Bülten Sokak İlköğretim Okulu Öykü Yarışması Teşvik Ödülü:
"BİR İMZA GÜNÜ"
Yalçın kendi halinde bir insandı. Görmeye cesaret ettiği, anlatmaya doyamadığı düşleri vardı. Oturunca bir park bankına ya da “şiirler okunmuş bir kış gecesi” yatınca halıya, dünyalar arası yolculuklara çıkardı dostlarıyla.
Derken zaman değişti, “harfler” tükendi. Değil sadece dostların, koca bir ülkenin düşleri uzak diyarlara göç etti; artık katil yosun gibi “rakamlar” egemendi.
Parktaki banklar, odadaki yeşil halı, tavandaki fosforlu yıldızlar, nefes nefese müzik dinletilen telefon, kuşatma altında karar verdiren şiirler hep sahipsiz, omuzlar başıboş kaldı;
yalnızlık aldı başını, borsada tavan yaptı.
Ve Yalçın yazdı;
yalnız oturduğu banklarda, pedal bastığı yollarda, Erol Evgin şarkıları mırıldandığı şehrin ıssız sokaklarında, "keşke yanında olsaydı"ya anlatacaklarını, o anı bir kaçırsa bir daha asla yazamayacaklarını, bir kuşağın yazılmazsa unutulmaya mahkum küçük detaylarını yazdı, yazdı, yazdı.
Bir yandan imla kurallarını öğrenirken, sesler, düşler, satırlar sanki sonsuza kadar devam edecek gibi “Düş Hekimi - 1”, “Düş Hekimi - 2”, “Düş Hekimi - 3”, “Düş Hekimi - 4” kitaplarında Ravel'in Bolero'su gibi sıralandı.
Sekizinci uyuyan, bir gün başını kaldırıp etrafına baktı;
Ankara Armada Alışveriş Merkezi'ndeki Remzi Kitabevi’nde kendisinin bir imza günü vardı. Her tarafa afişler asılmıştı. Başta Hürriyet Gazetesi, Capital Radio, Radio Mydonose gibi ulusal radyolar duyurular yapıyordu. Çok utandı, yüzü kızardı; herkes kendisine bakıyor sandı.
Ve bir, iki arkadaşına yalvardı;
- Ne olur gelin dedi.
Hiç kimse de gelmeyebilirdi; o zaman da kitabevindekilere;
- Çok özür dilerim derdi.
Saat 15:00’te ayakları titreyerek kitabevindeydi; yanında sınava gider gibi bir sürü kalem, bir de yedek tişört getirmişti.
Oturur oturmaz önüne bir kitap kondu ve başladı eğri büğrü yazmaya. Ondan sonra da başını hiç kaldıramadı bir daha. Sıra kitabevinin dışına taşmıştı; elinde kitap tutan bebeler, mavi gözlerinin - kömür gözlerinin içi gülenler, yürümekte güçlük çekip yanındaki sandalyeye çöküverenler vardı. Kimse yapayalnız değildi; yeniden bir araya gelinmisti. Bazen kan - ter içinde yakın bir dostun adını hatırlayamıyor, bazen de kendisinin bile okuyamayacağı şeyler yazıyordu. Önüne konan yiyecekler göremeden tüketilirken, o yazıyor, yazıyor, yazıyordu.
Bir saat sonra kulağına fısıldandı;
- Kitap kalmadı; evinizde fazla var mı?
Ankara’daki diğer kitabevlerinden taksilerle kitaplar getirtiliyordu.
Gelen kitaplar da bitince aynı dünyanın insanları bu duruma kızamıyor, espriler birbirini kovalıyor, hatta Yalçın’ın önüne imzalaması için kimisi İngilizce, bambaşka kitaplar atılıyordu.
Kaç kişiyi öpmüş, kaç kişiyle sımsıkı kucaklaşmıştı?
Tek bildiği; bu kuşlara, dağlara, taşlara, bu kıvrılan patika yollara veda edecekken,
gözlerinin önünden bir film şeridi gibi geçiverecekleri yaşadığıydı.
Süre epey aşıldıktan sonra, en üst kattaki efsane Piknik’te sosisli yenilirken, Remzi Kitabevi yöneticisi sevgili Gülşen Hanım hayretlerini dile getiriyordu;
Ankara, bir sevdalısına kucak açmıştı.
** ** **
Öyküme burada son verirken Yalçın’ın gönderdiği bir nota yer vermek istiyorum:
“Uzak bir diyarda hiç tanımadıklarca ayakta alkışlanmak yerine,
mütevazi yuvamda, ortak dertleri, beklentileri paylaştıklarımla kucaklaşma mutluğunu yaşattığınız için canım dostlarıma çok teşekkür ediyorum;
iyi ki geldiniz,
iyi ki bankta yanıma oturuverdiniz...”
** ** **
RUMUZ: “Düş Hekimi”
(sonsuza kadar bir ilköğretim öğrencisi) http://www.ergir.com
(just read it...)
|
fotoğraflar: Ece Ergir, Ülkü Kaya kitap okuyan bebek: Efe Özçelik |
AFİŞİ:
imza gününde