(birinci bölüm sunum ve düz yazı olarak:http://www.ergir.com/katmandudan_everest_ana_kampina.htm adresindedir)

 

2. bölüm

 

...

gece;

eksi 20 derece.

 

Everest Ana Kampı’nda, Khumbu Buzulu’nun üzerine kurulmuş turuncu çadırımda, kafa lambamın ışığında, kurşun kalemimle, ileride artı 20 derecede okunacak bu satırları yazıyorum.

 

Altımdaki buzulda korkunç çatırtılar, uzaklarda çığ gümbürtüsü, rüzgarın kulakları sağır eden sesi.

 

Nefes nefeseyim. Oksijenin yarı yarıya azaldığı bu incecik havada değil yazı yazmak, nefes almak bile çok zor.

 

Kalbim deli gibi çarpıyor Suyum ve fotoğraf makinam donmamaları için kaz tüyü uyku tulumumun içinde; dışarı çıkmak mümkün olmadığı için sürekli “çiş şişesi”ni doldurup çadırın fermuarından boşaltıyorum. Vücudumdan bu sıvıyı tahliye edemezsem, bu irtifada beni bekleyen ya beyin, ya da akciğer ödemi.

 

 

Burası gezginlerin ya da zenginlerin atlayıp gelebileceği, gelse bile kalabileceği bir yer değil. Ancak zirve tırmanışı yapacak ekiplerin günlerce kilometrelerce yürüyerek varabilip, özel izin ve astronomik harçlarla çadır kurup kalabildikleri Khumbu Buzulu’nun üzeri.

 

Ben de dünyanın sayılı dağcılarından Tunç Fındık’ın 8501 metrelik Lhotse Dağı zirvesi yapacak ekibiyle birlikte olduğum için kalabiliyorum. Yani Nasuh Mahruki ve Tunç Fındık’tan sonra, odyoloji uzmanı sevgili Ayşen Erdil ile birlikte, bu irtifaya varabildikten sonra bu muazzam geceyi dağların kraliçesinin ana kampında geçirebilen ilk Türkleriz herhalde.

 

Ekspedisyon ekibimiz:

Everest Ekibi: Peter Morley (İngiliz), Fabrice Imparato (Fransız), Ron Oliver (A.B.D.), Arnold Coster (Hollanda).

Lhotse Ekibi: Tunç Fındık (Türkiye), Steve Hodges (A.B.D.)

ve on bir Şerpa’dan oluşmakta. (Şerpa’lar: Solu-Khumbu vadisine beş yüz yıl evvel Tibet’ten göçüp yerleşmiş, bu tırmanışların da bel kemiği olan “doğunun insanları”).

 

 

 

5364 metredeki ana kamp, Ağrı Dağı’ndan da, dünyanın yedi kıtasındaki en yüksek zirvelerin kiminden de daha yüksekte. Buraya varabilmek ancak günlerce sırtımızda ağır çantalar, sabahtan akşama kadar hep yokuş yukarı eğri büğrü patikalardan yürüyerek mümkün.

 

 

Biz 8848 metrelik Everest’in (Nepal dilinde: Sagarmatha / Tibet Şerpani dilinde: Chomolungma) Nepal - yani oynak ve tehlikelerle dolu Khumbu Buz Çağlayanı labirentinin bulunduğu güney tarafındayız. Tibet – yani kuzey tarafında ise 5200 metredeki ana kamplarında on bir kişilik bir Türk ekibi zirve hazırlığı yapmakta. Onlarla Ankara’da vedalaşmış, dönüşte görüşebilmek için sözleşmiştim; umarım onlar da Haziran ayında başarmış olarak evlerine, çok özleyip – çok özlendiklerine sağ salim geri dönebilirler.

 

 

Her tarafta “Himalayan Rescue Association”un yüksek irtifa hastalıklarına karşı uyarıları; elektriksiz, internetsiz, çeşmesiz, banyosuz, telefonsuz, vasıtasız, güçsüze yer olmayan, asla hasta olmaman gereken, ne senden haber alınabilen, ne de senin haber ulaştırabildiğin bir vahşi dünya burası. Ekibin uydu telefonu ancak çok önemli durumlarda kullanılıyor. Gidebilmek kadar zor olan, geldiğin yere sağ salim dönebilmek.

