Bir Köy Daveti
Seni bir tatil köyüne davet ediyorlar; paracıklar onlardan.
Havaalanından alacaklar; “köy”e götürecekler seni.
Welcome;
burada çatlayıncaya değil, ortadan ikiye yarılıncaya kadar yiyebilirsin. Koruma faktörlü sırtını okyanuslara varan denize dönüp, deniz renkli havuzun başında yatabilir, pancar burunlu turistle buz gibi bira içebilirsin.
Çocuklar Miki Fare perdeli kulüplere postalanmışken, porselen fincanda beş çayını içer, animasyonları izleyebilirsin. Sonra da adam gibi giyinip, marsık gibi yanmışlarla birlikte, çiçek gibi kesilmiş karpuzlar, envai çeşit pastalar arasında mekik dokuyabilirsin. Ertesi sabah “geç kahvaltı”ya inmeden önce çimlerin üzerinde fıstık gibi olmak için müzikle el çırparak zıplayanları izleyebilirsin.
Sonunda sıcak sulara inebilmişlerle birlikte, havuzdaki ısıtılmış deniz suyunda masaj yaptırabilir, o sırada “ne olacak bu ülkenin hali?” diye kara kara düşünebilirsin.
Yeter ki kabul et,
davetlisin;
“müthiş” eğlenebilirsin…
** ** **
Ya da ben davet ediyorum;
beş kuruş da ödemiyorum.
Bir seher vakti, Kırşehir’de inip, bisikletle Ürgüp’e gidebilmek için bagajına bisikletini koyduğun bir Kayseri otobüsüne biner, yollara düşebilirsin.
Şoföründen 45 numaralı yolcusuna, hep birlikte 15 numaralı yolcunun torununa nasıl “Berat” adını verdiğini dinleyebilir, muhteşem yorumların yapıldığı sohbete katılabilirsin.
Muavin koridordaki çuvalların arasından atlayarak kolonya dökerken, otobüsün önündeki ekrandan şoföre kahkahalar attıran filmi izleyebilirsin.
Camdan bakınca uzaktan yeşil bereli bir dedenin hiç karşılık beklemeden,
otobüste kimlerin olduğunu hiç bilmeden el sallayışını görebilir;
heyecanla karşılık verebilirsin.
Derken Kırşehir yakınlarında otobüs bozulabilir, arkasından dumanlar çıkabilir.
Bütün yolcular aşağıya inip motora su dökebilir, cep telefonlarıyla bir başka otobüs aranabilir.
Ve o sırada bagajdan bisikletini çıkarabilirsin.
16 numaralı yolcu olarak şaşkın bakışlar arasında vedalaşabilir,
bisikletine atlayıp yola devam edebilir, Mucur istikametinde gözden kaybolabilirsin.
Mucur’u geçince Hacı Bektaş sapağına gelirsin. Miki’nin olmasa da, dünya renklerinden bihaber, isimsiz bir köstebeğin önünden geçerken çıngırağınla selam verirsin.
Kuş seslerinin hepsi gerçektir; iğde ağaçları arasından, ekilmiş tarlalardan adeta bir işletim sisteminin duvar kağıdından geçer gibi gidersin.
Suyla çalışan bir araçsındır; dik rampaları oflaya pofluya çıkarak gökkuşağının dibine varırsın.
Tepede büyük ödül bekler seni; mermi gibi aşağıya inersin. Öyle süratlenirsin ki, ses duvarını aşamasan da, sevgi duvarını aşarken ardındakileri düşünemezsin.
O müthiş ıssızlıkta avazın çıktığı kadar: “orda kimse var mıııııııııııııııııı?” ya da “çekiliiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiin” diye bağırabilirsin. Gözlerini kapayıp, kollarını iki yana açamasan da, hiç durmadan bisikletin çıngırağını çalabilirsin.
Bütün yol senindir,
araç geçmez yolun tam ortasına yatıp, büyük beyaz bulutu beklersin.
Bir yokuş bitiminde Hacı Bektaş kucak açar sana; kahvesinde “son kasketlilerle dinlenirsin. Dünyanın en güzel çayından üç bardak içer, doksan kuruş ödersin.
Sevgi, saygı ve yardım dolu bir vedalaşmanın ardından yine Avanos yollarına düşersin. Güzel atlar ülkesinde kanatsız bir at gibi ilerlersin.
