EVE

"EN UZUN" DEĞİL,

"EN YÜKSEK" YOLDAN DÖNMEK

 

 

Hani, birisi

 

- "Bak, sana bir fotoğrafımı göstereceğim"    dese

 

ve gösterdiği, Aladağlar’daki “Şeytanın Başparmağı”nda çekilmiş bu fotoğraf olsa: 

 

- "Yaa; n’oolur başka çekilmiş fotoğraflarına da bir bakabilir miyim?"   demez misiniz?

 

Ve ardından Everest’e buz tırmanışındaki fotoğrafını görseniz: 

 

sonra da dünyanın damına çıkıp bayraktan kiremit koyacakların Khumbu Buz Şelalesi’nin dibindeki Everest Ana Kampı’ndaki sarı çadırlarına baksanız:

 

o gün eve hangi uzun yoldan,

ya da hangi dimdik yokuştan dönersiniz?

 

** ** **

 

Kapıyı açtığımda karşımda duran, bu fotoğrafların kahramanı Tunç Fındık’tı. Yetmiş bir milyon üç yüz otuz yedi bin iki yüz dört vatandaştan birisiydi ama bir özelliği vardı; Everest’e Nasuh Mahruki’den sonra tırmanan ikinci Türk dağcıydı ve bana yetmiş bir milyon üç yüz otuz yedi bin iki yüz iki kişiden dinleyemeyeceklerimi anlatacaktı.

 

“Atatürk’ün Ankara’daki Son Günü” sunumum vesilesiyle yazışarak tanıştığımız Samsun 19 Mayıs Üniversitesi Kulak Burun Boğaz Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Yücel Tanyeri, Ankara ziyaretinde muayenehaneme de uğramıştı.

 

Yücel Ağabey, bana yeğeni Tunç Fındık’tan bahsetmişti. Onu nasıl dağcılığa başlattığını, birlikte ilk dağa çıkışlarını, sonra Tunç’un alıp başını gidişini, Bilkent Üniversitesi’nde okurken Nasuh Mahruki’yle DOST dağcılık kulübünü kuruşlarını – dünyanın en yüksek, en zor ve kimbilir ne kadar zevkli zirvelerine tırmanışlarını anlatmıştı.

 

Tunç Fındık’ın Everest’e çıkış yolculuğunu yazdığı “Tanrıların Tahtına Yolculuk” kitabının önsözünü de dayısı Yücel Tanyeri yazmıştı:

 

Tanrıların Tahtına Yolculuk

 

ÖNSÖZ

Gideceği limanı bilmeyene, hiçbir rüzgar yardım etmez...

 

Montaigne

 

 Aslında, Tanrıların Tahtına Yolculuk 1980 yılının yaz aylarında başlamıştı. O yılarda henüz 8 yaşında olan Tunç ile birlikte Samsun’un güneyinde ve 1000 m. yükseklikte, doğa harikası bir yer olan Kocadağ’a birlikte küçük bir tırmanış yapmıştık. Bu tırmanışta Tunç’un gözündeki sevgiye ve duyduğu heyecana yakından tanık olmuştum. Ertesi gün Tunç’un ısrarları ile o dağa yeniden birlikte tırmandık. O tırmanışların 20 yıl sonra Tanrıların Tahtına yapılacak uzun bir yolculuğun, kısa bir başlangıcı olduğunu kuşkusuz ikimiz de bilmiyorduk.

 

Daha sonraları Tunç’u uzaktan gözlemleme olanaklarım olmuştu. Attığı her adımı, yaptığı her işi çok büyük bir ciddiyetle ve önemseyerek yaptığını izliyordum. “Cahil cesurdur” derler. Ama bu her cesur’un cahil olduğu anlamına da gelmez. Yakından tanıdığım Tunç aynen bir Bilim Adamı gibi, bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olunamayacağına inanıyor, okuyor, planlıyor, kendinden öncekilerin deneyimlerinden yararlanıyor, teorik olarak edindiği bilgileri laboratuarı olan doğada defalarca deniyor ve en önemlisi de bunları yazarak, bir yerlere kaydediyordu. Aralıklarla görüştüğümüzde de bunları bana büyük ciddiyetle ve sanki önemli bir şey yapmamışçasına ve abartısız bir biçimde iletiyor ve ben de onun fiziksel ve becerisel gelişmelerinin yakın bir tanığı oluyordum. Dağcılık, artık onda Tanrısal bir içgüdü halinde kendini belli ediyordu...

 

Yönetmen Eric Vali’nin Himalaya filminde yaşlı ve deneyimli oba Reisi Timle, genç ve deneyimsiz Karma’ya yola çıkış zamanının geleneklere göre yıldızlara bakılarak belirleneceğini ve bu emrin tanrılardan geleceğini anlatır. Dünyanın en yüksek noktasına tırmanmak için, bedenin kuvvetinden daha güçlü olanın aklın gücü olduğunu bilen Tunç’a emir bir yerlerden iletilmişti... Zihinsel ve bedensel olarak hazırdı ve 7500 metrede önündeki tek engel artık doğa koşullarıydı. Yıldızları izledi ve aldığı emri yerine getirdi... 20 yıl önce Kocadağda çocukluk çağında atılan minik adımlarla başlayan yolculuk, Tanrıların Tahtı’nda güçlü adımlarla sona ermişti.

