KÖSTENCE’DEN SİTELER’E – SİTELER’DEN KAVAKLIDERE’YE

 

Cumartesi öğlen; bir diş muayenehanesi.

Son hastanın işi bitmiş galoşlarını çıkartıyor. Tam o sırada yanından uçarak bir adam dışarıya çıkıyor;

 

- geçmiş olsuuun !

 

elinde sırt çantası, gözden kayboluyor.

 

** ** **

 

Yetişmem gerek. Tren istasyonunda olmalıyım. Yolcu treni, yük treni farketmez; artık nereye gidiyorsa ilk kalkan trene atlayıp, herhangi bir yere gitmeli; oradan da yürüyebildiğim yere kadar yürümeliyim.

 

İstasyondayım. Doğu Ekspresi onbeş dakika önce kalkmış. Tüh; ne güzel Polatlı’da iner, oradan da yürürdüm. Hatta orada Şoförler Cemiyeti Lokantası’nda bir Ezo Gelin çorba bile içerdim. Güney Ekspresi’nin kalkmasına daha bir saat var. Ölürüm de beklemem.

 

Banliyö treni gişesindeyim.

- Bir bilet lütfen

- Ne tarafa? Kayaş yönüne mi, Sincan yönüne mi? (önünde kırmızı Kayaş – mavi Sincan biletleri)

- Farketmez !

- Ne demek “farketmez”; ne tarafa gideceksen ona göre bilet vereceğim.

- Kayaş olsun.

 

Biletcinin yüz ifadesini, daha önce bir oto yedek parçacısında da görmüştüm. Kaplumbağa Volkswagen’in jant kapağından abajur yapacaktım. Yine böyle bir jant kapağı istemiştim de; adam “kaç model araba için?” diye sormuştu. Yine “farketmez” cevabına ayni gözlerle bakmıştı.

 

Ve trendeyim; oleeey. Cebimde kırmızı bilet; kapının üzerindeki güzergahı inceliyorum.

Ankara-Yenişehir-Kurtuluş-Cebeci... diye başlayıp ...Bağderesi-Üregil-Topkaya-Köstence-Kayaş diye sonlanıyor. “Saime Kadın”i, “Saymekadın” diye yazmışlar.

 

Kimbilir nasıl bir yer şu Köstence? Orada inmeliyim.

 

Trenin kapısı ardına kadar açık, ne güzel esiyor. Karşımda başörtülü kızlar; mahcup mahcup sırt çantama, elimdeki garip şapkama bakıp, kendi aralarında konuşuyorlar. Dindar değilim ama; nasıl da yakışıyor o başörtüsü onlara. Nasıl da yakışıyor o kızlar, şu içinde bulunduğum sıcacık dekora.

Demirlibahçe’den geçerken duyduğum ezan sesi tamamlıyor dekoru. Ülkemdeyim; dostların arasında, güneşin sofrasındayım. Gülveren’e vardığımda da ezan okunuyor. Halbuki daha doğudayım. Burada güya ezanın daha önce okunmuş olması gerekiyordu; imamlardan birisinin saati yanlış ama neyse.

 

Bağderesiiii. Ne güzel adın var senin. Ne güzel gelinciklerin var senin. Burada mi insem ne? Ama sonra kısacık bir yoldan geri dönmek var. Devam; anasını satayım.

 

Trenlerde vites var mı acaba? Varsa, makinist acemi herhalde; kalkarken treni geri kaydırıyor.

 

Beşyüzbin lira şu cebimdeki bilet. Beşyüzbin lira; şu beşyüzmilyon liralık uçak biletinin veremiyeceği mutluluğu veren 200437 numaralı kırmızı bilet.

 

Vagonda artık tek ben varım. Kapı açık ama camdan belime kadar sarkıyorum. Yeni trenlerde artık öyle camı yarıya kadar açamıyorsun. Ben de doya doya sarkıyorum. Eskiden trenlere “gasteee” diye koşan bebeler geliyor gözümün önüne.

 

Ve Köstence’de tek bir yolcu iniyor. Red Kit’teki istasyonlar gibi; in cin top oynuyor, bir şut da ben çekiyorum. İstasyonun duvarına kazınmış:

 

“Canım Kezban”

 

Aaah; şimdi canı Kezban kimbilir hangi donu yıkıyor; “Canım Kezban” yazan eler, hangi ıstakadaki taşları düzeltip, okeye dönüyor?

 

 

İstasyondaki gişeden bir ses yükseliyor;

- Neye baktın hemşerim?

- Samsun asfaltına nasıl çıkabilirim?

- N’apacaksın Samsun asfaltını?

- Ankara’ya yürüyeceğiim?

- N’apacaksın Ankara’ya yürüyüp?

- Elma ister misin?

 

 

Kücük köprü, küçücük çayın üzerinde. Üç kız, bir ana değil; üç bebe geliyor bana baka baka.

- Aslan; bu derenin adı ne?

- Hatip Çayııı?

- Sağol

 

Vay be; hep duyardım bu ismi; meğer bu kadar küçükmüş.

 

Bu gecekondu evleri ne kadar güzel böyle, ne kadar güzel güller var bahçelerinde. Ağaçta ipten salıncak, dibinde kara tavuk; varıyorum Samsun asfaltına. Ardımda bir yudum mutluluk.

 

Yol uzun; adım adım şehrime yaklaşıyorum. Sağımda elma ağacları, duruyorum; çantamda kütür kütür elma, ne güzel yollarda olmak şimdi.

 

(Yol kenarındaki küçük köfteci; ben Ankara’ya vardım bile)

 

Mamak’a varıyorum, Ya sola sapacağım – kısa yoldan Cebeci’ye varacağım;

ya da sağa sapıp, önce Siteler’e, oradan da Kavaklıdere’ye yürüyeceğim;

yani yolu çok uzatacağım.

 

Sağa sapıyorum.

 

Yemyeşil otların arasından geçerken – Mamak’a daha sonbahar gelmemişken;

dudaklarımda Yeni Türkü’nün Yeşilmişik albümünden bir şarkı;

...

şirin mi şirin gecekondu evleri

Samsun asfaltında otomobiller

ne güzeldir yollarda olmak şimdi...

 

Samsun asfaltı boyunca “bir dili olsa da konuşsa duvarların” önünden Siteler’e gidiyorum.

 

dus hekimi yalcin ergir   http://www.ergir.com