fon müziği: knocking on heaven's door / bob dylan

 

 

 

 

 

BAŞKALAŞIM

 

“- Hep böyle kalın e mi?!”

 

Kalamam,

kalamıyorum Aysel;

şu satırları yazarken bile değişiyorum,

bu satırları okurken de değişiyorsun.

 

e mi?!” dediğinden beri - çok şey - değil,

zaman da, mekan da, beden de, evren de - her şey - değişti.

 

Çin’de yavru bir panda biraz daha büyür; barış “tak - tak” cennetin kapılarını çalar, savaşın tırnakları uzarken, bir yerlerde yeni bir yıldız doğdu, İtalya’da bir zeytin ağacı filizlendi.

 

Bu ilahi döngüde, değişim değişmeden sürerken, genetiğiyle oynanmamış hiçbir zeytin ağacı asla incir vermedi, ya da bir panda büyüdükçe zebralaşmadı.

 

Ama bir yılın en uzun gecesi daha arkada kalır, yepyeni bir ekinoks yaklaşırken, yine bazı insanoğluinsanlar başkalaştı.

 

Aralarında evlenenler, geçim sıkıntısına düşenler, sevip de sevilmeyenler, başarıdan başı dönenler, parasını nerelere harcayacağını bilemeyenler oldu.

Kimisi dibe vurdu, kimisi hit oldu, kimilerine bir yastık büyük gelirken, kimilerine bir ülke dar oldu.

Kimi sımsıkı sarılırken, kimisi bir öpücük sesini arar oldu.

Kimine pankreası, kimine dizleri, kimine de gözleri “dur!” derken, kimine “yürü ya kulum!” dendi.

Alınlar kırıştı, saçlar ağardı, bazen gidilecek yerlere en önce göbekler vardı.

 

** ** **

Ama bunlar zaten olacaktı,

tepede binlerce ışık yılı önce sönmüş yıldızlar hala parlarken, olmayacak da ne olacaktı?

 

Olmaması gereken, doğal olmayan “başkalaşım”dı, metamorfozdu, dönüşümdü.

Yani zebralaşma, incirleşme, ya da Kafka’nın romanındaki gibi böcekleşmeydi.

 

Ne kadar acıydı;

okul bahçesinde ne düşler kurduğun dostunun yıllar sonra karşına ayaklı bir cüzdan gibi çıkması,

o yazarın, yazdıklarının çook uzaklarına yolculuğu,

o at kuyruklu serseri ruhlunun, düşmüş omuzlarıyla girdiği at yarışı kuyruğu,

birlikte bisikletlerle Gölbaşı rampasından aşağı saldığınızda, avaz avaz bağırdığınızın son cipinin, toz değmemiş çamurluğu,

bilmek - uğruna ölür sandığının rakip partiye verdiği oyu,

hüzünle izlemek - bütün üretenlere oturduğu yerden attığı boku.

 

** ** **

Her daim ne kadar muhteşemken;

mezun olsan da, evlenip çoluğa çocuğa karışsan da, patron tarafından azarlansan da, buruş buruş olup, nefes nefese kalsan da,

inanmanın,

güvenmenin,

bir dosta telefon açıp bir şarkı dinletmenin,

gecenin bir vakti bir cama taş atıp aşağıya davet etmenin,

hiç konforlu olmasa da bir otobüse birlikte binebilmenin,

kireç gibi yüzlerle bilmediğin küçük bir yerde inmenin,

buğulu camlı lokantada üç kuruşluk çorba içmenin,

onun sahip olmasını kendinden daha çok istemenin,

en ucuz hediyeyi çok sevineceğini bilerek vermenin,

varlığıyla bu vahşi dünyada emniyette hissetmenin,

paylaşmak, birlikte cesur düşler kurmanın,

ve doldurup birbirini, o düşlerin peşinden koşmanın

tarifsiz, paha biçilmez coşkusu.

 

** ** **

Beden bir giysidir;

zamanla değişir, eskir,

solup delinebilir

ve sonunda dünya çöplüğüne terk edilir.

 

Ruh da değişir,

ama sadece gelişir.

 

Başkalaşım ise habistir;

ruhu tutmuş kanserdir.

 

Önemli olan emek verip önlem almak,

tüm ruhların gelişmesine katkıda bulunmak,

cennetin kapısını “tak –tak” gelişmiş ruhlarla çalmaktır.

 

** ** **

Sevgili Aysel;

 

belki eğri ama hep böyle düşündüm,

para bulunca kaybeden için üzüldüm,

aşkı bulunca evrene sığamadım.

 

Düşlerin de olmasına, sevgiyle paylaşılmasına çabaladım;

koruyucu hekimlikte, iyi bir düş hekimi olmaya çalıştım.

 

Dilerim ki,

bedenin eskirken, yaşsız ruhun böyle olsun;

sonsuz bir öğrenme, karşılıksız bir öğretme arzusuyla tutuşsun,

bir anlık yaşamın sevgiyle dolsun.

 

Geliş,

ama başkalaşma;

“hep böyle değiş”,

n’olursun…

 

düş hekimi yalçın ergir   http://www.ergir.com

 

 

 

Okuyucumuz Aysel’in mektubu (izniyle):

 

Selam, aslında konu zaman aşımına uğradı ama içime dert oldu, yazmazsam çatlarım! Kim ne derse desin (başta ben!) hangi kılığa girerseniz girin; takım elbise, sinekkaydı traş, kuş, civciv, doktor, baba, meclis kürsüsünde konuşan ciddi adam, şort, ıslak t-shirt, tenis raketi, futbol topu, top sakal, kirli sakal, at kuyruğu, dazlak kafa vs.................... hiiiiiiiç fark etmez! Düş Hekimi Yalçın Ergir'in benim (eminim yüzlerce hayran ve sevenin de) zihnimdeki, yüreğimdeki, içimdeki şekli (imajı, görüntüsü .......ne derseniz deyin) hep aynı!

 

ÇOK FARKLI, ÇOK GÜZEL, ÇOK ÖZEL! Bir insanın kalbinin, aklının, ruhunun yani içinin güzelliği yüzüne yansır. Ben bunu bilir bunu söylerim. İster kainat güzeli olsun ister Notre Dam'ın kamburu, fark etmez! İşte bu yüzden, kim ne derse desin, kim nasıl görmek isterse istesin bir tane DÜŞ HEKİMİ YALÇIN ERGİR vardır, o kadar!

 

Şekli, şemalı hiç önemli değildir, yüreğindeki, kafasındaki, kalemindekidir önemli olan. Şekerin kağıdı misali, ambalajı geçiniz!

 

Sizi her halinizle seviyoruz, hem de çok. Hep böyle kalın e mi?!

 

Sevgiler Aysel

 

** ** **

 

26 Aralık 2007

Çarşamba günü

Saat:15:00’te

Kumrular Caddesi No:3, Kızılay - Ankara’daki,

Adnan Ötüken İl Halk Kütüphanesi’nde (eski Milli Kütüphane),

Vehbi Koç Vakfı’nın kültür alanındaki kuruluşlarından

“Vehbi Koç ve Ankara Araştırmaları Merkezi” -VEKAM’ın,

T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı ve

T.C. Ankara Valiliği desteğiyle düzenlediği aylık

“Ankara İzdüşümleri Çarşamba Toplantısı”nda,

“Düş Hekimi ile Bir Ankara Yolculuğu”nda

buluşmak ve paylaşabilmek dileğiyle…