(NOT: BU RÜYADA ANLATILAN OLAYLAR TAMAMEN DOĞRUDUR;

ŞU ANDA YAŞAMAKTA OLDUĞUNUZ BÜTÜN DOĞRULAR RÜYADIR)

 

Christopher, biricik eşi Felipa’yı kaybetmiş, İspanya’ya dönmüştü. Oğlu Diego’yu Portekiz’den getirip

İspanya’daki bir rahipler okuluna yerleştirmiş, yollara düşmenin, Hindistan’a batıdan ulaşarak daha

kısa bir ticaret yolu bulmanın düşlerini kuruyordu. Öyle, dünyanın yuvarlak olduğunu falan ispat etmek

değildi amacı. Zaten bu bilimsel camiada ispatlanmasa da, onlarca yıldır kabul gören bir gerçekti.

O zamanlar repo-mepo olmadığından, iş hep başa düştüğünden, iki telefonda cart diye trilyonlar

götürülemediğinden, emek emek Lizbon’un 3000 deniz mili batısına varıp, doğu ile batı arasında

bir ticaret merkezi oluşturmak planları yapıyordu.

 

Bir sorun vardı: SPONSOR!

 

O zaman sigaralar, kolalar, hamburger krallıkları daha yoktu. O alemin kralları gerçek kral; kraliçeleri

gerçek kraliçe idi.

 

Oğlunun öğretmeni Antonio de Marchena’nın çevresi çok genişti. Onu kraliçe Isabella ile tanıştırdı

(beşyüz sene sonra, ismini yazarken bile baş döndüren, başka düşlere götüren “Isabella” ile). Isabella,

Christopher’I çok sevdi ve onun bu rüyasının desteklenmesi için kocası Ferdinand’ı ikna etti. Savaştan

bunalmış İspanya ekonomisi bir rüyaya, bir maceraya görülmemiş bir servet ayırdı.

 

Tepelerinde Kuzey Yıldızı, 3 Ağustos 1492 sabahı düştüler yollara, yelken açtılar okyanusa.

 

Kanarya Adaları’nı terkettiklerinde, tayfaların ödleri, denize karışıyordu. Onlar dünyanın kenarına gelip,

aşağıya düşüvereceklerine inanıyorlardı. Rüzgar hep doğudan estiği için, bir daha hiç geri dönemeyeceklerine

inanan tayfalar, “bindik alamete gidiyoruz selamete” diyerek karşılarında; Hindistan, Mindistan diyen,

saçlarına daha otuz yaşında karlar düşmüş bu 41 yaşındaki koca çocuğa bakıyordu.

 

10 Ekim’de sabırlar taştı, sinir içindeki ekip; “arkadaş, bizim çoluğumuz, çocuğumuz var, üç dört gün içinde

kara gözüktü, gözüktü; gözükmezse biz dönüyoruz, o kadar!” dedi. Amerika’yı keşfetmek üzere olduğunun

farkında olmayan Diego’nun babası, gözler kan çanağı batıya bakarken, doğuda çok uzaklarda, Portekiz’de

bıyıkları onbir onbir maç yapan oğlu yaşındaki Fernao de Magalhaes, (okul kitaplarında: “Ferdinand Magellan”

olarak geçiyor) Kutup Yıldızı ve yelkenin direğinden yön bulmayı öğreniyordu.

 

12 Ekim’de Nina yırtık dondan fırlar gibi bağırdı: “KARA!, KARA!” Ve San Salvador dediler, vizesiz, pasaportsuz

vardıkları yere. Bu düşü bizim kaptanlardan biri kursaydı, şu anda oranın adı belki de ADANA olacaktı.

 

Küba’yı Çin sanan Christopher, şeşi beş görür ya da dümende gördüğü her sakallıya “dedeciğim” der gibi

devam etti yoluna ve noel gecesi Haiti’ye vardı. Ona yerliler çok yardımcı oldu ama Christopher onlara yamuk

yaptı. Kırk adamını orada bırakıp, altınlar ve bir kaç yerli esirle geri döndü. Portekiz kralı 2. John onu krallar gibi

karşıladı. Oradan at sırtında Barcelona’ya, Kraliçe Isabella’ya gitti.

 

Sonra Hindistan sandığı diyarlara 3 sefer daha yaptı. 55 yaşında öldü gitti; Green Card’ı bilmeden, Miami’de

yazlığı olamadan. Badem gözleri anlatıldı tarih kitaplarında.

