Dün bir yola gittik.
Dere tepe düz gittik;
billur akarsuların yanından,
karlı dağların tepesindeki köknar ormanlarının arasından geçtik.
** ** **
Yola iki bilge: Mehmet Ertüzün ve Taner İrkeç'le çıkmıştık. Ben fotoğraf makinamı (tabii ki) Ankara'da unutmuştum. Ama arabanın torpido gözünde http://www.ergir.com/yalniz_agac_dy.htm yazısındaki (iki rulo film + alkaline pilleriyle) 25 ytl'lık, oyuncak gibi, ama 2500 dolarlık makinadan daha güzel fotoğraflar elde etmiş olduğum Kodak EC100 fotoğraf makinası duruyordu.
Güdül - Beypazarı arasındaki, asırların değil - milyonlarca yıllın tanığı volkanik tüf diyarından geçmiş,
bulunmaz bir rastlantıyla nesli tükenmekte olan Kara Akbaba'ların onlarcasını havada uçarken yakalamıştık.
"DEV KANATLAR: 'KARA AKBABA' " projesine http://www.arpacik.net/kara_akbaba.htm muazzam emeği geçenlerin kulaklarını da saygıyla çınlatmıştık.
** ** **
Kıbrıscık yol ayrımından sonra unutulmuş yolların dalgalı saçlarını taramış,
sobalı, okeyli, yürekleri sıcacık insanların kahvesinde termosumuzu doldurup,
yine yolumuza koyulmuştuk.
Yazıca'dan geçerken evlerine aşık olmuş;
bu aşk uğruna bir ormanda durup, fotoğraf makinalarımızı konuşturmuştuk.
Ardından yine hoş bulmuş;
yine Taner'in adım adım bildiği, cam gibi kıvrım kıvrım yollarda,
ama artık tipi altında, adım hızında Bolu'ya inişe koyulmuştuk.
Arada durup karlı dağların soğuk sularından içmiş,
içtiğimiz su boyunca giderken de:
"Bu derenin suyu nereden geliyor?" diye Taner'e sormuştuk.
** ** **
Derken gecenin bir vakti gözlerimizden uyku akarken kendimizi kentin kuru,
ama dağ yollarından daha bol çukurlu yollarında bulmuş;
rüyamızda, bir gece karlı kayın olmasa da - karlı köknar ormanında efkarlı efkarlı yürümek üzere, giysilerimizle uyumuştuk.
düş hekimi yalçın ergir http://www.ergir.com