Anlatacaklarım Milli Mücadele ve Cumhuriyet’imizin kuruluş yılları Ankara’sının,

bu milenyumda yaşayan son görgü tanıklarından, bizzat anlatabilen son kuşlarından

Reşit Mazhar Ertüzün’den nefesimi tutup dinlediklerimdir;

 

 gelecek kuşaklara, kültür okyanusumuzda

bir damla olarak bırakabilme dileğimle....

 

düş hekimi yalçın ergir

http://www.ergir.com

DOĞUM YILI 1917

 

Hem Asabiye (Psikiyatri), hem de Hariciye Mütehassısı (Genel Cerrahi Uzmanı) olan Doktor Rıfat Ali Bey’in ve Müfide Hanım’ın oğlu olarak 1917’de İstanbul – Üsküdar’da dünyaya gözlerini açmıştı Reşit Mazhar. Hep bir oğlu olmasını isteyen babasının hocası Doktor Mazhar Osman koymuştu Mazhar ismini.

 

V. Mehmed Reşad’ın ölümü, VI. Mehmed Vahdettin’in padişah oluşu, Mondros Mütarekesi derken, İstanbul ve Anadolu’da işgal orduları boy göstermeye başlamışken, babasının görevi nedeniyle Ankara’ya, şimdiki Kavaklıdere – Çankaya arasındaki protokol yoluna yakın bir bağ evine taşınmışlardı.

(Müfide- Rıfat – Reşit)

(tifoyu atlatabildiğinde )

 

Yunan askerleri Eskişehir’e kadar gelmişti; aşağıdaki günyüzüne çıkmamış fotoğrafta da görüldüğü gibi, silahlı Yunan askerlerinin komutanları, Osmanlı Ordusu’nun terhis edilmiş olmasına güvenerek ve Mustafa Kemal’in Kuvay-i Milliye’sini hiç kestiremeyerek şarap içmekteydiler.

 

(Eskişehir’de kadınlar, çocuklar ve yaşlıların kaldığı bir köyde Yunan askerleri;

köyde eli silah tutanlar Milli Mücadele’de)

 

Ankara, Kurtuluş Savaşımız Anadolu’da göğüs göğüse sürerken, Polatlı ve Haymana’dan, “atın üzerindeki tahta eğer” anlamına gelen Kaltaklı (yeni adı:Ataköy) ve Mangal Dağı civarından gelen top sesleriyle inlemekteydi.

 

(bugün kendi yurdumuzda özgürce dolaşmamızı sağlayan

ve kapsülü kimbilir kaç defa değiştirilerek kovanı kullanılmış

1333 (1916) tarihli piyade tüfeği mermileri)

 

Kadın ve çocukların Ankara’dan uzaklaştırılmaları uygun görülmüş, küçük Reşit ve annesi Müfide’nin de yolcuları olduğu konvoy Kırşehir’e gitmek üzere yola düşmüştü.

 

Kırşehir’e varamadan eşkiya konvoyun yolunu kesmiş, yolcuların kadın ve çocuklardan oluştuğunu görünce de hiçbir şeylerine dokunmadan yol vermişti;

yol kesen eşkiyanın bile onurunun olduğu yıllardı.

 

Derken Milli Mücadele zaferle sonuçlanıp Cumhuriyet ilan edilince, bir başka milenyumda yaşlı Reşit Mazhar Ertüzün’ün gözleri nemli anımsayacağı - her savaştan açık alınla çıkılacak “Başkent” Ankara yılları başlamıştı.

