WEB FOTOROMAN (ses düğmesi açıkken)
AŞKA İZİN ÇIKINCA (ya da 'aşk zincirini kırınca')
'Canım Kezban'ın peşindeydim;
bir sene önce Ankara Garı'nda bilet alırken:
- Hangi yöne? diyen biletçiye
- Farketmez; ilk trene... demiş; atlayıp Kayaş banliyö trenine, Köstence'ye gitmiştim. Oradan da Topkaya, Üreğil, Bağderesi üzerinden yürüye yürüye şehre dönmüştüm.
İn cin top oynuyordu Köstence İstasyonu'nda indiğimde. Pembe sütununa bir yazı kazınmıştı:
‘Canım Kezban’.
Kimbilir nasıl seviyordu Kezban'ı. Belki de kapı basamağında geldiği trenden indiğinde, nasıl dağlara, taşlara, istasyon duvarlarına yazmak istemişti içindeki ateşi. Belki Kezban da 'canı' olduğunu bir sabah istasyondaki sütundan öğrenmişti.
Yine banliyö trenindeydim. ‘Camı açılabilen’ son kuşak trende belime kadar sarkmış, virajlarda trenin en önünün, en arkasının fotoğraflarını çekiyor, sinyal direklerine yaklaşırken içeri kaçıyordum. Rengarenk çamaşırlar asılı, rengarenk duvarlı güzelim gecekondu evlerinin arasından geçerken, az ötede yollarda olmanın güzelliğini yaşatan Samsun Asfaltı’na bakıyordum.
Ve indim Köstence istasyonunda.
Son geldiğimden bu yana duvarlardaki yazılar çoğalmıştı. Ortalık çizilmiş kalplerden, kurşun kalemle yazılmış şiirlerden geçilmiyordu.
Galiba aşk ateşi ‘her’ tarafı sarmıştı.
Farklı tarzda bir yazı hiç yoktu; ‘işime geleni’, ‘görmek istediğimi’ değil, ‘ne görüyorsam o’nun fotoğraflarını çekiyordum. Aslında çektiklerim, görmeyi çok özlediklerim, alıp elime kurşun kalemi, önce bir kalp çizip, içine yazıvermek istediklerimdi.
Bu duvarlara yıllar önce bir futbol takımının baş harfleri bile yazılamaz, ‘kafanızı kıracağız’, ‘ortalığı yıkacağız’ türü sloganlardan geçilmezken, şimdi (yoksulluk belki daha bile beterken) devir de, nesil de, beklentiler de değişmişti.
Aşka izin çıkmıştı ya da aşk zincirini kırmıştı.
Başladım demiryolu boyunca Topkaya, Üreğil, Hatip Çayı kenarı, rengarenk Derbent Pazarı yanından geçerek Bağderesi’ne yürümeye, sarı kola içip, yoldakilerle selamlaşmaya, yanıp tutuşan duvar yazılarını fotoğraflamaya.
O onu, o da onu seviyordu; kime ne oluyordu.
Bileyci fotoğrafı çekerken bile arkada 'seni seviyorum' yazıyordu.
Alt geçitten geçen Ayşe tavanda adını görüyor, banliyö treninden atlayan Hamza ne kadar sevildiğini istasyon merdivenlerinde anlıyordu.
Para bu çok zengin banliyölerin tek eksiğiydi; istasyon duvarları çarpan kalplerin diliydi.
Nefret, katran ve tüye bulanmış, bir rayın üzerinde gitmişti; istasyona ay yıldızlı camı açılabilen bir buharlı trenden aşk inmişti.
Madem yaşanacaktı ve iyi ki yaşanacaktı;
yaşam aşkla güzeldi ve aşk her yerdeydi...
düş hekimi yalçın ergir http://www.ergir.com
detay gerekirse fotoğraflar tıklanabilir (36 fotoğrafın açılması zaman alabilir)
ilk Köstence yazısı: |