ZAM“AN”I “DÜŞ”LEMEK
Haklı çıktıgımı göremeyecegim, “iki binli” adı takılmış yıllarda yerden yere vurulacagım bir yazıya başlıyorum. Ne yazık ki haklı çıktıgım “an”lar zincirinden geçerken, bu hücrelerim, her biri ayrı birer evren olan atomlar toplulugum çoktan darmadagın olmuş olacak.
Geçmekte oldugumuz “an”lar kümesinde kullanılan, ugruna çocukların sınıflarda çaktıgı “Matematik” de, “Zamanın Dilimleri” de insanların uydurmasıdır. Dakika, saniye, salise vesaire hep bir düşcünün bize dayattıgı kavramlar, çıkartmaya çalıştıgımız - kuyuya attıgı - taşlardır.
Aslında doganın “zaman”ı bize ögretilenden çok farklıdır; “matematik” ise dogaya aykırıdır.
İnsan uydurugu, birisinin başımıza bela ettigi “salise”nin altmışta biri vardır. Onun da altmışta biri, üç bin altı yüzde biri, on iki milyar dokuz yüz altmışta biri ve “yeteeer” diye masadaki kagıtları elimin tersiyle fırlatıncaya, oynatıncaya, sonsuza kadar “altmışta bir”leri vardır. “Sonsuz”, paçayı kurtarmak için komik bilgilerimize koydugumuz sondur.
Zamanın “birim”i “an”dır. Her “an” üniktir; hiçbir “an”i oluşturan kompozisyon diger bir “an”ın aynısı olamaz; hiçbir “an”da kalınamaz.
Bir “rölativite teorisi”nden bahsedilecekse; bu ancak kişisine, olayına, duygularına göre bir saniye ya da bir asır gibi algılanabilecek “an” için geçerlidir. Aslında Kutup Yıldızı bile sabit degilken “an” sabit, boyutu ise rölatif olarak degişkendir. Zaman “an”lardan oluşmaktadır ve sanılanın, Pink Floyd şarkılarının aksine, daralmamakta, evren gibi gittikçe genişlemektedir. “An”lar birbirlerinden uzaklaşmamakta, boyutlari degişmemekte; bunun yerine periferde yepyeni “an”lar oluşmaktadır.
Zaman oldukça ölüm de yoktur; dogum da ölüm de tanımlanmış bir organizasyondur. Öyle ya da böyle yolculuk yeni yandaşlar, yeni “an”daşlarla hep sürüp gitmektedir.
Zaman hiç geçmez; zamanda bir “an”dan digerine geçilir. Berber Adem de, elektrik diregi de, kuantum fizikcisi de, at kestanesi de zaman içerisinde aynı sabit “an”lardan geçerler. Bu geçiş ne dalga ne de foton olan, aslında hiç olmayan ışık hızıyla ölçülemez, ilişkilendirilemez;
çünkü aslında ışık hareketsizdir; o “an”a ait bir sabittir.
14 Mayıs 2003 olarak adlandırılmış zaman diliminde, “an”lar ve konukları vardır. Kimi konuk 14 Mayıs’ın kabaca 23:12’sinden daha önce geçmiştir, kimisinin geçmesine daha çoook vardır. Ama en azından ben o “an”lardan şimdi geçiyorum, sizin şu “an”ki hücre toplulugunuz daha önce geçmişti, kimbilir daha kimler gelecek, kimler geçecek.
Şu anda yontma taş devri de, Bastille Hapishanesi’ndeki ayaklanma da , Beatles’ın “Let It Be” şarkısı da zamanın bir yerlerinde, gerilerimizde sürmekte; Türkiye’nin Avrupa Birligi dönem başkanlıgı da az ötemizde yaşanmakta.
Tek bir “an” hiçbir şeydir, bu yüzden belki "anı"lar degil ama “an”lar arasındaki yolculugu durdurmayı dilemek anlamsızdır.
Tek boyut vardır; o da zamandır.
Hepimiz şu an aslında “aynı yaşta”yken inandırıldıgımız yaşlar yalandır.
Zaman kaybetmek, gecikmek, yakalamak, gençlik, yaşlılık hepsi masaldır;
matematige karşı savaşı, zamana karşı yarışı, eninde sonunda doga
ve şu “an”da ders çalışmakta olan çocuklar kazanacaktır.
Şimdi bu yazıyı okumaya başlayacaksınız;
sonra da bu yazıyı yazacagım...
düş hekimi yalçın ergir http://www.ergir.com
bir yanıt: http://www.ergir.com/saatli/bir_yanit.htm