 

Kavaklıdere’den Çankaya’ya çıkan ince şose yoldaki bağ evinde yaşıyorlardı. Annesi, komşu Mevhibe Hanım’ın da, sonradan kitaplara konu olacak Fikriye Hanım’ın da arkadaşıydı. Annesinin bir köşk ziyaretinde, o sırada köşke gelen Gazi Paşa küçük Reşit’i kucağına alıp saçlarını okşamıştı. Bu küçük Reşit’in Gazi ile ilk tanışmasıydı. O sıralarda Ankara’da üç dört tane Ford – Fiat marka otomobil vardı. Mustafa Kemal ne zaman radyatörü gemi burnu gibi keskin sivri, şoför mahalli sağda, vitesi ve el freni karasörünün dışında, üstünün tentesi çoğu zaman açık, müthiş motor gürültüsü çıkartan Benz arabasıyla şehirden Çankaya’ya yaklaşsa, gürültüyü duyan küçük Reşit oyununu bırakıp bağ evinden çıkıyor, koşarak yolun kenarına gelip Gazi’ye sert bir asker selamı veriyordu. Gazi de hiçbir selamı karşılıksız bırakmıyor, o da gülümseyerek ona selam veriyordu. Bu selamlaşma, küçük Reşit Ankara Palas’ta bir arkadaşıyla birlikte Gazi’ye keman çaldıklarında da sürecekti.

 

(bağ evinde)

 

 

(Ankara Palas’ın küçük kemancıları)

 

Ankara Palas’ta çocukluk arkadaşı Süha ile Gazi’ye Tchaikovsky’nin bir parçasını çalmışlar, ardından da Gazi’nin elini öpmüşlerdi. Bu olay ertesi gün hala sakladıkları Hakimiyet-i Milliye gazetesinde fotoğraflarıyla yer almıştı.

 

Derken keman dersleri sona eriverecekti; çünkü keman öğretmeni Hulusi Bey, Reşit’in güzeller güzeli annesine aşık olmuştu ve aşkını hissettirmek istercesine maaşından feragat etmeye kalkınca Rıfat Bey durumu anlayıp derslere son verilmişti.

 

Belki de Reşit Mazhar Ertüzün ileride Türkiye’nin ilk klasik gitaristlerinden oluşunu, Andrea Paleologo’nun ilk öğrencilerinden olarak Türkiye’ye modern gitar tekniklerini ve “Tarrega Okulu Yöntemleri”ni getirişini, Savaş Çekirge ve Yurdaer Doğulu dahil olmak üzere pek çok gitarist yetiştirişini de bu umutsuz aşka, keman derslerinin sona ermek zorunda kalışına borçlu olacaktı.

 

Ankara Ulus’tan aşağıya - güneye doğru büyümeye başlamıştı; tren köprüsünün Çankaya tarafına bakan kısmında yepyeni bir semt, “Yenişehir” kurulmaktaydı:

(Sıhhiye’den, Çankaya yönüne bakış)

 

(Kızılay Meydanı’ndan Ulus yönüne bakış)

 

(Kızılay Meydanı’ndan Cebeci yönüne bakış)

 

** ** **

1927’de Atatürk Bulvarı’na heykeltraş Cannonica’nın yaptığı, Atatürk’ün Mareşal üniformalı heykeli dikiliyor ve Zafer Meydanı yemyeşil parkıyla genç başkente güzellik katıyordu. 1927 kışı o kadar soğuk geçmişti ki, kurtların şehre inip heykelin dibinde dolaştıkları rivayet edilirdi.

 

** ** **

 

ANKARA SIHHAT YURDU VE GAZİ

 

1929 senesinde baba Rıfat Bey, Ömer Vasfi Bey’in başhekim olduğu Numune Hastanesi’nin doktoruydu. Ankara’nın yeni kurulmakta olan Yenişehir semtinde, Kızılay semtine adını verecek ve sonra yıkılıverip yerine bir beton “şey” dikilecek güzelim Kızılay Binası’nın inşaatı devam ederken,

 

(tepesinde kocaman bir ay, havuzlu, yemyeşil bir parkı olacak

güzelim Kızılay Binası’nın inşaatı)

(ve daha sonra yıkılıp yerine yapılan “bina”)

 

şimdi Divan Pastanesi’nin bulunduğu Zafer Meydanı’nda, Ihlamur Sokak ile Atatürk Bulvarı’nın kesiştiği köşede “Ankara Sıhhat Yurdu” adıyla Ankara’nın ilk özel hastanesini açıyordu.