 

 

Ana kampın havasının moleküler yapısı helikopter pervanesinin görev yapabilmesi için uygun değil, zaten denenmiş sekiz-dokuz uçuşun üçü çakılmayla sonuçlanmış. Yani helikopterin gelebileceği sınırdaki, 365 gün kimsenin yaşayamayacağı 5180 metredeki Gorak Shep’teki barakalara kendi ayaklarının üzerinde, ya da güçlü bir Şerpa’nın sırtında inebilirsin. Üç bin metre irtifa üzerinin güzelim canlı kamyonları ‘yak’ları, yani Tibet öküzleri ise, bir buzulun üzerine kurulu olan ve ot bitmeyen ana kampta kalamamakta. Aslında yaygın bilinenin aksine yükleri erkek Yak’lar değil – daha uysal olan dişi Nak’lar taşımakta. Bu yüzden “Yak Sütü” olarak konuklara sunulan, aslında “Nak Sütü”.

 

 

Yolda beş binli metrelere yaklaştıkça karşımıza bir taşa oturmuş ağlayanlar, Şerpa sırtlarında aşağılara taşınanlar, nefes alırken ciğerlerinden fokurtular duyulanlar çıkıyor.

 

 

Yavaş yavaş yükselerek kan tablonu, kardiyovasküler hatta sinir sistemini alıştırman gereken (aklimatize olman gereken) amansız, acımasız bir yolculuk bu. Dönüş yolunda tanıştığım Stanford Üniversitesi doktoru Jo Feldman, beyin ödemine karşı Katmandu’dan itibaren vücuttaki sıvının azaltılması için Diamox alınması gerektiğini söylüyor – oysa biz sadece vitamin hapıyla yolculuğumuzu tamamlamak üzereyiz.

 

Günlerdir yıkanamıyorum; dudaklarım bana ait değil sanki; Nepal Krallığı’nda, Himalaya Dağları’nda, bu Tibet göçmeni Şerpa’ların diyarında mükemmel rehberimiz Tunç Fındık’ın disiplini altında Katmandu’dan askeri bir uçakla vardığımız pisti uçurumla biten Lukla kasabasından beri sürekli, ama sürekli yürüyoruz.

 

 

Yol boyunca yanımızdan geçip giden yak konvoyları, saçı sakalına karışmış çekik gözlüler, badem gözlüler, mavi gözlüler, azgın Dudh Kosi Nehri üzerinden geçerken zangır zangır sallanan asma köprüler, çam ormanları arasında kıpkırmızı orman gülleri (Rhododendron’lar), sırtında yüz kiloya varan yükleriyle rengarenk dua bayraklarının altından, Budist mantrası “Om Mani Padme Hum”un kazındığı mani taşlarının solundan dolanarak geçen 21. yüzyılın kölesi, pabucu yarım, kimisi çocuk yaşta, batılıların onca yükünün altında eciş bücüş kalmış Şerpa’lar.

 

Dr. Feldman, yüksek irtifada pıhtılaşma faktörlerini incelemek için ana kampa gidiyordu. Birisi de Şerpa’ların omurgalarını bir incelese, yüz kızartıcı ne bulgulara imza atar kimbilir...

 

 

 

 ** ** ** 

Nameste

(merhaba);

 

ne yazık ki canım Ankara’mda bu dizinin ilk satırlarını yazarken, gururla poz vermiş olduğum Khumbu Buz Çağlayanı’nda dün üç Şerpa’nın çöken buz kuleleri (serakları) altında kalarak öldüklerini öğreniyorum: http://www.everestnews.com/everest2006/deaths04212006.htm

 

   

Kimbilir Everest bu mayıs ayında daha ne kadar misafirini sonsuza dek geri göndermeyecek. Soğuk, stratosfere yaklaştıkça üçte bire düşen oksijen yüzünden kanı salça kıvamına gelip dolaşımı bozulmuş kimleri ısıracak?

 

Uzun;

sizlere anlatacaklarım; çok uzun.

