saniye saniye (ya da asır asır) kaza anı

 

Bazı ülkelerde bir anda araçlar deniz gibi mıcırın içinde dalar, taklalar atar ve ocaklar söner,

bazı ülkelerde ise böyle bir kavram pek yoktur.

 

Ben bilmiyorum; acaba dünyanın herhangi başka bir ülkesinde yol tamiratı nedeniyle otoyolun bir kısmı gidiş-geliş olarak kullanıldığında, yolun tam ortasına özensizce dizilmiş kocaman - beton ağırlığında variller konuyor mudur?

 

Otoyolda hiçbir araç 60 kilometre süratle gitmez ve dün İstanbul’dan Ankara’ya gelirken otoyolun tam ortasına konmuş koca varillerden tekine motosikletimle hız kesemeden çarptım ve asfalta uçtum. Motor da kıvılcımlar çıkartarak karşı şeritten gelen araçların arasından geçip yolun öbür tarafa sürüklendi.

 

Yaşadığım unutulmaz saniyeleri yazacak olursam:

o anda motoru bırakış (kurtuluş), ardından bir fetüs gibi toparlanıp kayarak yan düşüş.

Korumalı giysi ve dizliklerin parçalanışı, kaskın sağ tarafının kopuşu ve kafadan çıkışı,

hemen ayağa kalkış, arkadan otoyol süratinde gelip durmaya çalışan araçlardan kaçış,

karşı istikametten gelenlerin yolunda duran parçalanmış çantayı yeni bir kazaya neden olmasın diye yoldan kaldırış,

motorun elektrik devresini kapatış,

bedenimi kontrol ve botlarım bile yarılmışken iç kanamayı bilemesem de kırık olmadığını fark ediş.

 

** ** **

Kazaya tanık olan araçlar durmayıp devam ettiler, çünkü ölüm – yaralanma gibi bir resmi duruma bulaşmadan gitmelilerdi

– şimdi durup dururken "ifade, tanıklık vs.” uğraşmaları gerekebilirdi.

 

Ama sonradan bir araç durdu, içinden iki "insan" indi.

Oğuz Öztürk ileri sürüş teknikleri eğitmeni, Bülent Yıldız ise Mali Müşavirdi.

 

Önce beni kontrol ettiler, sonra motoru kaldırdık – motor çalışıyordu.

 

Sevgili Oğuz Öztürk bu moralle ve ağrılarla motoru benim kullanmamın doğru olmayacağını söyledi ve aracın bagajında bulunan kendi kaskını giyip motoru yengeç gibi şehre o getirdi. Ben de sevgili Bülent Yıldız ile birlikte arabalarıyla döndüm.

 

Dün akşam bu “son kuşlar” telefon edip durumumu sordular. Belli ki bu kaza paha biçilmez dersler verdiği kadar iki güzel de dost armağan edecek.

 

Allah’a her zamanki gibi şükrediyorum ki, düşündükçe neler neler olabilecek bu büyük çarpışmada beni şefkatle sarıp sarmaladı.

 

Sadece asfalta çakılıştan değil, otoyol süratinde arkamdan gelen araçlardan da korudu. Karşı yönden gelen araçları da önlerinden kayıp giden 250 kiloluk bir motordan korudu. Hatta bence Oğuz ve Bülent'in oradaki varlıkları da rastlantı değil.

 

Daha sonra Çankaya Hastanesi’nde ortopedist dostum Dr. Kürşat Teker muayenemi yaptı ve sonuç:

“Bu bir mucize; otoyolda o süratte asfalta düşüyorsun ve tek kırık yok, üstelik buraya kendin gelip, rahat rahat olanları anlatıyorsun”.

 

Kendisi de sporcu olan Kürşat Teker de geçen ay motoruyla (yine bu ülkeye özgü akla gelmeyecek bir yol sürpriziyle) büyük bir kaza yapmış, metrelerce asfaltta sürüklenmiş ve sporcu reflekslerinin de yardımıyla sevdiklerine “Hoşça kalın” demekten kurtulmuştu.

 

İnsanların başlarına gelmesine izin verdikleri gelir. Türkiye'de motosiklet kullanmanın riskli olduğunu bilirsiniz. Aşağıda Ekşi Sözlük'ten bir alıntı var:

 

aşık olmak risklidir. sonunda aşk acısı vardır çünkü.
ülke düşmanlar tarafından işgal edilmişken, ülke yöneticileri düşmana teslim olmuşken, ümitler tükenmişken ülkeyi kurtarmak için harekete geçmek de risklidir. çünkü risklidir.
şıpır şıpır terledikten sonra ansızın bastıran yaz yağmurunda üstü başı çıkartıp koşturmak da risklidir. bir ihtimal sinüzit olabilirsiniz.
sizi rencide eden patronunuza posta koymak da risklidir. işsiz kalabilirsiniz.
gün batımında virajlı bir dağ yolunda motosiklet kullanmak da risklidir. köprücük kemiğinizi kırabilirsiniz, ölebilirsiniz.

bunları yapıp yapmamak tercih meselesidir. kanımca bunları yapmak yaşamaktır. yaşamadan ölmektense, yaşayarak ölmek çok daha iyidir.

şunu da unutmamak lazım: korkarak yaşıyorsanız size söyleyecek iki çift lafı olanlar hep olur.

korkusuzca yaşıyorsanız sizin söyleyecek iki çift lafınız olur.
kriker

 

Yaptıklarımın değil, yapmadıklarımın pişmanlığından korkarım; bunun lafta kalmadığını yine yaşayarak anladım.

Kaza anında bile zerre kadar korkmadım, kask kafamdan fırlarken bile bir pişmanlık duymadım,

Antalya'dan kamyonla dönmeyi tercih ettiğimde, kamyonun freni patladığında da korkmamıştım.

 

Yolda koşarken kapaklandığınızı farz edin - bunun şiddetini on birle çarpın;

şu anda ağrım çok ve gittikçe artıyor, dün gece kıvranmaktan uyuyamadım,

ama "gerçekten" HİÇ önemli değil, çünkü şükretmeyi bilen,

yaşarken ölmeyi, ölünceye kadar yaşamayı tercih edenlerdenim.

 

Bir tek,

sevdiklerimi, üzülmeyi göze alarak sevmişlerimi üzerim;

 

işte onlardan özür dilerim…

 

düş hekimi yalçın ergir /  16 Ağustos 20** /(ertesi armağan gün)

http://www.ergir.com