Geçen hafta Ankara Emniyet Müdürlüğü - Çocuk Şubesi Müdürü Mahir Ersöz`den bir davet gelmişti; Pazar günü uçurtma şenliği düzenlemişlerdi ve katılmamı diliyorlardı.

 

Mahir Bey'in daha önceki görevlerinde de çocukların dünyasına nasıl sıcak yaklaşımları olduğunu biliyordum zaten. Ankara'nın çocuklar arasında suç oranı yüksek bölgelerindeki son derece hoşgörülü ve sevgi dolu bir şekilde eğitime, sanata, kardeşliğe yönelik çabalarını da kimi zaman basından izliyordum.

 

Ve pazar günü şenlikteydim.

 

Kimi engelli, kimi personel çocuğu, kimisi de Çinçin'den, Hıdırlıktepe'den, Yenidoğan'dan, Gültepe'den gelmiş çocuklara kıyafetler dikilmişti. Sarmaş dolaş halkoyunları oynuyorlar, birlikte uçurtma uçuruyorlar, açık büfeden yiyip, çimde yuvarlanıyorlardı.

 

1. Şenliğin fotoğraflarını ve bugün sevgili Mahir Ersöz'den gelen mektubunu paylaşmasaydım,

bu güzel girişim eksik kalacaktı:

 


 

 

 

Sevgili DÜŞ HEKİMİ;
 
Sana uçurtma şenliğimizi anlatacaktım.
Çocuk iken biz arkadaşlarımız ile toplanırdık. üç tane çıtayı bıçakla inceltir, önce ortasından tutturur sonra etrafına ip dolandırır ve üstünü bazen gazete kağıtları, bazen süslü kağıt ile kaplardık.
Sonra kocaman kuyruklar yapardık. Bazı arkadaşlarımız daha becerikli oldukları için onlara sorardık.
"Şunun terazisini ayarlasana" Ortasında üç tane ip olmalı ve o üç ip iyi ayarlanmalıydı. Yoksa uçmazdı.
Biz uçurtma demez, ÇITALI derdik. Hani ahşap çıtalardan yapılırdı ya o nedenle...
Çıtalılarımız gökyüzüne çok yükseklere çıktığı vakit avuç içi büyüklüğünde kağıtları keser ipinden geçirdikten sonra yukarıya doğru iteklerdik. Hava akımına kapılan kağıt hızla uçurtmanın yanına kadar yükselirdi.
"Çıtalıya mektup göndermek" derdik.
Selam yazardık kağıda, çok iyi uçtuğu için sevinçlerimizi yazardık.
Onlar uçtukça biz çok mutlu olurduk.
 
Düşündüm ki çocukların mutlu olmaya ne kadar çok ihtiyaçları var.
Biz anne babalar kendi çocukluklarımızdaki uçurtmalar yerine onların önüne koyduğumuz sınavlar, bilgisayar oyunlarından başka bir şey veremiyoruz.
Üstelik özürlü olan, engelli olan yavrularımız var. onlar için yaşamak çok daha sıkıntılı değil midir?
Renk renk uçurtmaları olsa, gökyüzüne uçurduklarında mutlu olsalar, onlara da uçurtmaya mektup göndermeyi öğretebilsem, çimlerde yuvarlanabilsek, boğuşabilsek şakalaşabilsek ne güzel olur....
Güzel olurdu elbette.
Hem de çok keyifli olurdu.
Çocukların bulunduğu yerde en büyük güzellikler olurdu.
Arkadaşlarımız ile karar verdik ve işe koyulduk. Renk renk beş yüz tane uçurtma aldık. Karınları acıkırdı yavrucakların dönerler yaptırdık. Yanına içecekler, çikolata ve dondurmalar koyduk.
Sonra atlarımız vardı, taylar, midilli atlarımız. Onları çıkarttık çocuklarımız dokunsunlar, seyisleri ile birlikte atlara binsinler diye,
sevimli köpekler,
kuzular ile büyük bir şenlik yaptık.
UÇURTMA ŞENLİĞİ çocuklarımızın şen oldukları, mutlu oldukları keyifli bir pazar günü yaptık.
Dostlarımız bizim sevinçlerimize ortak oldu. Bu projemize destek oldular.
Düş hekimi fotoğraflar çekti, minik palyaçoların veya folklor giysileri içindeki Altındağ'ın Hıdırlıktepe İlköğretim çocuklarının, Gültepe İlköğretim okulundan aramıza katılan Ayşe'nin, Ayça'nın, Ali'nin fotoğraflarını çekti. Sevinçle boynumuza sarılan ismini bile söyleyemeyen bedensel engelli yavrularımızın fotoğraflarını çekti.
 
UÇURTMA ŞENLİĞİ
 
BİN KİŞİ ÇOCUKLAR KADAR ŞENDİK,
BİN YETİŞKİN ÇOCUKLAR İLE EĞLENDİK,
NE AKINLARA İHTİYACIMIZ VAR,
NE KAVGALARA
NE YENECEĞİMİZ ORDULARA
 
BİN ÇOCUK UÇURTMALAR UÇURDUK,
SEVİNÇLER YAŞADIK.
MUTLU OLDUK.
EL ELE TUTUŞUP SEVGİ ÇEMBERİ OLUŞTURDUK...
 
Mahir Ersöz

10 Nisan 2007

 

 

 

kimileri Hıdırlıktepe'den,

 

kimileri Çinçin'den;

 

düş polisine sevgilerle...

PANOYA DÖNÜŞ

 

düş hekimi yalçın ergir      http://www.ergir.com