Cuma akşamı; saat 21:38
EIGER - HEINRICH HARRER
Dağdan Dağa / Daldan Dala
Şimdi kim gelir benimle Kuğulu Park’ın bankına oturmaya; kim telefonda dinler beni bu yorucu günün akşamında,
başlasam Heinrich Harrer’i anlatmaya?
Oradan daldan dala geçip, Tibet, Lhasa, Tunç Fındık derken 19 Mayıs’ta uzayda çizilecek tabloya?
Acayip havaya girdim; mutlaka anlatmalıyım. Yoğun geçmiş bir Cuma gününün bu saatinde kimse dinlemeyeceğine göre,
en azından başlamalıyım bu boş Word dokümanına yazmaya.
** ** **
Heinrich Harrer, 1912’de Avusturya’da doğmuş müthiş bir dağcıydı. Aynı zamanda jeoloji eğitimi gören Harrer, 1936’da kayakçı olarak Avusturya Olimpiyat takımına seçilmiş, 1937’de de Dünya Üniversitelerarası Slalom Yarışması’nda birinci olmuştu.
Ama Harrer’in beni de çok ilgilendiren asıl büyük başarısı 1938’de İsviçre – Bern’deki Grindelwald’e bakan Eiger Dağı'nın çıkılmaz kuzey duvarına ilk tırmanan dağcı oluşuydu.
Eiger 1938’e kadar “kimisinin” değil - “her” tırmanmaya çalışanın canını almıştı. Harrer’dan sonra da çok can almaya devam edecekti. Harrer bu ilk tırmanışı “Beyaz Örümcek” kitabında yazacaktı.
Ben iki kez Grindelwald’da Eiger’in dibindeki Challet Bettina isimli bir evde kalmıştım. Eiger’in korkunç öykülerini kitaplardan değil, bizzat tanıklarından dinleyebilmiştim. Tırmanmaya çalışan dağcılara dürbünlerle bakıp, kuzey duvarından artık ne aşağı inebilen – ne de yukarı çıkabilen dağcıların tükenerek ölüşlerini görenlerden bizzat dinlemiştim.
Evvelki sene de Güven Park’ta oturmuş, Atlas Dergisi’nde yer alan Eiger’i aynı ilgiyle okuyor; geçen sene de Tunç Fındık’la Himalayalar’dayken Eiger’in öykülerini dinliyordum.
** ** **
Harrer 1939 senesinde o sıralar Hindistan (şimdi Pakistan) sınırlarında olan Nanga Parbat ekspedisyonu sırasında 2. Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla İngilizler tarafından tutuklanacak
ve muazzam öyküsü başlayacaktı.
1944’de, üçüncü denemesinde kaçabilecek, hiçbir dağcılık malzemesi olmadan Himalayalar’ın öteki tarafı Tibet’e geçebilecekti. Yasak şehir Lhasa’ya giren “ilk” batılıydı. O zamanlar çocuk olan Dalai Lama’ya, Potala Sarayı’nda eğitim verecek – 2006’da ölünceye kadar da dostu kalacaktı.
1950’de Çin, Tibet’i işgal edince Dalai Lama’yla birlikte Hindistan’a kaçacaklar;
Harrer oradan da 1939’dan beri görmediği Avusturya’ya,
tren istasyonunda iki gözü iki çeşme bıraktığı sevgilisine geri dönecekti.
Tabii ki kendisini değişmiş bir dünya,
bekleyememiş bir kadın – belki de ufku sokağın köşesiyle sınırlı kalmış bir anne bulacaktı.
Harrer, her harfi doğru, her satırı dolu, ciltlerce kitap olacak Tibet serüvenlerini: “Tibet’te Yedi Yıl” ve “Kayıp Lhasa” isimli kitaplarda toplayacak ve bu masal 1997’de Brad Pitt’in oynadığı “Tibet’te Yedi Yıl” filminin konusunu oluşturacaktı.
1954’de Harrer, Alaska’nın en yüksek dağlarına çıkacak; Alaska’dan, Yeni Gine’ye pek çok zirvede yine “ilk” olacaktı.
Bu arada dağcılık dışında etnografik ekspedisyonlar da gerçekleştiren Harrer,
1958’de (bir o eksik kalan) golfte Avusturya şampiyonu olacaktı.
Harrer’ın daha geçen sene öldüğünü düşünürsek,
bir ömre kaç yaşamın sığdığını düşünmek bile beni büyülüyor;
daha ürkütücüsü – örnek olup,
her daim “daha yeni başlıyor” hissimi pekiştiriyor.
** ** **
Bu arada tam şu anda, Tibet tarafından Everest’e çıkmakta olan sevgili Tunç Fındık eksi 30 derecede, sarı North Face çadırındaki tulumunda uyuyor,
onu dağcılığa başlatan dayısı, Samsun 19 Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi - KBB bölüm başkanı sevgili Prof. Yücel Tanyeri Ağabey de bana, ABD'de Pediatrik Onkolog olarak çalışan (aynı zamanda astronomiyle uğraşan) sınıf arkadaşı Dr. Timur Sümer'in kendisine verdiği bilgileri, yani: 1/426,320,000 olasılıkla 19 Mayıs 2007'de, saat 15:00’den - saat 22:20’ye kadar, Ay ile Venüs’ün gökyüzünde oluşturacağı “Türk Bayrağı”nı yazıyor.
Ben ise tam şu anda, belki dinletmeye kıyamadığım,
belki de dinlemek isteyen olmayacağı için,
her telden nefes nefese anlatmak istediklerimi tren rayına dayalı bir ekrana yazıyorum…
Cuma akşamı; saat 22:58
düş hekimi yalçın ergir http://www.ergir.com