
Küçük Hasan, o gün dişçiden korkmuş,
Latife Hanım, “bir daha bu eve gelemezsin!” diye gündelikçi kadını kovmuştu. Haklıydı da, bir daha ancak Alman Kurt Köpekleri girebildi o eve.

Güneş çocukları döndüklerinde ülkelerine, ardında bıraktıkları o mavi gezegenin tuhaf ülkesinde, batısında bir yerlerde:

Ali Bey’ler, yan çadırdakilere küs idi.
Rıza, erzak sırasında uyanıklık yaptığı için Memo’ya gıcık kapmış,
Hızırtepe Çadırkent, Irmaklar Çadırkent’i 6-0 yenmişti,
Melahat Hanım'lar, Nermin Hanım'ların çadırına oturmaya gitmiş,
Kolera Basri ilk azarını işitmişti.

Gökyüzünde on bin yeni yıldız parıldarken, bir yıldız kaydı. Gülpembe’nin nur topu gibi bir oğlu oldu;

adını “Barış” koydular...

düş hekimi yalçın ergir http://www.ergir.com/

 

 

 

 

  Düş Hekimi Yalçın Ergir

Facebook Paylaşım Sayfası

https://www.facebook.com/dushekimiyalcinergir