(Ankara Sıhhat Yurdu)

(Sıhhat Yurdu’nun Bulvar’a bakan terasında)

(ve daha sonra yıkılıp yerine dikilen “bina”)

(Meydanın günümüzdeki görünümü)

 

Ankara’da özel otomobili olan nadir ailelerdendiler. Küçük Reşit hastanenin, yani Atatürk Heykeli’nin önünde bisikletine binerken, operatör doktor babası Rıfat’da Ankara Sıhhat Yurdu’nda ameliyatlarını yapıyordu.

(“Kolacı”nın [kuru temizlemeci’nin] oğluyla bisiklete binerken)

 

(Zafer Meydanı – Ordu Evi’ne Bakış)

 

Gazi Paşa, Ankara Sıhhat Yurdu’na iki defa hasta ziyaretine gelmişti.

 

Maarif Vekili Necati Bey o zamanlar tedavisi çok zor olan peritonit, yani karın zarı iltihabı teşhisiyle hastaneye yatırılmıştı. Gazi merdivenlerden çıkınca karşısında o şose yolda selamlaştığı çocuğu yine asker selamı verirken buluyordu.

 

Ne yazık ki Necati Bey kurtarılamamıştı. Bir seferinde de Japon Sefiri “tifo” teşhisiyle Ankara Sıhhat Yurdu’na kaldırılmış, o da vefat edince diplomatik rezalet korkusuyla babasının paçaları tutuşmuştu. Ancak bir ay sonra hastaneye Japonya Hükümeti tarafından “sefirlerine her türlü ilgi gösterildiği” için zarif hediyeler gönderilmişti.

 

Gazi’nin Ankara’nın ilk özel hastanesine ikinci gelişi ise apandisit nedeniyle yatırılan bir yakınını ziyaret nedeniyleydi. Bu gelişinde Gazi’nin yaveri kapıyı açmakta zorlanınca küçük Reşit uçarak kapının tokmağına sarılmış ve coşkuyla “hoşgeldiniz” diyerek bir kez daha Gazi’nin elini öpebilmişti. O ziyaretinde Gazi’nin kahvesini içtiği fincan Ertüzün ailesince günümüze kadar itinayla saklanacak, kimbilir, belki de bu paha biçilmez telveli fincan, ileride bilim adamlarına ışık tutacaktı.

 

Bir gün evlerindeki kedi kuduzdan ölmüştü; hastane sahibi olmalarına rağmen o yıllarda “Başkent” Ankara’da kuduza henüz bir çare olmadığı için ailecek apar topar İstanbul’a gidecekler, bir ay boyunca Kuduz Hastanesi’nde karınlarından kocaman iğneler olmak zorunda kalacaklardı.

 

(maaile, kuduza karşı iğne olabilmek için İstanbul’a gitmek zorunda kaldıklarında; hastanenin başhekimi olan babasının sınıf arkadaşı Eşref Bey’le)

 

** ** **

 

SABAHATTİN ALİ

 

Reşit Ertüzün’ün halası Hüsniye Hanım’ın oğlu Sabahattin Ali de aile ortamının vazgeçilmez simalarındandı;

Müfide Hanım ve kızları Erden ile Nevit’e eşlik ederek bir maskeli baloya giderken çekilmiş bu efe kıyafetli fotoğraf, Sabahattin Ali’nin gözlüksüz çekilmiş yegane fotoğrafı olarak arşivlerinde yerini alacaktı.

