DAİMA

(gün batımına yolculuk)

 

Yine atım Kalender'e atlamış yollardaydım;

 

başımda şapka, ardımda deveci armudu, termosu, çubuk krakeri ve yedek tişörtüyle mavi bir çanta,

kulaklığımda gözlerimi kapatıp kollarımı iki yana açtırıp, bağıra bağıra eşlik ettirecek şarkılar,

Polatlı'ya,

vahşi batıya - gün batımına pedal basıyordum.

 

Yine evinden uzak, yalnız bir kovboydum;

 

yine  Küçük Mutluluklar” şiirindeki:

"...

yalnız kalabilmek dilediğinde,

kavuşabilmek özlediğinde..."nin şairi, 

yine kocaman bir küçük mutluluğun peşindeki düş hekimiydim.

 

Çok zengindim;

ölünceye kadar tükenmeyecek yakıtım, görmeye cesaret ettiğim düşlerim, bir dakika sonra değişebilecek planlarım vardı.

Gece Polatlı'da da kalabilirdim, Polatsız'da da.

 

Ve çok özgürdüm;

her yere girebilir,

her şeyi yakalayabilirdim.

 

Ardımdan:

 

- Nereyeeeeeeeeeeeeeeeee?.. diye gülümseyerek bağıran polise,

 

- Polatlı'yaaaaaaaaaaaaa!.. diye bağırarak pedala basarken de,

 

mola verdiğim benzincide, İzmir'e giden kamyon şoförüyle, çayın dibini de içip "Alis Harikalar Diyarı'nda"ki tavşan gibi:

 

- Gecikiyorum, gitmem gerek...    diye vedalaşırken de,

 

sanki Mars Devlet Başkanı geçiyormuş gibi ayak ayak üzerine oturuşlarını düzelten yolun sağındaki kavuncularla selamlaşırken de

 

ve bunun sadece bizim ülkemize özgü bir saygı zenginliği olduğunu düşünürken de

"daima" diyordum;

 

daima bu sevgide,

daima bu masumiyette...

 

En güzel kavunlar seçilmiş, hemen oracıkta kesilmişti; yolun kenarında Temelli'li kavuncularla sohbet ediyordum.

İsmail, çalınan hindiyi anlatırken, Emir Kusturica'nın "Çingeneler Zamanı"nı izliyor gibi değil, bizzat filmin kendisinde oynuyordum.

 

Gitmeliydim; kulaklığında Mungan'ın "Dönmek; mümkün mü artık dönmek, onca yollardan sonra yeniden yollara düşmek? "sözleri, yeniden yollara düşmeliydim.

 

Vedalaştım;

 

ama (belki de biz kavun yerken sıkıntıdan) patlamıştı ön lastiğim. Burası Türkiye değil miydi; bizi eleştiren başka hangi ülkede iş güç bırakılıp yolda kalana, düşene, üşütene gönülden yardım edilirdi?

 

Dünyanın "en güzel" pikabındaydı bisikletim;

 

bir prenses uyurken içinde,

 

pikabın kasasında, kavunların, bidonların arasında rüzgara yaslanmış,

dönüşte sevdiklerimle paylaşayım diye bisikletin sepetine konmuş hediye “Wilson” kavunla

yanımızdan geçen kamyoncularla selamlaşıyor,

canı gönülden bir lastik tamircisine götürülüyorduk.

 

Batan diken çıkarılınca, lastiğim onarılınca

ve yine düşebilince yollara,

bu sefer de bir dünebakan oluyor, yağmur sesiyle çoğalan günebakanlarla selamlaşıyordum.

 

Polatlı'ya varacak,

 

iki kase buz gibi cacığı kaşıksız devirecek,

üzüm aldığım manav üzümü yıkayıp getirecek,

içtiğim çayın parası da ödetilmeyecektim.

 

Yeni dostlarla vedalaşıp, bagajında Kalender,

özlediklerime kavuşabilmek için otobüsle Ankara'ya dönerken,

başımı cama dayayıp;

 

"keşke daima bu sevgide,

keşke daima ta kendimiz gibi,

keşke daima bu masumiyette"

 

diye gözlerimi yumacaktım....

 

düş hekimi yalçın ergir   http://www.ergir.com           03/Ağustos/2005

 

PANO'YA DÖNÜŞ

 

"tek çeker günlüğü" sayfasına dönüş