 

Devir değişmiş, İspanya ne Ferdinand’a ne Isabella’ya kalmıştı. Onların fani vucutları toprak olmuş; genç Charles 1

tahtına kurulmuştu. Karşısında da deli gibi sponsor arayan 38 yaşındaki bir düşcü duruyordu: MAGELLAN.

 

Magellan batıda kıyamet kopan toprakları dolaşıp, daha da batıya gitmeyi hedefliyor ve genç Charles’ı ikna etmeyi

başarıyordu.

 

Yeni bir rüya başlamıştı, 5 gemide 270 adam; arkalarında gözü yaşlı kadınlar, sümüklü bebeler bırakarak,

düşmüşlerdi yollara.

 

Gemilerin kaptanları Magellan’a korkunç gıcık kapıyorlar ve onu öldürme planları yapıyorlardı. Magellan bir yandan

bu garip yolculuğun amansız şartlarıyla boğuşurken bir yandan da kestaneyi çizdirmemekle uğraşıyordu. Elebaşı

Cartegena’yı Victoria gemisinin fareli ambarına kilitleyip Patagonya’ya vardıklarında soğuk yaz geceleri kasıp

kavuruyordu. Gemilerden Santiago’yu azgın dalgalar yutmuş, San Antonio gemisi de “hadi bana eyvallah!” deyivermişti.

 

Batıya, boyutlarını kestiremedikleri Pasifik’e açılmışlar ve kendilerini korkunç bir açlık mücedelesinde bulmuşlardı.

Gemi tahtalarının talaşları, yelkenlerin kenarları, ambardaki fareler kapanın elinde kalır, deniz bitmek bilmezken;

4 ay sonra vardıkları adada kuş yumurtaları imdatlarına yetişti. Vitamin manyaklığının başlamadığı o yıllarda

C vitaminsizliğine bağlı Scorpit hastalığından ağızdaki dişleri dökülmüş tayfalar, yeniden depoladıkları gıda ile

Guam’a vardılar. Hani şimdi Arianne roketlerinin uzaya fırlatıldığı, Fransız uzay üssünün bulunduğu, Steve Mc Queen’in

“Kelebek” filminin çekildiği Guam’a.

 

Ve Filipinler’e doğru yeniden başlayan uzun, ne zaman biteceği kestirilemeyen yolculuk, Filipinler’e varış, yerlilerle

çatışma ve yolun sonunu göremeden yolun sonunun geliş; Magellan’ın öldürülüşü.

 

Dünyanın çevresini dolaşan ilk adam diye yanlış tanımlanan, aslında bileti Filipinler’de kesilen, İspanya’yı bir daha

hiç göremeyen, Cebelitarık’a bakarak Sangria içemeyen Ferdinand abinin, şimdilerde dev bir ticari marka isminin

27 Nisan 1521 de, evinden çooook uzaklardaki ölümü.

 

Mürettebat kalmadığından Conception gemisinin yakılışı, kalan iki geminin tıka basa baharatla dolduruluşu, Trinidat

gemisinin doğudan; geldiği yoldan dönmeye çalışması ve yolun henüz başındaki feci sonu, Victoria’nın batıya yolculuğu,

Afrika yı dolanıp  üç sene sonra yola çıkılan 270 kişiden kalan 18 kişiyle İspanya’ya varışı.

 

Ve aradan geçen 579 yıl.

 

Bir serüven düşünün, uçsuz bucaksız sularda, dönmek isteseniz dönemediğiniz, Nescafé isteseniz içemediğiniz,

mail hiç çekemediğiniz, sadece pupa yelken -o da gücünüz yeterse- bilinmeyene doğru yol katettiğiniz. Çevrenizde

yapılan “kaptanı öldürme” planları, karaya varmasanız açlığın, varsanız savaşın beklediği; saatin, günün belki de yılın

hiç belli olmadığı, bir ishalin bile faciaya dönüştüğü, özlemin aşkın güverteden denize düştüğü amansız yolculuklar,

dünya çevresinde denizden ilk turlar.

 

Eski aşklardır eski serüvenler; sapına kadar yaşanan, yaşama mal olan.

 

Bir medya serüveni, bir post modern aşk, bir “Truman Show” dur yeni serüvenler, uydularla paylaşılan, sözüm ona

çile çekilen.

 

Christopher ve Ferdinand’ın önünde saygıyla eğiliyorum.

 

düş hekimi yalçın ergir  http://www.ergir.com

 

(düş hekimi -2 kitabından)

 

 

 

düş hekimi belgeselleri:  http://www.ergir.com/belgeseller.htm adresindedir.