 

(Nevit, Müfide, Sabahattin, Erden)

 

Sabahattin Ali, 26 Aralık 1932’de tutuklanıp Konya Hapishanesi’ne konmuştu. Aşağıda, Konya Hapishanesi'nden gönderdiği kendi el yazısı - eski Türkçe harflerle yazdığı “Servi”şiiri ve altına düştüğü not ile,

3 Nisan 1934’te Reşit’e imzalayarak gönderdiği fotoğrafı görülen yeğen Sabahattin Ali’nin sonu hazin olacak;

 

 

Konya’dan nakledildiği Sinop Hapishanesi’nde yazdığı ve 1933’te başına: “Yengeme” yazarak Müfide Hanım’a gönderdiği mavi mürekkeple - eski Türkçe harflerle yazdığı “Beş Numaralı Hapisane Şarkısı”:

 

"...

Dışarda deli dalgalar

Gelip duvarları yalar

Seni bu sesler oyalar

Aldırma gönül aldırma..."nın

 

ya da yıllar sonra Nükhet Duru’nun söyleyeceği “Melankoli”nin şairinin,

 

Rıfat Ilgaz ve Aziz Nesin ile birlikte çıkarttıkları Marko Paşa Dergisi’nin, Feyzi Tuna’nın 1985’te filmini çekeceği “Kuyucaklı Yusuf”un yazarının yaşamı, genç yaşında öldürülerek son bulacaktı.

 

** ** **

 

ORHAN VELİ, MELİH CEVDET, OKTAY RIFAT ve MUHİTTİN

 

Reşit, Ankara Erkek Lisesi öğrencisiyken nihari olarak Gazi Lisesi’ne geçmişti (nihari: okula gündüz giden – leyli: gece okulda yatan). Ankara Erkek Lisesi’nde kendisinden daha büyük sınıftaki Melih Cevdet (Anday), Orhan Veli (Kanık), Oktay (Rıfat) ve daha sonra 1970’li yıllarda PTT Genel Müdürü olacak Muhittin (Elker) bir gün sınıflarından saf yapılı İhsan isimli arkadaşlarını, kendisinin o zamanlar çok popüler olan Tarzan’a (Johnny Weismuller’e) ne kadar benzediğine inandırmışlar; bir film çekimi yapmak bahanesiyle uyduruk bir makinayı kapıp Sıhhiye’ye, Sıhhiye Vekaleti’nin önüne getirmişlerdi. Saf İhsan, Tarzan’ı canlandırmak aşkıyla üstü çıplak olarak o sıralar yeni dikilmiş bir ağaca çıkartılıp Tarzan narası attırılmıştı.

 

Yoldan geçerken durup ne olduğunu anlamaya çalışanların arasında Reşit de vardı. Derken küçücük Ankara’da bu işletme olayı okul müdüriyetinin kulağına kadar gidecek, “Sesimiz” dergisini çıkartan bu muzip talebelerin gözünün yaşına bakılmayacak ve Garip (Birinci Yeni) akımının öncüsü, Türk Şiiri’nin büyük şairleri olacak Oktay Rıfat, Melih Cevdet ve Orhan Veli okuldan uzaklaştırılacaklardı. Aslında Sıhhiye’deki Tarzan olayına pek karışmamış, kendi halindeki Muhittin de okuldan uzaklaştırılacak, sene kaybederek geçtiği Ankara Gazi Lisesi’nde, Reşit’in sınıf arkadaşı olup, ölünceye kadar da en yakın dostu olarak kalacaktı.

 

Daha sonra Türk Ceza Hukuku’na olduğu kadar, Dünya Ceza Hukuku’na da ışık tutacak olan Faruk Erem de bu hiciv dolu sınıfın öğrencilerindendi.

 

** ** **

VECİHİ HÜRKUŞ:

 

Yeni nesilden pek az kişi Vecihi Hürkuş ismini işitmiştir. Oysa Vecihi Hürkuş, Cumhuriyet Tarihi’mizin en önemli pilotlarındandır. Küçük Reşit, her fırsatta şimdiki Tandoğan Meydanı’nın bulunduğu yerdeki çayırda uçağıyla ilgilenen Vecihi Hürkuş’un yanına sohbete gidiyordu.

