ARDIÇ AĞACI / KAYI MEZARI
Taner İrkeç'in mektubu:
Taner benim ilkokuldan sınıf & sıra arkadaşım.
Belki "elli kuruş" yazısındaki sınıf arkadaşım Seyfi'yle bir daha hiç kesişemedi yollarımız
ama Taner'le bir başka milenyumda hala yanyanayız
ve hala zevkle dinleyebiliyorum anlattıklarını ( http://www.ergir.com/yalniz_agac.htm sunumumdaki "konik istifte aşırı sodyum ve CaSO4’e bağlı sülfat çözünmesi" bilgisi),
okuyabiliyorum hiç üşenmeden yazdıklarını.
Geçen sene gittiğimiz Çorman'dan; en az on ile altmış milyon yıl önce, lavların altında kalan ağaçları taşlaşmış (Petrified Wood) ormandan dönerken anlatmıştı ardıç ağacının öyküsünü.
Ardıç ağacı; ancak ardıç kuşunun - ardıç tohumunu yutması ve tohumun kuşun midesindeki enzimlerle birleşmesi sonucunda, dışkısının düştüğü yerde çıkabilen - bir yalnız, bir mucize ağaçtı. |
|
(Petrified Wood: Çorman'da; on - altmış milyon sene önceki bir ağaç gövdesi;
tüm orman lavların altında kaldıktan sonra, taşlaşmış olarak günümüzdeki hali)
süreç detayı: "bir dünya masalı" |
İlk kez Kezban ile Hüseyin'den dönerken rastlamıştım bu mezar taşlarına;
fotoğraflarını çekip sormuştum, cevabını alabileceğime emin olduğum canım arkadaşıma:
ve tek hecesini kaçırmadan geniş bilgi almıştım sevgili Taner'den - sınıfın en çalışkan öğrencisinden,
şimdinin Jeoloji Yüksek Mühendisinden.
Gönderdiği son mektubundan sonra da artık dayanamazdım; açıp telefonu Taner'e, gerekli izni almıştım.
Taner'in mektubunu, kültür okyanusumuza bir tuz zerresi olarak katmalıydım.
"Nereye gidiyoruz?" kadar önemli "Nereden geliyoruz?"un satırları aşağıda;
öğrenmeye doymayanlarla paylaşmak için huzurlarınızda...
düş hekimi yalçın ergir http://www.ergir.com
(5-G no:1073 / sınıf öğretmeni Nuran Gencer)
** ** **
Kayı Köyü – Mihalıççık (Eskişehir)
Bilinen tarihin tekrarı olmasın ama,
Sonunda bağlanacağı yer ve fotoğraflar belki ilgi çeker diye yazıyorum..
OĞUZ’lar 2 kola ayrılıyor :
BOZOK (Günhan, Ayhan, Yıldızhan)
ÜÇOK (Gökhan, Dağhan, Denizhan)
BOZOK’lar 12 boya ayrılıyor :
KAYI, Bayat, Alkaevli, Karasevli, Yazır, Döğer, Dodurga, Yaparlı, Avşar, Kızık, Beğdili, Karkın
ÜÇOK’lar 12 boya ayrılıyor :
Bayındır, Peçenek, Çavundur, Çepni, Salur, Eymur, Layıntlu, Üreğir, İğdir, Büğdüz, Yiva, Kınık
KAYI Boyu, Oğuz’ların Gün Han Oğulları kolunu oluşturuyor. Simgeleri iki ok ve bir yay; kutsal hayvanları (Ongun) ise şahin. Kayı’nın kelime anlamı ise, “kuvvet ve kudret sahibi”..
Moğol baskısı ile 1200'lü yıllarda batıya göç başlıyor. Anadolu’ya ulaşıldığında ikiye ayrılıyorlar. Bir bölümü geri dönerken diğer bölüm, yani Ertuğrul Gazi kolu devam ederek Erzincan’dan Siirt’e geniş bir coğrafyaya dağılıyorlar. Yani Anadolu Türkmenleri olarak.. 1281’de Osman Gazi Kayı Boyu Beyi oluyor, 1289 yılında ise, Eskişehir çevresini kuşatarak Anadolu Selçuklu Devleti’nin batı uç beyliğini oluşturuyor, 1299'da Osmanlı Devletini kuruyor.
