bir "10 Teşrin"

 

(ne 10 kasımlar yaşamışa, ne 10 kasımlar yaşayana, ne 10 kasımlar yaşayacağa teşekkürlerimle)

 

- Allah Atatürk’ün kılıcını keskin etsin…

 

Hemen her sabah böyle dua eden bir annenin,

bu duygular içinde yetişmiş, bu duygular içinde büyümüş oğlunu dinliyorum.

 

Yani 1941’de öğrenci olarak girdiği Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nin ileride dekanı olacak,

Türkiye’de, kütüphanecilik alanının ilk profesörü Dr. Osman Ersoy’la konuşuyoruz.

 

Osman Ersoy, 9 Kasım 1953’te, Etnoğrafya Müzesi’nde Halide İntepe ile birlikte asistanken, Atatürk’ün naaşının Anıtkabir’e nakli öncesi, dönemin başbakanı Adnan Menderes, T.B.M.M. başkanı Refik Koraltan, bir önceki T.B.M.M. başkanı Mustafa Abdülhalik Renda, Genelkurmay Başkanı Org. Nuri Yamut, Ankara Valisi Kemal Aygün, Belediye Başkanı Atıf Benderlioğlu, Prof. Dr. Kamile Şevki Mutlu, Doç. Dr. Cahit Özen, Nurullah Tolon, Üsteğmen Remzi Güven, Üsteğmen Cemil Tezgörücü, Kemal Gedeleç, Ata’nın kız kardeşi Makbule Atadan ile birlikte, çinko tabutunun açılışına Türkiye Cumhuriyeti’nde tanık olmuş on - on beş kişiden birisi -

1953’ten 53 sene sonra ise, belki de Halide İntepe gibi, emekli Tuğgeneral Remzi Güven gibi anlatabilen iki üç kişiden birisidir.

 

O şansı yakalıyor;  9 Kasım 1953'ü, Prof. Dr. Osman Ersoy'un anılarını, Can Dündar'ın 10 Kasım 2003 tarihli Milliyet Gazetesi'ndeki  http://www.milliyet.com/2003/11/10/yazar/dundar.html satırlarını, bizzat kendisinden dinliyor

 

ve oğlu, Başkent Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Korkut Ersoy’un verdiği filmde, Füsun Nevbahar Ersoy’un Kanal B - Başkent Üniversitesi Televizyonu'ndaki "Yaşayan Kültür Mirası" programı için hazırladığı: "Atatürk'ün naaşının, Etnoğrafya Müzesi’nden Anıtkabir’e nakli" belgeselini izliyorum.

 

1953,

yine bir "10 Teşrin";

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ve o izdihamın

o heyecanı, o duygularıyla:

 

her 10 Kasım = yeni bir doğum,

1953 + 53 = 1881 diyorum...

 

düş hekimi yalçın ergir  http://www.ergir.com

 

 

 

Satırlarımı 2006 -2007 Öğretim yılında öğrenciler arasında düzenlenen
ATATÜRK konulu şiir yarışmasında, aşağıdaki şiiriyle İstanbul 1. si olan 13 yaşındaki

İlayda Gülsüm ÇAMLI'nın şiiriyle noktalarken,

kendisini ve öğretmeni Sayın Ayşe Ayan'ı kutluyorum...



O ÇERÇEVE



Henüz beş yaşındaydım

Annem başını kaldır da bak dediğinde o çerçeveye

Kim bu kızım biliyor musun dediğinde

Kim anne dedim bu güzel gözlü adam kim?

Annem ATAN dedi, ATAN yavrum.





On üç yaşındayım, işte tekrar bakıyorum o çerçeveye

Gözleri yine güzel tam içime kazıdığım gibi

Ama başka bir şey var içinde bu kez

Şimdiye göremediğim bir şeyler, yeni çözdüm ATAMI

Nasıl da sığdırmışlar onu o çerçeveye





Zaman nasıl d a geçiyor bu çerçevenin altında

Neler öğrendim ona baka baka

Nasıl Türk oldum, nasıl Cumhuriyet oldum

Nasıl onun yolunda idealist genç oldum.

Ben büyüdükçe bu çerçevede büyüyor karşımda





Anladım artık iş çerçevede değil

Atamın gözlerinde, bakışında, duruşunda

Atam her dört duvar üzerinde, her yerden bize bakıyor

Hiç durmadan yürüyelim diye izinde

Ben ölmedim, ben buradayım diyor bizlere.





Sığamazsın sen ATAM o çerçeveye

Sana her bakışımda gözlerimde kalıyorsun

Seni her asışta duvara yüreğimde yanıyorsun

Seni her anışta kalbimde atıyorsun

O çerçeve sayesinde ATAM sen içimde yaşıyorsun.



25.10.2006



İLAYDA GÜLSÜM ÇAMLI

MODA İLKÖĞRETİM OKULU

7/B SINIFI - 348

 

(bugün sadece Kadıköy değil, İstanbul 1.si olduğunu da öğrendim)

** ** **

 

 

iki  (kopmaz) bağlantı:

http://www.ergir.com/Ataturkun_Ankaradaki_Son_Gunu.htm

http://www.ergir.com/gunaydin.htm

 

ve

http://www.ergir.com/Ankara.htm yazısından bir alıntı:

...

1938 geldiğinde Gazi hasta, hem de çok hastaydı. 23 Nisan törenlerinde Atatürk Orman Çiftliği’ne götürülen öğrencilerden Hatice Kıratlı’dan yıllar sonra dinliyordum:

 

Sağır Dilsizler Okulu öğrencileri mavi formaları ile akordeon çalıyorlardı. Derken Atatürk manevi kızı Ülkü ile belirmişti. Ülkü beyaz elbisesiyle tavşanları seviyordu.

 

Bütün öğrenciler el çarpıp,

- Çok yaşa Atatürk     diye bağırıyorlardı.

 

Hayatı boyunca bir daha böyle güzel mavi göz göremeyecekti küçük Hatice. Ata’nın gözlerinde öyle bir ışık vardı ki; camgöbeği gibi, buğulu maviydi. Ama sapsarıydı benzi. O sarılığı da hiç unutamayacaktı. Atatürk’ü görebildiği için bir ömür boyu kendisini hep çok şanslı hissedecekti Hatice Hanım.

 

Halil Makaracı 1938 sonbaharında her sabah Gazi Lisesi’ne giderken Ulus Gazetesi alıyor, sınıf arkadaşlarına Ata’nın sağlık durumu ile ilgili son gelişmeleri, günlük tıp raporunu, nabız, kan, idrar değerlerini okuyordu. Ata’nın karın boşluğundan asidoza bağlı devamlı su alınıyordu. Hastalığının son dönemlerinde karnından alınan su miktarı otuz iki litreyi bulmuştu.

 

10 Kasım 1938 günü öğleye doğru kara haber geldi;

 

Ata ölmüştü...

 

Bütün öğrenciler Ulus’taki heykele koştular; hep bir ağızdan “ATAM İZİNDEYİZ” diye bağırıyorlardı.

 

Babasını, Ata’sını, büyük önderini kaybetmiş bir ulus hep birlikte (bu satırları yazarken benim de olduğum gibi) iki gözü iki çeşme ağlıyordu...