 

Vecihi Hürkuş 1917’de 7. Tayyare Bölüğü’ndeyken Kafkasya’da bir Rus uçağını düşürerek “uçak düşüren ilk tayyarecimiz” olmuş, daha sonra kendi uçağı da düşürülerek esir olunca Hazar Denizi’ndeki Nargin Adası’nda hapis yatmıştı. Oradan Azeri Türklerin yardımıyla, “Papillon" (Kelebek) romanında Henry Charriere’nin Fransız Guyana'sının Şeytan Adası’ndan kaçısı gibi yüzerek kaçmış ve Erzurum’a kadar yaya gelmişti.

 

Daha sonra Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu’da bırakılmak zorunda kalınmış harap Yunan uçaklarının parçalarından marangoz Şaban Efendi ile birlikte kendisine “Vecihi k VI” ismini verdiği bir uçak yapmıştı.

 

(bombayı uçaktan beline kadar sarkıp,

düşmanın üzerine eliyle atan Vecihi [Hürkuş]) Bey)

 

Vecihi Hürkuş, okuluna gidip gelirken sık sık bisikletiyle kendisine sohbete uğrayan Reşit’e; bir gün uçağıyla Ankara yakınlarında bir köye düşüşünü, parçalanan kanadını köyde kesilen bir koyunun paçasından çıkarılan jelatin ile yapıştırışını ve İmalat-ı Harbiye yanındaki çayıra geri dönebilişini anlatmıştı.

 

(Ahi Mes’ut’ta [Etimesgut’ta] Nevit,

Erden ve Müfide)

 

Cumhuriyet’in coşkulu 10. Yıl Kutlamaları’nda tören alanının üzerinde akrobatik hareketler yapıp, aşağıya veciz sözler yazılı küçük kağıtlar atan pilot da Vecihi Hürkuş’tan başkası değildi. (Yıllar sonra aynı Vecihi Hürkuş, geçinebilmek için giriştiği reklam işlerinde, Puro Sabunları’nı ufak kağıt paraşütlere bağlayarak uçaktan atacak, uçak kanatlarına taktığı patiska kumaşlar üzerine banka isimleri yazarak şehrin üzerinde uçacaktı.)

 

On yılda her yaştan on beş milyon genç yaratılmıştı; Cemal Reşit Rey’in unutulmaz “10.Yıl Marşı”nın şairleri de, Gazi Lisesi öğrencisi Reşit’in öğretmenleri Behçet Kemal (Çağlar) ve Faruk Nafiz (Çamlıbel) idi.

 

Gazi, 10. Yıl Kutlamaları’nda, günümüzde Milli Eğitim Bakanlığı Şüra Salonu’nun ve Merkez Bankası Banknot Matbaası’nın bulunduğu boş alana kurulan tören sahasında kürsüde konuşmasını yaparken, Sovyetler Birliği’nden gelmiş film ekibi de harıl harıl film çekiyordu. On altı yaşındaki Reşit, izci kıyafetiyle büyük önderi on metre ötesinden can kulağıyla dinliyor, bir zamanlar şose Çankaya yolunda asker selamı veren çocuk şimdi trampetinin iki bagetini omuzuna çapraz yapmış, büyük öndere saygıyla selam duruyordu. O günün anıları bir ömür silinmeyecekti.

 

Vecihi Hürkuş’un yeğeni Eribe Hürkuş da ilk kadın havacılarımızdandı; Ankara’lılar onu “Küçük Eribe” diye tanır ve çok severlerdi. Küçük Eribe ne yazık ki 29 Ekim 1936’daki Cumhuriyet Bayramı törenlerinde paraşütle atlarken geçirdiği kazada ölecek ve tarihteki yerini “ilk kadın şehit havacımız” olarak alacaktı.