Kayı boyunu oluşturan göçer aşiretlerden bir tanesi ve en genişi Karakeçili aşireti. İsim muhtemelen tanıdık gelmiştir. Geçenlerde ziyaret ettiğin tarihi ipek yolu yakınındaki Karakeçili ilçesi, yerleşik yaşama geçtikleri coğrafyalardan birisi. Orta Asya geleneksel bölümlemesine uygun olarak bu aşiret de 12 kola ayrılıyor : Veliler, Poyrazlı, Kıldanlı, Softalı, Karakayalı, Talazlı, Şazlı, Hacıhalil, Hayam Kethüda, Akça İnli, Özbekli ve Karabakılı. Bunun gibi, Balabanlı aşireti de Kızılbaş gelenekleri yansıtması yönüyle ilgi çekici ve araştırmaya değer.
Mihalıççık-Kayı köyü, muhtemelen 1289’daki ilerleme sırasında kurulan Kayı boyu yerleşimlerinden birisi. Mihalıççık ilçe merkezine 5-6 km mesafede ve Eskişehir asfaltı üzerinde. Köy ile Alpu ilçesi arasındaki coğrafya, bence iki nedenden dolayı mistik bir tarihi yansıtıyor :
1200’lü yıllar sonundan kalan taş Kayı mezarları (muhtemelen Karasakal aşiretine ait) ve Karasakal Mezarlığı, aynı dönemlere kadar uzanan tarihe tanıklık etmiş yaşlı ardıç ağaçları. Türkiye'de 101 adet tescilli Tabiat Anıtı var. Bunlardan 5 tanesi Kayı Köyü civarındaki 600-800 yıllık ardıçlar.
En son gidişimde Karasakal Mezarlığı da dahil olmak üzere birkaç örnek fotoğraf çektim.
Kayı köyü içerisinde yakın zamanlarda anıt ağaç ilan edilen 2 adet KOKULU ARDIÇ (Juniperus foetidissima wild) var :
Birincisi; boy=12 m, çap=1,3 m, çevre=4,08 m (730 yaşında)
İkincisi; boy=11,5 m, çap=1,2 m, çevre=3,95 m (645 yaşında)
Bence daha yaşı belirlenmemiş çok sayıda ardıç var.
Mihalıççık’a 10 km mesafede eski Kayı mezarlarının yanındaki
KAYI ARDICI (Juniperus foetidissima)
Kayı (Karasakal?) mezarlarından muhtemelen bir bey mezarı (mermer).
Bu tür dikme mezar taşlarına arkeolojide "MEGALİT" deniyor.
Mihalıççık Metamorfitlerinin kuvars-serisit şistlerinden dörtgen kesilmiş bir başka mezar
Mezarlar, çeşme, ardıç ağaçları
Mihalıççık civarında yine çok ilginç olan ve yakın zamanda görüntülemek istediğim bir diğer çok nadir Tabiat Anıtı, Otuzikiçatalçam bölgesinde bulunan ve KARAGEYİKLİ TÜRK FINDIĞI (coryllus columa L.) olarak adlandırılan 1030 yaşında, 9 m boyunda, 1,50 m çapında ve 4,69 m çevreye sahip fındık ağacı.
Buralar bizim sepiyolit sahalarımız yakınında. Köy isimlerinin çoğunluğu Bozok ve Üçok kollarının isimleri. Mesela Kayı ve Büğdüz gibi. Ayrıca Sündiken Dağı eteklerinde kuruluşu 780 yılına giden bir de Bahçekuyu köyü var. Yolun sonu ve devamı yok. Çatacık Orman Bölgesi ise geyikleri ellerinle beslediğin yer.
