Con Ahmet’in Devr-i Mesaj Makinesi - 1

(ilk “internet dizisi”)

 

 

O mesaj yazan iki başparmak süratten gözükmüyordu.

 

Ayşegül 13 yaşında cici bir kızdı. Saçının sol tarafını kuaför yanlışlıkla mı öyle eğri kesmişti, yoksa o mu öyle istemişti? Ağzım açık kalmış, dehşetle cep telefonunda saniyeye on yedi tuş darbesi düşen mesaj yazışını izliyordum.

 

Aslında onun ağzı zaten açıktı; çünkü dişlerindeki tellerini değiştirmem için hasta koltuğunda oturuyordu. Ama bir yandan ağzında onca iş olurken, gözleri ve kolları iyice sola kaymış yazdıkça yazıyor, cevap geliyor, o yine yazdıkça yazıyordu. Çalışabilmem imkansızdı.

 

- Ben çalışırken bir kelime daha yazarsan, dişini maviye boyar, seni mesaj olarak 1965’e gönderirim!

 

- Tmm :-<

 

Ama tam o sırada yeni bir mesaj gelmiş, çift uyarı sesi duvarlarda yankılanmıştı. Ve başparmakları yine 7000 devirde çalışmaya başlamıştı.

 

Kalktım yerimden; gidip içeriden aylardır imal etmeye çalıştığım makineyi getirdim. “Con Ahmet” koymuştum adını. Güya eskiden yarım kalmış bir devr-i daim makinesini zaman makinesine dönüştürecek, önce kendimi Bluetooth ile Con Ahmet’e atacak, oradan da “insanlı mesaj” olarak arada gidip, bizimkileri bir görüp dönecektim.

 

Boş zamanlarımda içerideki odada lehimler falan, onunla oynayıp duruyordum işte. En son üzerine eski ahizeli siyah telefonların numara çevirme mekanizmasını koymuştum. Ne işe yarayacaktı bilmiyorum ama o çizgili kabloları birbirine bağlamış, eski jetonlardan bir de düğme yapmıştım. O jetona basınca burada zaman donacak, ben yokken kimse merak edemeyecekti.

 

- Bak bu Con Ahmet; bak tek tek çeviriyorum cep telefonu numaranı. Sıfııır  -    beeeş    -    .......   ....      vee  dööööööört!

 

( tıkır, tıkır, tıkır, tıkır -  düüüüüüüt...)

 

vee     ** ** **  AYŞEGÜL TATİLDE’YDİ  ** ** **

 

Parke taşlı bir sokaktaydı.

 

Elinde Andorid bir telefon;

ürkek ürkek etrafına bakıyordu.

 

Önünden tepesinde boynuzları olan bir kırmızı otobüs geçiyor, boynuzun teki atıyor, şoför inip boynuzu yukarıdaki tele takıyor, otobüs yeniden hareket ediyordu.

 

Hemen mesaja davrandı:

 

- Slm BrS gRp :-<  bi ArSn knki kib öPt

 

Geri bir mesaj falan gelmedi; o başparmaklar tekrar süratle yazdı:

 

- Mrb – kont  walla kms yk 8-) Krkym =:-O  oss deme!!! efet ii dglm 1 ara ;`-( Saol cnm

 

Bir cevap yine gelmedi;

mesaj teslim raporu bile gelmedi –

zaten gelemezdi ki, şebeke sinyali hiç yoktu.

 

Sudan çıkmış balığa dönmüştü;

cep telefonu çalışmazken ne yapabilirdi?

 

...

1. BlMn Snu

xoxo

 

(devam edecek  xD -  21 Aralık 2010)

düş hekimi yalçın ergir   http://www.ergir.com

\o/

<3

 ˄

 

 

 

 

 

2. BlMn BşI

...

Böyle bir durumu Hannah Montana’da bile görmemişti; bir gözü telefonun ekranında, Agatha’nın köpeği başında, Ayşegül ilerlemeye başladı sokakta.

 

Bir korku sarmıştı içini; tam Twilight’ın vampir Edward’ı ile pişti olacağını sanırken, karşıdan kendi yaşlarında ikisi kız, üç tipsiz geliyordu. Kıyafetleri de garipti, yoksa bir kaç gündür böyle mi giyinmek “in”olmuştu da duymamıştı?

