(ses düğmesi açık olmalıdır)
RÜZGARA YAZILMIŞ YAZI
Ara veriyorum;
bu gece dünyayı kurtarmayacağım.
İzin verdim kendime,
bu gece Ayşegül’le oynayacağım.
Ayşegül benim kuşağımdan;
yani hoppidi hoppidi müziklerin değil,
Bülent Ortaçgil’leri, Fikret Kızılok’ları dinleyerek,
büyülü sözlerindeki mesajları düşünerek büyümüş,
bir şanslı kuşağın çocuklarından.
** ** **
Minik bir öyküyle başlıyor oyunumuz.
Küçük, dokuz yaşında küçücük bir kız çocuğusunuz. Evinizde soba; saçlarınızda örgü, balkonunuzda yaseminler.
Bir de ablanız var; onun da kontrplak bir gitarı.
Aynı evdesiniz; mümkün mü duymamak, dinlememek çaldıklarını, çalmaya çalıştıklarını?
Ve, hayranlığınız artarak dinliyorsunuz o söktükçe çalmayı,
doğru bastıkça mi minör’ünden, la major’üne akorları.
Hastasınız bir gece, hem de çok hasta;
ateşiniz kırk derece.
Kapı aralanıyor; koridorun ışığı gözünüzde, ablanız giriyor içeriye,
oturuyor divanın üzerinde, hem çalıyor, hem de söylüyor size.
...
gece güzeldir sen mutluysan
yatak sanki bir taht uyuyorsan...
Ağlıyorsunuz.
Ateşiniz göklerdeki güneş; soruyorsunuz:
- Kim bu abla?
Tek kelime:
- Bülent...
** ** **
Yıllar geçiyor ardından; büyüyorsunuz;
nelere şahit olduysa bir kuşak, onlara şahit oluyor,
acıyı da, sevinci de tadıyor; olgunlaşıyorsunuz.
Ama ne o geceyi, ne de o dinlediklerinizi bir ömür unutamıyorsunuz.
Moda tasarımcısı oluyor; bir yandan da rüzgara şarkılar söylüyorsunuz;
yolunuz bir müzik adamıyla birleşiyor, evleniyorsunuz.
Bir albüm yapma hazırlığındasınız ve bir kış gecesi gök gürlerken, yağmur bardaktan boşanırken eşinizin bir arkadaşı geliyor:
- Çok güzel sözler yazıyor, şarkılar yapıyormuşsun; ben de şarkılarını dinlemeye geldim...
Diliniz tutuluyor; yüreğiniz dışarıda, öldüğünüzü sanıyorsunuz.
Önce o son şarkılarını çalıyor, sonra siz başlıyorsunuz söylemeye
ve eşinizin arkadaşı, çocukluk kahramanınız Bülent Ortaçgil başlıyor size eşlik etmeye.
Korkmuyorsunuz artık gök gürültüsünden;
siz gürlüyorsunuz, su oluyor, bardaktan boşanıyorsunuz.
Derken adam oluyor şarkılar;
Bülent Ortaçgil’in “Bu Şarkılar Adam Olmaz” albümü,
sizin de sözlerinin tamamını yazdığınız “Rüzgara Şarkılar Söyle” albümü çıkıyor o gecenin sesliliğinde.
Divanın ucundaki kontrplaklı abla değil; o tek kelime: “Bülent...”
Bülent Ortaçgil'in yanısıra; Erkan Oğur, Neşet Ruacan, Önder Focan, Levent Çoker ile, bestelerin çoğunu ve tüm düzenlemeleri yapan Nezih Yeşilnil de eşlik ediyor size, dokuz yaşındaki yüreğinize. Fikret Kızılok da albümün ikinci şarkısı "Bilinmez ki"nin akorlarını çıkarıp, sizi göğün sekizinci katına uçuruyor bir yemekte.
Su oluyorsunuz,
ateş oluyorsunuz;
dokuz yaşında esir olmuş,
ağlıyorsunuz.
Daha sonra ressamlık ve caz şarkıcılığı yılları geliyor;
hoppidi ekranlarda boy göstermeseniz de,
sergiler sergileri, konserler konserleri takip ediyor...
** ** **
Ey müzik;
içimizin derinliklerinde
yüreklerimizi ve canlarımızı gizleriz.
Sensin öğreten bize;
kulaklarımızla görmeyi,
yüreklerimizle işitmeyi...
der Halil Cibran.
Aslında ikinci kitabımın kapağındaki Kağıttan Kayık’ı yapan sevgili Ayşegül Yeşilnil’in İzmir Kültürpark’taki konserini duyurmak için oturmuştum masanın başına,
ama şarkıyı koyunca - satırlara da başlayınca,
hasta yatağında yatan, koridordan gelen ışığın gölgesindeki ablasını dinleyip ağlayan bir küçük kız çocuğu oluyorum
ve atlayıp kağıttan kayığıma,
öylesine bir yolculuğa çıkıyorum...
** ** **
Demek “anlamak çözmeye yetmez”miş;
ben de çok sevdim bu kelimeleri.
Bu misafirlikte,
bu anlamaya asla yetmeyecek ömürde;
tüm kulaklarımıza gösterenlere,
tüm yüreklerimize seslenenlere,
teşekkür
ve sevgilerimle...
düş hekimi yalçın ergir http://www.ergir.com
** ** **
(Ayşegül Yeşilnil hakkında)