İnerken darmadağın olabileceğin rampalardan tekinin amansız çıkışında, yanında bir traktör fark edersin.
Acımıştır sana Musa; az ötedeki Dadağı Köyü sapağından sola dönecektir, seni hiç olmazsa oraya kadar götürmek istemektedir.
Bisikletini römorka atıp traktörün “bir düşsen mahvolacağın” arka tekerleğine oturabilirsin.
Bağıra bağıra Musa’yla, römorktaki Filiz, Naciye, Hatice ve üç bebe Ömer, Yaşar, Tugay’la sohbet edersin.
Yeşilöz – Dadağı sapağında inersin.
Köylerine davet ederler seni; misafirleri olmanı, iki lokmalarını paylaşıp o gece tatil köyünde değil çalışma köyünde yatmanı, Avanos’a ertesi gün devam edivermeni isterler.
Ve bu teklifi yaparken çok içtendirler; ama ertesi gün iş bekler seni, yola devam etmelisindir.
Çektiğin fotoğrafları göndermek için adreslerini alıp, ilk fırsatta da uğrama sözü verir, veda edersin.
Pedal çevirmeye devam ederken, “hangi ülkede bir yolcunun böyle araca alınıp, karşılık beklemeden bir eve, iki lokma ekmeğe davet edilebileceğini” düşünür; şükredersin.
Köpek gibi köpeklerin arasından geçerken tırsıp bisikletinden iner,
bu sefer de çobanla hiçbir Yahoo Grubu’nda yapamayacağın Kangal muhabbetine girebilirsin.
Ahîler, bozlaklar diyarından beri pedal basmaktasındır;
yakıtın tükenir, yanından akaryakıt tankeri geçerken Avanos’a gelirsin.
** ** **
Hangi daveti kabul edersin;
hangi davetten evine tarifsiz güzellikte hisler ve memleket sevgisiyle dönersin?
Ne kadar pahalıdır,
kaç animasyonlu tatil parasıdır bir bisiklet;
ne kadar gerçekçi olabilir, “hiç boş günüm yok” gibi bir mazeret?
Kalpten kalbe bir yol vardır görülmez
Gönülden gönüle gider yol gizli gizli...
der bozkırın kim bilir hangi kiraz ağacının kabuğundan tezenesi Neşet Ertaş.
Anadolu’nun sırtüstü yatılabilen yolları, muazzam kültür harmanı,
yalnızları, aynı duygularla yoğrulmuş sevdalıları, finalleri bitmiş öğrencileri,
sonsuza dek gençleri, hiçbir şey için geç kalmamış yaşlıları bekler.
** ** **
Amerika beş yüz on beş sene önce keşfedildi.
Bir yaz boyu değil, bir diz boyu bile olsa tatiliniz,
düşüp yollara, Anadolu’ya gidin;
ister koltuk yayları fırlamış, tavuk dolu bir minibüste,
ister kasasından geçmişi izlediğiniz bir kamyonette,
ya da bir karne – bir sünnet hediyesi olarak beklenmemiş,
sağlık giderlerinden tasarruf ederek sahiplenilmiş
çıngıraklı bir bisikletle Anadolu’yu gezin.
Henüz paradan önemli kavramlar da varken,
henüz tabelalardaki yazıları anlayabiliyorken,
Şemsi Yastıman’a Memleket Hasreti’ndeki:
Bir dügün olsa da bir kayın gitsek
Dokuz butlu tavuk lafını etsek
Dam pilavu, gelse yisek tüketsek
Davullu zurnalı dernek istiyom…
dizelerini yazdıran duyguları anlamak,
belki de gelincikler arasındaki bir köy düğününde oynamak,
bu ülkenin gerçek efendileri tanımak için davetimi kabul edin.
“Sıcak denizlere inmeyin” diyen yok ama,
bozkırın “son köylüler”ini de bekletmeyin;
Düğünler şenken,
Ürgüp şenken,
ve gidebilirken;
gidin.
Gelecekte, “bir zamanlar”ını anlatabilmek için,
Anadolumuzu da keşfedin…
düş hekimi yalçın ergir http://www.ergir.com
(Fonda çalan ezgi: Zülüf Dökülmüş Yüze - Neşet Ertaş)
(PowerPoint sunum olarak: http://www.ergir.com/bir_koy_daveti.htm adresindedir)