Kayı boyu mezarları, Mihalıççık, Alpu ve Beylikova üçgeninde küçüklü-büyüklü mezarlık alanları olarak dağılmış durumda. Hatta, bugün köy mezarlığı olarak kullanılan bazı mezarlıklar da, eski Kayı mezarlıklarının genişletilmiş hali şeklinde ve eski/yeni mezarlar bir arada. Bunun bir örneği, Doğanoğlu ve Dudaş köyü mezarları. Büyük ölçekli Kayı mezarlarına en toplu örnek ise, -sözüm ona- restorasyon çalışması yapılan Karasakal mezarlığı. Eskişehir-Mihalıççık karayolunun orta kesimlerinde, Bozan sapağını 10 km kadar geçtikten sonra sağ kolda yer alıyor. Eskişehir’e uzaklığı yaklaşık 50 km civarında. Aşağıda fotoğraflarını veriyorum.
Eğer restorasyon bu ise, insanın keşke hiç yapmasalar diyesi geliyor. Hiç olmazsa etrafına bir tel örgü çekilse, içine girilmesi ve tahrip edilmesi engellense.. Tarihimize verdiğimiz değer birkaç yüz milyon lirayı bile hak etmiyor ne yazık ki..
Bu arada biraz jeolojik bilgi katalım. Arkadaki ağaçlık alanda görülen birimler, Üst Miyosen-Pliyosen yaşlı gölsel karbonat çökelleri. Sündiken metamorfitleri ve kuvarsitlerinden çözünerek taşınan ve su kimyasının Ca, Mg ve Si’ce doygun olmasına dayalı olarak, kireçtaşı, dolomit ve yer yer sepiyolit (Mg-silikat) ile havza kenarına yakın kesimlerde paligorskit (atapulgit)(Al-Mg silikat) türü kil minerallerinden ibaret. Yer yer ekonomik üretime yetecek rezervler de teşkil ediyor.
Karasakal mezarlığının genelini oluşturan ve kuvars-serisit şistlerden yapılmış muhtemelen “avam” mezar taşları. Yine muhtemelen boy mensuplarının sosyal statüsüne dayalı olarak daha iyi işlenmiş (dikdörtgen/kare tabanlı ve üste doğru konikleşen, daha yüksek) veya sıradan, fazla işçilik içermeyen levhamsı şist tabakaları şeklinde gözlenebiliyor. Yine de bu şistlerin getirilebileceği en yakın mesafe, mezarlığa 30 km civarında, Sündiken dağları litolojisinin başladığı Ağaçhisar köyü, Bahçekuyu köyü veya daha doğudaki diğer köy arazileri. Bahçekuyu köyünde eski mermer işletmeciliğne ait bugün kaybolmaya yüz tutmuş bazı kazı izleri mevcut. Taşların yapı ve diziliminde Şamanizm etkisini net olarak anımsatan unsurlar var. Hele hele Şamanizm’e özgü ritüel yaşlı ardıç ağaçları ile bütünleştirildiğinde, bunu daha belirgin olarak görmek mümkün.
Levhanın arkasında ve sağa doğru, üç adet yuvarlak mezar taşı dikkati çekiyor. Bunlar, ötekilerden farklı olarak Sündiken mermerinden yapılmış. Sündiken mermeri, grimsi bantlı, yer yer boz damarların girdiği orta-kaba kristalli bir rekristalize kireçtaşı türü. Mermerleşme bölgesel metamorfizma ile oluşmuş. Bu mermerin bugünkü trendlerde fazlaca ticari değeri yok. Aynı geçenlerde basında çıkan, ünlü Davut heykelinin yapıldığı mermerin İtalya’da Carrara mermer provensinde hangi ocaktan çıkarıldığı üzerine yürütülen çalışmanın sonucundaki hayal kırıklığı gibi. O ocağa ait mermer de kaba (coarse) kristalli ve mukavemeti düşük bir mermer olması dolayısıyla bugün için önemini yitirmiş durumda, ancak geçmiş dönemlerde muhtemelen yontulabilirlik açısından daha yumuşak mermerlerin tercih edilmesi dolayısıyla kullanılmış olması gerçekçi bir yaklaşım gibi.
