yepYENİ TÜRKÜ
Küçücük bir barın kapısında ve çevresindeki sokaklarda “Yeni Türkü Konseri” afişini gördüm.
Üç gece önce, sırf Muammer Ketencoğlu’nu dinleyebilmek aşkıyla, yine böyle küçük, duman altı bir bara gitmek zorunda kalmış,
dumandan boğulmamak, güya dinlemeye gelmişlerin gürültülerinden kurtulmak için canım Ketencoğlu’nun tadına varamadan yarısında
çıkmıştım.
Ve takılıp kalmıştı aklıma; ekranlarda bize sanatçı diye dayatılan ucubelerin değil ama kültür ve kalite olarak çok ileri noktalardaki
müzik insanlarının, sanatlarını böyle ortamlarda mı icra etmek zorunda oldukları sorusu.
Bu sefer de allak bullak, “n’apsam ki, gitsem mi acaba? “diyerek, kapısında olduğum dünya ile “Yeni Türkü” afişini bağdaştırmaya
çalışıyordum. Hani şu havai fişek gibi gökyüzündeyken ışıklar saçarak darmadağın olan, yepyeni katılımlarla Derya Köroğlu’nun
merkezinde yeniden oluşan yepYeni Türkü’nün afişine bakarken.
N’oluyordu da, bu “stadyum konseri” verse doldurabilecek, Rumeli Hisarı’nın tarihine geçmiş grubun dinleyicileriyle buluşacağı ortam,
Ankara’nın bent değil, bira deresi bir sokağında, küçücük bir bar olabiliyordu?
“Fırtına” şarkılarında olduğu gibi, hayat onları yenilemiş, yolları bozkırlardan geçmiş, bu sokaklarda, bu gölette mı arıyorlardı, çıkacakları
denizi?
Ve bastım tetiğe; dalıp öğlen bile karanlık olan bara, bir yer ayırttım akşama.
** ** **
Ekip yerini aldı; akortlar yapıldı ve Derya, sanki öyle doğmuş gibi kabarık, kıvırcık saçlarıyla üç metre ötemde;
... o kadar sevdim ki resmini... diye, o kadar sevdiğim şarkısını söylemeye başladı.
Ardından, Murathan Mungan’ın sözlerinde;
...yaredir sinede, eski sevgili, eski günler... diye karanlık duvarlarda Maskeli Balo yankılanmaya başladı.
Dinleyicilerin büyülenmiş hallerini görebiliyordum. O kadar içten, o kadar mükemmel çalıyorlardı ki, bu genç kadroya DA aşık oldum.
Uçuyordum, bütün dinleyiciler uçuyorduk. Ben de dahil olmak üzere, insanlar cep telefonlarını masalarına koymuşlar, kim bilir kimlere,
nerelere, hangi yüreklere “Sonbahardan Çizgiler”i, Vira Vira Demir Alan Dünya’yı dinletiyorlardı.
Artık orada ben yoktum; biz vardık – “biz bar”dık. Bizbizeydik, hepimiz mutluyduk; onlar çalmaktan, biz dinlemek bıkmıyorduk, hepimiz
ayakta alkış tutuyor, eşlik ediyorduk.
Güya bir saat sürecek konserin üçüncü saatine girmiştik. Ne biz bitsin istiyorduk, ne de onlar bitirmek.
Sesler kısılmış, resmiyet tekme tokat dışarı atılmış, maskesiz bir baloda aynı yöne bakarak şarkı söyleyen, yağmur sesiyle düşleri çoğalan
bir demet günebakandık.
Az ötemizde Can Yücel’in kadehini bize doğru kaldırdığını görür gibiydik. Gönlümüz kuş gibiydi; parlak yıldızlar, zamanın esaretinden kurtulmuş
çocuklardık o zaman.
Artık konser bitmek zorunda kaldığında, dünyanın kapılarından girip, ellerim ceplerimde, boş Ankara sokaklarında ıslıkla “Dönmek”i çalarak,
yürüye yürüye eve dönmeye başladım.
** ** **
Ben neden kırgındım ki, eski Yeni Türkü'nün yerine, yeni bir Yeni Türkü kuran, eski kadroyu bir arada tutmak için yeterince gayret göstermediğine
inandıgım Derya Köroglu'na?
Belki gecikmiş bir “Allahaısmarladık”tı gidenlerinki, eskimiş bir “güle güle”ye.
Murathan Mungan (hani o “Erkekler İçin Divan”ı keşke hiç yazmamış olmasını dilediğim) demiyor muydu, “aslında giden değil, kalandır terk eden”
diye, virtüöz Selim Atakan’ın bestesinde?
Tut ki haksızdı Derya; tut ki ayrılanlar doğru, “kalan”dı eğri olan.
Ama bu akşam dinlediklerimin tümüne yakını Derya Köroğlu bestesi değildi de neydi?
Bu besteler değil miydi, derin izler bırakan hayatımda; okulun duvarında otururken de, askerliğimi yaparken de, bir gece simsiyah dikiz aynalı
bir arabayla Ankara'ya dönerken de hep yanı başımda olan?
Bu aşk yeniden değil de neydi; bir başka milenyumda, rüzgarlı bir akşam vakti, beni duman altı bir ortama götüren, gecenin bir vakti eve uzun
yoldan döndüren?
Gerisi ilgimi çekmiyor artık. Gözlerinde Olympos’un ateşini gördüğüm Derya Köroğlu’nun da, bu pırıl pırıl, müziği çok iyi özümsemiş oldukları
her notalarında belli, ellerinden geleni yapan bu gençlerin DE hakkını vermem gerekiyor.
** ** **
Yüzlerce “düzgün” tanımlı adam var çevremde. Yüzlerce "Bay Düzgün",
ufkuma, yaşamıma, hiçbir şey katamayan "düzgün"ler sürüsü.
Ben, bu serin Ankara gecesinde bilerek ve isteyerek; “kalan”ı, “asıl terk eden”i, “suçlu”yu, "Bay Eğri"yi seçiyorum;
bana “mavi”yi armağan eden, ruhumu düzgün gösteren Lunapark aynasını;
eğer
"bu" hayat benimle başladıysa
ve benimle bitecekse;
“bu” gönül hala “benim”se
ve sevmek birçok şeyi göze almaksa...
düş hekimi yalçın ergir http://www.ergir.com
( ta kendim gibiyken,
ta kendisi gibilerle, yolları yeniden aynı denize çıkmışken / 10 mart 2002 - sabaha bağlanırken)
** ** **