 

Meral, Birkan ve Tunç tam yanından geçerlerken seslendi onlara:

 

Ayşegül: - Hey; bana kal geldi, cep telefonunuzdan bi qankimi arayabilir miyim?

 

Meral: - Bizim telefon sıramız bu sene gelecek, babam 3 sene önce sıraya girmişti, bizden edebilirsin geldiğinde.

 

Ayşegül artık hiçbir işe yaramayan telefonunu gösterek:

- Hattı ne? O da böyle 3 G’miii; yoksa o bir 4 G’miii?

 

Meral: - Hattı değil, sathı önemli; hem 4G, Kadıköy – Göztepe IETT hattı değil mi??

 

Birkan lafa girdi: - EGO da -  “Erken Gelen Oturur...”   değil mi? :)))

 

Meral, Ayşegül’ün telefonunu almış garip garip bakıyor, yanlışlıkla bir tuşa bastığında ekranda karşısına çıkan şifreli yazıyı çözmeye çalışıyordu:

 

“ kzm bgn vrya mehmet bna ckma tklf etti bnde OK bn bi düşüniim ddm de çk ısrr etti kzm bu çk tatlıııı lan! of yrm bn bnuuuu! lan spr bu ara telim açk msjda atabilin tm mi hdi bye :)) <3 <3”

 

Ayşegül: - Mesajımı mı okuyorsun, lafı nasıl monte etmişim? Walla trip atmaktan vazgeçsin o da, tripal enfeksiyonuyla atarlandırmasın beni. Devam ederse de, ortalık panayır yeri dostum, onun burada ne işi var; banka yan taraftaJ.

 

Tunç: - Sen yeni mi taşındın mahalleye?

 

Ayşegül: - Biz “Residans Verdunes Evleri”ne gecen ay tasındık; ama böyle komik, cüce evler değil onlar, burası Photoshop’la oynanmış gibi.

 

Birkan: - Bugün Cumartesi; yarım gün okul vardı. Senin okul kıyafetin ner’de; yoksa okulu mu astın?

 

Ayşegül: - Yaaa, offff; ne okulu cumartesi cumartesi? Önce ortodontistime, sonra da dershaneme?? Bizimkiler de Yabancı Dil Kursu’na gideceklerdi, çocuklarının konuşmalarını anlayabilmek için. Tikican, tikican, tikican...

 

Tunç: - Ne diyosun sen yaa?? Dersane mi?? Cumartesi 1’e kadar okul, ardından da yakantop oynayacağız sen de gel.

 

Ayşegül: - Oynayacağınız bilgisayarın Ram’i kaç?

 

Meral: - Tavşan kaç değil, Yakantop oynayacağız. Aaa; Leyla Sayar’ı da unutma; sonra “isim-şehir-hayvan-bitki-artist”’te, L’de lazım olabilir.

 

Ayşegül: - Diosun...

 

Dördü yolda konuşla konuşa gidiyorlardı.

 

Ayşegül hayatında ilk defa bir servise binmeden arkadaşlarıyla yolda yürüye yürüye, hatta konuşa konuşa gidiyordu. Bu sanal gerçeklikten başka bir şey olamazdı, bunu mutlaka Feys’ine koymalıydı. Onlara Ke$ha’yı anlatırken yeni arkadaşlarının hiçbirisinin ayağında “Agggg” bile olmadığını gördü; onlar hepsi “ezik”ti, hangi gezegendeydi, n’ooluyordu??

 

Birkan: - Senin adın ne?

 

Ayşegül: - Adım Ayşegül, nickim de GaGa.

 

Meral: - GaGa göbeğin mi?

 

Ayşegül: - Sen de emo yaptın bizi; piercing yaptırmadım.

 

Tunç: - Sen Gökler Hakimi Gordon’la falan mı geldin buralara?

 

Ayşegül: - Nedeeeeen kiee? Şafak Vakti, Black Mesa’dan Gordon Freeman’la geldim. Çöp Öğütücüsüne mi gidiyoruz şimdi?

 

Tunç, Meral, Birkan (aynı anda): Hıı??? Çöp öğütücü???

 

Yanlarından bir at arabası geçer, o sırada

Tunç: - Meral, bak Düldül yine Bahçevan’daki gibi keyifli, koş yetişip başını sevelim

 

Ayşegül: - Şaka gibieeeee; ben de seveceğim, gerçek at mı?