 

Anadolu Hayat Emeklilik’in desteğiyle, Katmandu’dan Everest Ana Kampı’na yapılmış hayatımın en yorucu, en gizemli, en büyüleyici, en kirli, yediğim halde sekiz kilo kaybettiğim döneminin, tanık olduklarım, tanıştıklarım, dinlemeye doyamadıklarımın öyküsü

ve orada olabilmenin bin bir mutlak şartını yerine getirenin çekebileceği fotoğraflar size bölümler halinde aktaracaklarım.

 

Bir krallığın, yoksul ülkenin taçlı tahtlı kralı Gyanendra’nın mutlakiyetinin belki de son günlerinin tanığı olacak Katmandu’ya ilk varış öykümüz.

 

 

Sokağa çıkma yasağında, kol içeride - bacak dışarıda, tepesindeki bavulları stratosfere değen tıklım tıklım yabancı dolu bir hurda otobüsle varılabilmiş bir havaalanı

ve oradaki uçağa atlayıp, hangi ülkeye gittiğimizi uçakta hostese soruşun, Umman Sultanlığı’na yol aldığımızı öğrenişin öyküsü olacak son, yani “Katmandu’dan kaçış” bölümümüz.

 

 

Nice babayiğit, ama hepsi aslında ana kuzusu dağcıları geri vermemiş Everest’in tırmanış rotasına “bundan sonrakilere zırh olsun” diye dünyanın en yükseğinde yer alan “Cevşen Duası”nı bırakışım,

sevgili Ayşen’in beyin ödemi geçirişi, hep tozlu, kimi zaman karlı, kimi zaman kavrulan yollarda tanıdıklarımız, tanık olduklarımız yer alacak bölüm bölüm aktaracağım bu Himalaya dizisinde.

 

Yakında üçüncü bölümde, Heinrich Harrer’in “Tibet’te Yedi Yıl” kitabı gibi, “Nepal’de Yedi Yıl” kitabını yazmaktan kılpayı kurtulmuş olarak,

tavanları aynalı, kiminin unutmak - kiminin de hatırlamak için dansettiği bir Kaliforniya değil;

sokaklarında farelerin, odalarında böceklerin cirit attığı, cep telefonu iletişiminin kral tarafından kesildiği, kirli çeşme suyuyla dişlerin dahi fırçalanamadığı bir Katmandu otelinde görüşmek üzere...

 

Om Mani Padme Hum    (mücevher nilüferin içinde...)

 

(manastır havuzundaki lotus çiçekleri)

 

düş hekimi yalçın ergir

25 Nisan 2006 Ankara / 851 metre

(dünyanın en sıcak, en temiz insanlarının,

Kaçkarlar’ı, Küre’si, Toroslar’ıyla dünyanın en güzel dağlarının,

en bolluk ülkesinin, Daday’ın, Azdavay’ın başkenti)

 

** ** **

- DEVAM EDECEK -

** ** **

 

Kendi olanaklarımla asla gerçekleştiremeyeceğim bu yolculuğa destek olan ANADOLU HAYAT EMEKLİLİK’e ve yakın ilgilerini esirgemeyen Genel Müdürü Mete Uğurlu ile Betül Çığır’a,

dünyanın damındaki yolculuğumuz boyunca bilgisini ve ilgisini cömertçe paylaşan, dağcılıkta dünya çapındaki gururumuz Tunç Fındık’a,

bu yolculuğa önayak olan Prof. Dr. Yücel Tanyeri’ye,

yaşamımın fiziken en zorlandığım dönemini paylaştığım yol arkadaşım Ayşen Erdil’e,

Katmandu’da bize kucak açan Elif Köksal’a,

Steve Hodges’a, Elif Oğuz’a, Dr. Tacettin Güçer’e, Prof. Dr. Gülhis Deda’ya, Cenap Demir’e, Mahmut Altıntaş’a

ve dönebildiğimde, ne kadar kaygıyla beklediklerini hissettiğim tüm sevdiklerime Himalayalar kadar teşekkürlerimle...

 

düş hekimi yalçın ergir

http://www.ergir.com

 

 

Yorumlarınız için:

ANADOLU HAYAT EMEKLİLİK

himalaya@anadoluhayat.com.tr

 

 

(birinci bölüm sunum ve düz yazı olarak:http://www.ergir.com/katmandudan_everest_ana_kampina.htm adresindedir)