Ey Mormik;

 

sevgili küçük, tepegöz Mormik.

 

Sana bir insan masalı anlatacağım.

 

Yaşamın yıllarla ifade edildiği,

şu anda üzerinde bulunduğumuz topraklara ait bir masal.

 

Şimdi antenlerini uzat ve dinle beni:

 

 

Evvel zaman, dünya deniz içindeyken, birinci milattan sonra; 1,93e-14 ışık yılında, ülkelere bölünmüş bir dünya varmış. Bu dünyanın, o zaman adı “Akdeniz” olan mavi bir denizi ve ona komşu şirin bir ülkesi varmış. Bu ülkede kendinden başka kimselere benzemeyen bir acayip topluluk yaşarmış.

 

Bu ülkenin insanlarının çok ağır bir görevi varmış = yaşamak !...

 

Ve bu "görev" genellikle freni patlamış bir kamyonun kasasında, su dolu bir belediye çukurunda, bir maç sonrası balkonda, bazen de sokaklara taşan bir maaş kuyruğunda noktalanıverirmiş.

 

O zamanlar mekikler değil, allı güllü otobüsler kafa kafaya tokuşur; uzay boşluğuna değil ama tarlalara, yollara dağılırmış kollar, bacaklar, oyuncak ayılar.

 

Aslında günümüz anlamında robotlar daha yokmuş ama pek çok insan organik robot prototipini oluştururmuş.

 

Sabahları uyanır, yakıtlarını alır, programlandığı gibi işlerine giderlermiş. Her gün birbirine benzermiş. Gözler akrep ile yelkovanda; müdürün masası, Aysel'in çorabı derken günler tükenir, eve dönülür ve kutsal televizyonun huzuruna çıkılırmış.

 

Boğazdan lokmalar geçer, insanlar çıt çıkartmadan, tutulmuş boyunları, kızarmış gözleri ve beyincikleri ile başkalarının hayatlarını seyrederlermiş.

 

Kendi hayatları da tükenirmiş bir kum saati gibi, başkalarının ölümlerine,

sözüm ona aşklarına, travesti düğünlerine, silikonlu göğüslerine baka baka.

 

Karılar dövülür, üçlü koltuğa devrilip uyuyakalınırmış. Arada çizgili pijamalar sıyrılır, nefesler dolanır, daha “n'oluyoruz” demeden uykuya devam edilirmiş, sabah yakıtına kadar.

 

Her şey panikmiş sevgili Mormik. Üç kuruşluk maaşla, beş kuruşluk hipermarket alışverişleri, suratı beş karış kasiyerin önündeki sıra kapma yarışları, bayram tatili, babalar günü, analar günü, gazete promosyonları, yılbaşları, davetler, evlilik, okul, sevda, hak, hukuk…

 

Kısaca, her şey cezaymış mutluluk adına.

 

Dört kişilik masada dört kişi, ellerinde dört minicik telefon, dolma dolma parmaklar, şaşı olmuş gözlerle bir takım numaralar arar, sigaralarını üfleye üfleye - dört kelimelik hayat hikayelerini - anlatırlarmış, karşılarındaki üç kuruşluk hayatlara.

 

Küsme, bozma, çalma, çalım atma hususunda muhteşem eserler icra edilir, en sıkı dayanışmalar en berbat işlerde kendisini gösterirmiş. Adı farklı, içi aynı bir takım partiler uğruna özgürlükler, yaşamlar yitirilirmiş.

 

Aşk cezalıymış o zamanlar ama hiç olmazsa varmış.

Aşk sokağa çıkamazmış öyle kolay, sarmaş dolaş.

Sokaklara tükürmek, sokakta öpüşmekten daha az garipsenirmiş.

 

Kimin kime aşık olacağına, ne zaman olacağına hep müdahale varmış, siyasetteki gibi.

Vergi kaçırdığını söyleyen, aşkını söyleyemezmiş o kadar rahat.

Aşkın başlaması da mesele imiş, bitmesi de.

 

Her şey meseleymiş be Mormik.

Ben sana şimdi nasıl anlatayım, Fransız öpücüğünü, yaşlı gözleri, sımsıkı tutan elleri?

 

O zamanlar AIDS diye bir de hastalık varmış. Genellikle cinsel ilişki ile bulaşırmış ve kurtuluşu yokmuş. Ama bu acayip, şarkı dinlerken göğsünü jiletlerle doğramayı keşfetmiş toplumda nedense AIDS, üç dört Temel fıkrası dışında pek telaffuz edilmezmiş - ta ki trafik ölümleri ikinci sıraya düşene dek.

 

Eğitimi anlatamayacağım, çünkü kayda değer bir eğitim kavramı yokmuş. Ama kalan son belge, en son “ölüme hazırlık kursları”nın açıldığı, Öbür Dünya Yerleştirme Sınavı (ÖDYS)’nin ülke çapında iki aşamada yapıldığı şeklinde.

 

Basında da bir ahlak yasasının olduğu, ancak bir gün bir ineğin bu yasayı içtiği ve Kaf Dağı’nın ardına kaçtığı söylenir. Viagra’nın o dönemde son imparator olduğu, son dünya kupası organizasyonunu yaptığı da.

 

Uzun ince bir yol olarak tanımlanan, şimdilerde hala girmeye çalışıp, kapılarından kovulduğumuz bir diğer topluluğun o zamanki adı da “Avrupa Topluluğu” imiş.

 

Sponsoru, hapisteki aydını, oteldeki hırsızı, kuyuları kazanı, cadı kazanı,

kazı-kazan’ı, Nataşa’sı, Civan'ı, sayısalı, sözeli, devi - cücesi ile bir acayip topluluğun öyküsü işte böyle sevgili Mormik.

 

Hadi şimdi hazırlan;

Samanyolu’na dayınlara gideceksin.

 

Yolda belediye karadeliklerine dikkat et.

Mars’ta öğrenci polis çatışması varmış,

Uranus üzerinden git.

 

 

Dayınlarda da Beatles dinlemeyi sakın unutma !...

 

 

düş hekimi yalçın ergir      http://www.ergir.com

 

 

Bu yazının PowerPoint sunumu:

http://www.ergir.com/ey_motmik.htm

 adresindedir