 

Gerçek bir kahramanımız olan Vecihi Hürkuş ise ;Türk Havacılığı’nda pek çok “ilk”e imza atmaya devam edecek; insanoğlunun çok daha yükseklerde, Ay’a ilk adımını atmak için Apollo 11 ile yolda olduğu 16 Temmuz 1969’da,layık olduğu vefadan mahrum olarak borçlar, hacizler içerisinde aramızdan ayrılacaktı.

 

** ** **

MÜLKİYE YILLARI

 

Numune Hastanesi’ne yeni bina yapılıp hasta bakma kapasitesi beş yüz yatak artınca, Ankara’da özel doktor muayenehaneleri de artmaya başlayınca, Ulus Anafartalar Caddesi’ne taşınmış olan Ankara Sıhhat Yurdu eskisi gibi iş yapamaz olmuştu.

 

Ve baba Rıfat, hastaneyi kapatmak zorunda kaldı; ailesi İstanbul’a taşındı, kendisi de devletin doktoru olarak tek başına Anadolu’nun pek çok yerini dolaşacağı yeni yaşamına başladı. Derken anne babanın fiili ayrılığı boşanma ile noktalandı, birbirlerinin yerini yeni eşler, yeni evlilikler aldı.

 

Reşit Ertüzün ise bir Mülkiye’li olarak yeniden Ankara’ya döndü; beraberinde getirdiği, seksenli yaşlarına kadar yanından hiç eksik etmeyeceği klasik gitarı yine can yoldaşıydı.

 

(bir Mülkiye’li;

başında kavak yelleri...)

 

(İstanbul-Ankara yolculuğu;

yolda kurt sürüleri...)

 

(altı naylon tel, bir ladin gövde dört uzun tırnak, bir ömür...)

 

(Fuat Kaptan ile Gülcemal gemisinde)

 

(Sultan V. Mehmed Reşad’ın annesinin ismi verilmiş olan Gülcemal, Osmanlı Heyeti’ni mütareke için Mondros’a götüren iki bacalı büyük bir vapurdu.

 

 Süvarisi Fuat Kaptan anne tarafından akrabalarıydı.

 

Gülcemal gemisinin bir de kardeş gemisi vardı, adı: Gülnihal’di)

 

Atatürk de deniz yolculuklarında sık sık Gülcemal ile seyahat ederdi.

 

(Gülcemal’de)

 

Ulus’un da, Kızılay’ın da çehresi süratle değişiyordu.

 

(Ulus’ta, Meclis’in karşı kaldırımında baba Rıfat ve oğul Reşit’in farklı zamanlarda çekilmiş fotoğrafları.

 

Rıfat Bey’in arkasında bir zamanlar meydana ismini veren Abidin Paşa zamanında yapılmış Taşhan;

 

Reşit Bey’in arkasında Taşhan’ın yıkılmasıyla yerine yapılan Sümerbank binası görülmekte.)

 

 

(Atatürk Bulvarı’nın Batı cephesinden Çankaya yönüne bakış)

 

Bulvarda, o zaman alt katında ilginç camekanıyla Milli Piyango’nun bulunduğu binada kiraladığı dairede daha sonra eşi olacak Samiha Hanım’la yaşamının en mutlu günlerini geçirecekti.

("Samiha" - Reşit Ertüzün’ün karakaleminden)

(Samiha ve anne Müfide)

 

Kardeşi Nevit’in Kutlu Pastanesi’nin önünde çektirdiği fotoğraf ise artık belgesel niteliğindeydi.

(Kutlu Pastanesi’nin önünde Nevit ve arkadaşları;

içeride kimbilir kimler, kimlerle buluşmuşken)

 

Kutlu Pastanesi o zamanlar Özen Pastanesi’yle birlikte Yenişehir’in en gözde mekanlarıydı. Karpiç ise Ulus’ta dolup taşıyordu. Kutlu Pastanesi, Atatürk Bulvarı üzerinde, Bulvar’ı İzmir Caddesi’ne bağlayan kısacık yolun Sıhhiye tarafındaki köşesinde; “Piknik” ve “Atatürk’ün Ankara’daki Son Günü” yazılarımda da değindiğim Özen Pastanesi ise, Kızılay tarafındaki köşesinde yer almaktaydı. Efsane şarküteri – lokanta “Piknik”, 1953’te Kutlu Pastanesi’nin karşı köşesinde, Tuna Caddesi 1/A’da açılacaktı.