 

Goethe, “düşünmek kolay, yapmak zordur. Ancak dünyada en zor şey düşünüleni yapmaktır” der. Tunç yıllardır düşlediği, planladığı bu zor olayın gerçekleşme öyküsünü, bu kitabında sanıyorum sanki hiçbir şey yapmamışçasına ve çok mütevazı bir biçimde bizlere sunacaktır. Sizler gibi ben de merakla bekliyorum Tanrıların Tahtına Yolculuğu..

 

Bütün girişimlerinde tüm tanrıların senin yanında, rotanın sürekli açık ve dağ rüzgarlarının da sana hep yardımcı olmasını dilerim.

 

Prof. Dr. Yücel Tanyeri

Dayın

 

** ** **

 

Tunç’un ziyareti sürprizdi. Yücel Ağabey; “git şu adamla bir tanış” diye göndermişti. Randevulu hastalarım vardı ama bu sohbeti de kaçırmam imkansızdı. Ben soruyor, Tunç anlatıyor, hastamın babası da neler olup bittiğini anlamaya çalışıyordu. Belki de içinden orada oturan adama “sen ne diyorsun beyefendi; ne Nepal’i, ne Şerpa’sı, ne eksi kırk derecesi?”  diye sormak geçiyordu.

 

O gün dünyanın damına dikilmiş bayrakları, öküz “Yak”ları, Şerpa’ları, inançlarını, yolda donanları, eksi kırk derecedeki sarı çadırları, ana kampı, Khumbu Buz Şelalesi’ni dinledim;

ertesi gün de gözümü kırpmadan Tunç’un Everest tırmanışının dialarını izledim.

 

 

Müthiş etkilenmiştim;

eve uzun,

eve yüksek,

eve derin,

eve serin,

eve kavurucu,

eve tozlu topraklı,

eve bol çiçekli, kozalaklı, kaplumbağalı bir yoldan dönmeliydim.

 

Mavi mavi gökyüzüne değmeyecek kadar ekabir;

ellerim masmavi boyanmasa da olacak kadar zengin değildim.

 

** ** **

 

22 Mayıs’ta Debrecen / Macaristan’da, “14. Avrupa Sıcak Hava Balon Şampiyonası” başlıyor.

.

Biz de Türk ekibi olarak katılıyoruz. Pilotumuz Türkiye’de balonla en yükseğe çıkma rekorunun sahibi sevgili İsmail Keremoğlu. Bir gün onun da oksijenle Stratosfere kadar balonla çıkıp, oradan paraşütle Bülten Sokak’taki otoparka atlayacağına eminim.

 

İsmail yarışmada ince ince rüzgar hesapları yapıp, verilen hedeflerin üzerinden geçmeye, geniş olanaklı Avrupa ülkeleri pilotları arasında, bu kadar kısıtlı olanaklarıyla ülkemizi en iyi şekilde temsil etmeye çalışacak. Ben ise Türk Balon Ekibi’nin şoförüyüm; yani işim gücüm güneş doğarken balonu kurmak, sanki ipi elimden kaçmış gibi uçup giden masmavi bir  balonu dere tepe aşağıdan kovalamak, indiği yerde üzerinde yuvarlanıp havasını boşaltmak, toplayıp geri dönünce, bitmiş propan tüplerini bir sonraki uçuş için doldurmak, gün bitiminde – termik kalmayıp yarışma yeniden başlayınca bunları yeniden yapmak, sonra da ertesi sabah yine 04:00’te kalkıp kruvasan + filtre kahveli brifinge katılmak için tulumumu dahi çıkartamadan yatağa yakın bir yerlerde uyuyakalmak.

 

** ** **

 

Bu ara; Tunç Fındık’ın anlattıkları, bu balon şampiyonası, gittiğim IMAX “Everest” filmi, filmin başında İspanyol bayan dağcı (+ manken + spiker) Araceli Segarra’nın deniz kenarındaki muhteşem kaya tırmanışı, filmin sonunda yazılar geçerken çalan George Harrsion’un “Here Comes The Sun” şarkısı hep üst üste geldi.

 

Şimdi gitmeliyim;

 

ne yapıp yapmalı, kulaklığımda Supertramp'in "Take The Long Way Home" şarkısı,

eve yüksek,

 

çoook yüksek bir yoldan geri dönmeliyim...

 

düş hekimi yalçın ergir    http://www.ergir.com

 

 

 

12. Avrupa Sıcak Hava Balon Şampiyonası:

http://www.ergir.com/saatli/bir_balonun_ardindan.htm

 

Tunç Fındık:

national geographic & kitabı:

sayfası:

http://www.tuncfindik.com

...

VE EVE YÜKSEK;

ÇOOOK YÜKSEK BİR YOLDAN DÖNDÜKTEN SONRA:

http://www.ergir.com/ucan_balon.htm

 

** ** **