 

Tam o sırada macuncunun önünden geçiyorlardı. Meral hem kendisine, hem de yeni arkadaşına macun aldı. O tornavida ile konmuş macunu eline aldığında, Farm’da koyun hediye edilmiş gibi sevindi: “Mehehehe :))”

 

Tam macuncuya “Ba-Aaay” derken, yerdeki beyaz çizgileri gördü:

 - Bu grafiti ne?

 

Meral: - Sekseek???!????

 

Boş arsadan geçiyorlardı; Meral’lerin bahçesine yaklaşmışlardı; Tunç uzaktan iki serçe parmağıyla bahçedeki arkadaşlarına ıslık çaldı. Bunu “beğendi”  ve Ayşegül 13 yaşında ıslıkla tanışmış oldu.

 

Geçtikleri arsa aslında arsa boş değildi; Feys’teki gibi patlıcan ekilmemiş,

teki koca bir taştan - öteki patlak okul çantasından kale direkleri yapılmış,

iç içe konmuş çizgili naylon toplarla doyumsuz bir maç yapılmaktaydı.

 

PES geldi aklına; peki, yakantop ne menem bir şeydi; Nero’ya mı benzerdi?

 

Bieber ekili bir Farm’da değil,

gerçek bir bahçede -

780 tane eklenmiş değil,

7-8 tane etiketlenmemiş arkadaşla,

gerçek bir oyun oynayacaktı.

 

Bu-buna hazır mıydı?

 

Mal gibi bakmak değil;

bi twit atmak zamanıydı...

 

...

2. BlMn Snu

xoxo

 

(devam edecek xD -  28 Aralık 2010)

düş hekimi yalçın ergir  http://www.ergir.com

\o/

<3

 ˄

 

 

 

 

 

3. BlMn BşI

 

...

Yakantop başlamıştı, ama ne başlamak. Top bir sırtında patlıyordu, bir suratında;

dayak yemiş gibi olmuştu ama oyun bitsin istemiyordu,

hayatında ilk defa gerçek bir oyunda yüzü koyun yere düşüyordu.

 

Derken oyun bitti. Bir duvarın üzerinde sohbet başlamıştı. Sinyal, minyal yoktu zaten ama yine de telefonunu sessize almıştı, bu "chat" çok daha güzeldi.

Elektronik beyinleri, Beatles'ı, radyoda çalan müzikleri konuştular;

Sadece Meral, Tunç ve Birkan değil, insanoğlu  "download" kelimesini ilk defa duyuyordu.

Mikrofonla şarkı kaydetmek, o bin bir emeği dinletmek, hatta koca pillerin bitip şarkının tadının damakta kalması bile muhteşemdi.

 

Hamburger...    dedi Ayşegül;

ama bir dilim Sana'lı ekmek buldu Meral'in çantasında. Önce burnunu kapatıp ısırdı, ama bayıldı sonrasında.

 

Sokaklardan geçiyorlardı. Trafik ne kadar sakindi, yolun kenarına park etmiş tek tük araba, onların üzerine oturmuş mahalle çocukları vardı.

 

Bir Anadolu Lisesi diyecek oldu, bir dershane soracak oldu;

ama sorduğuna soracağına pişman olmadı -  çünkü böyle bir dert yoktu.

 

Dert: güneşin batması, eve dönme vaktinin gelmesi

Çözüm: Yemekten sonra kukalı saklambaca kaçılmasıydı.

 

Bu derdi zevkle tadacak,

güneşi binalarla kaplı olmayan tepelerin ardından batıracak,

ama çözümüne kalamayacaktı

 

uzaklarda,  çok uzaklarda bir gezegende bir hekim,

Con Ahmet'in Devr-i  Mesaj Makinesi'nin tuşlarını çevirmiş,

bir emaneti geri çağırmıştı.

 

** ** **

 

Cep telefonunda sapsarı zarfları gördü;

hiç birisini açmayacaktı -

çünkü sadece babasının faturalarının geldiği gerçek posta kutusunda

adresi eğri bir el yazısıyla yazılmış gerçek bir zarf,

arkasında Meral, Tunç ve Birkan isimleri,

içinde gerçek bir mektup,

gerçek bir yaşam vardı.

 

O akşam internetin başında vakit harcayamazdı;

ilk defa babasıyla oturacak,

ona neler, neler soracak,

sonunda onu ağlatacaktı...

 

46 sene sonra devam etmek üzere xD -  04 Ocak 2011)

düş hekimi yalçın ergir  http://www.ergir.com