Şimdi bu silindirik ve ayrıcalıklı mezar taşlarına daha yakından bakalım.
Etrafı duvarla çevrili iki sütundan oluşan bu alan, -arkeologlardan af dileyerek- muhtemelen bir boy beyi veya aşiret reisine ait aile mezarlığı görünümünde. Belki kendisi ve eşine ait iki mezar var. Bu alanın çevresindeki sıralanımın ise, sosyal statü olarak lider efradı veya yakınları şeklinde olması düşünülebilir. Bugün büyük ölçüde tahribata uğradığı için net gözlem yapmak mümkün olmuyor. Sütunlar başlıksız, düz. Ancak tepe kesimlerinde biraz daha geniş çaplı ve 10-15 cm yüksekliğinde yine silindirik bir farklı kesim dikkati çekiyor. Daha sonraki kavuklu Osmanlı silindirik mezar taşlarının belki ilk prototipleri, belki de, levhada belirtilen Erken İslami Dönem’in ilk mimari değişimlerini yansıtıyor. Konuyu bilen bir arkeologa danışmakta fayda var.
Daha yakın plan görüntüsü aşağıda. Ne yazık ki, bize özgü bıçak ve sivri metallerle kazıma, isim yazma ve aşk ilanı gibi postmodern unsurlara burada da rastlıyoruz. Ayrıca, milletimizin bir türlü vaz geçemediği tarla yakma alışkanlığı sonucunda, son hasattan sonra yakılan bitişik tarladaki ateşlerin ilerlemesi ile mezarlığın taban örtüsü de yanmış ve mezar taşları islenmiş/siyahlaşmış durumda.
Sütunların üzerindeki “kırmızı taş yosunu” özellikle kuzeye bakan yüzeylerde ilgi çekiyor. Köy çocuklarının ve çobanların kazıyıp kına yaptıkları, kına rengine yakın kalıcı boya sağlayan bu yosunun kadersizliği de kına ile olan kullanımsal benzerliği. Bu büyüklükte bir taşı kaplayabilmesi için yüzlerce yıl gerekiyor, yani taşla neredeyse aynı tarihsel öneme sahip, ama kazıması birkaç dakikada tamamlanıyor...
Taş örülü alandaki arka sütunun yakın plan görüntüsü. Alt kesimi düzgün olarak traşlanmış ve mermerin dokusu ortaya çıkmış. Acaba “restorasyon” dan kasıt bu mu?
Son olarak, Koruma Çalışmaları’na güzel bir örnek olmak hasebiyle dikilmiş bir levha : Avlanmak Yasaktır. Levhanın kendisi de tarla yakarken yanmış ve kararmış. Kastedilen herhalde tavşan avı değil de mezarlık/define avı olsa gerek. Ey defineci.. Burada avlanma haa.. Yoksa kulağını çekerim. Tabii, definecilerimizi de eğitmek lazım. İlk göçer Türk aşiretlerinin zaten fakir olduğunu, keçi kılı çadırlarda yaşayıp süt ve yoğurtla beslendiğini, onların aradıkları küp küp altına sahip olmadıkları, olsa bile Türk Şaman geleneğinde mezara altın gömülmesi geleneğinin bulunmadığını ve dolayısıyla buraların verimli (!) kazı alanı olamayacağını seminerler ve konferanslarla definecilerimize anlatmak gerekir. Ne yaparsın işte, çarpık milli eğitim politikamız burada da yanlışlığını gözler önüne seriyor.
Son olarak çok net görülmese de, Beylikova Eskişehir asfaltının 20. km. sinde bir başka Kayı boyu mezar alanı. Burada sütun mezar taşları yok. Muhtemelen fakir bir köy. Yoğun defineci talanına uğramış ve kazılmış. Geriye kalan sadece fotoğraftakinden ibaret.
Araştırılması ve korunabilmesi dileğiyle.
Taner İrkeç irkec@yahoo.com
(5-G no:1141 / sınıf öğretmeni Nuran Gencer)
bir yüzyıldan,
bir yıllıktan:
masumiyet yıllarından...