 

** ** **

Yıllar, olaylar, birbirini kovalayacak, Cumhuriyet’in emanetçisi gençler yaşlanıp bayrağı yeni nesillere bırakırlarken, Reşit Mazhar Ertüzün de, top sesleri arasında dünyaya gelmiş kardeşi Nevit’le sıcak bir Ankara temmuzunda bir düş hekiminin objektifine poz verirlerken;

 

(Yıl 1925-Kavaklıdere; Nevit ve Reşit kardeşler balkonda, arkalarında “Tad Sadri”nin bağ evi.

Yıl 2005-Bahçelievler; Nevit ve Reşit kardeşler balkonda, arkalarında ebediyete akıp gidecek “on sene”ler...)

 

Gazi’nin bazı yaz akşamları, şimdiki Köroğlu Caddesi’nin geçtiği tepedeki kıra oturup,

denizde batar gibi batışını izlediği güneş,

Atatürk Bulvarı’nda yürüyen insanların omuzlarını,

yüreklerini ısıtmaya devam edecekti...

 

düş hekimi yalçın ergir    http://www.ergir.com

 

(Reşit Mazhar Ertüzün; titrek parmaklar, ucunda dimdik bir yaşam)

** ** **

(“Cumhuriyet’in ilk yıllarının Ankara’sı”nın tanığı bir ailenin öyküsü bu kadar;

Daha sonrasında Reşit MazharErtüzün’ün zengin kültür yolculuğu:

 Mekteb-i Mülkiye mezuniyeti sonrası başladığı kaymakamlık görevleriyle Anadolu’nun pek çok ilçesinde kaymakamlık yapması, en uzun süre hizmet ettiği Erdek’te bir “Açık Hava Müzesi” kurması,

Kyzikos, Arganout’lar ve Kharitler üzerine, Kapıdağ Yarımadası ve çevresindeki adalar tarihi, arkeolojisi üzerine araştırmaları ve yayınları ile uluslararası literatürde yer alması,

Fransızca “Lamazitoualli” ismiyle yayınlanan hikayeleri,

şairliği, heykeltraşlığı,

ve parmakları artık izin vermeyinceye kadar çaldığı klasik gitarı ile devam edecekti.

 

Bir neslin son kuşlarından Reşit Mazhar Ertüzün’e ve bu bilgilerin bir sandıkta – bir aile albümünde kalması yerine, yepyeni bir neslin dağarcığına sunulmasında olağanüstü yardımını gördüğüm oğlu Mehmet Ertüzün’e de sonsuz sevgi, saygı ve teşekkürlerimi sunuyorum)

 

 

BU YAZININ POWERPOINT SUNUMU:

 http://www.ergir.com/dogum_yili_1917.htm adresindedir.

 

ANILARDAN SEÇMELER:

 

“Piknik”- 1 : http://www.ergir.com/Piknik.htm

“Piknik”- 2 : http://www.ergir.com/Piknik_2.htm

 

"Atatürk'ün Ankara'daki Son Günü":

http://www.ergir.com/Ataturkun_Ankaradaki_Son_Gunu.htm

 

“Kuzguncuk'ta Bir Çocuk”:

http://www.ergir.com/kuzguncukta_bir_cocuk.htm

 

“ANKARA - 1920'ler ve Ötesinden, Beriye...”:

http://www.ergir.com/Ankara.htm

 

“ikinci dünya savaşı Ankara'sından kesit”:

http://www.ergir.com/vonpapen.htm

 

** ** **

düş hekimi - 1, 2, 3, 4  ve yakında çıkacak “düş hekimi - 5” kitapları / Çınar Yayınları 02125287143