(fotoğrafları büyütmek için üzerlerine tıklayabilirsiniz)

(müzik: "who'll stop the rain?" - CCR)

 

 

 

YAĞMURU KİM DURDURACAK?

(Katmandu'dan Ankara'ya)

 

 

KATMANDU

 

Geçen sene Nepal Krallığı’nın başkenti Katmandu’daydım. Everest’in zirvesine ikinci defa çıkan efsane dağcımız Tunç Fındık’ın uluslararası ekibiyle, Anadolu Hayat Emeklilik’in sponsorluğunda Everest Ana Kampı yollarına düşecektim.

 

Ekibin elemanları birer birer Katmandu’ya ulaşırlarken Katmandu’da hastalanmamanın yollarını arıyorduk.

 

Başkentte genellikle sular kesikti. Geldiğinde de Dünya Sağlık Örgütü’nün belirlediği maksimum değerden beş kat daha kirli olduğu için dişlerimizi şehir suyuyla fırçalamamız yasaktı.

 

Orada hastalanmak ve alttan üstten giderken bir sağlık kuruluşuna taşınmak, bin beter sorunların da başlangıcı olacaktı.

 

Dünyanın en yüksek karlı dağlarının eteklerinde, kralın sarayının dibinde içler acısı su kuyrukları, ellerinde bidonlarla bekleyen her yaştan insanın, çamaşır yıkamayı başarabilmişlerin arasında uzaydan gelmiş gibi dolaşıyor,

 

 

 

köpeklerle bebeklerin aynı pislikte dolandıkları, çocuklarla maymunların birbirlerinin başındaki bitleri ayıkladıkları sokaklarda,

 

 

 

 

 

onca susuzlukta hala bir maşrapa suyla dişlerini fırçalayan,

bir yandan da mutlaka sevgiyle: "Namaste!..." diye selamlayan korkunç yoksulların arasında dolaşıyorduk.

 

Elektrikler de sürekli kesiliyordu. Kolamın içine attığım buzu uçarak bardaktan çıkaran Tunç Fındık:

– Deli misin sen; burada ne buz atacaksın, ne de dondurma yiyeceksin...    diyerek adeta bir intihara engel oluyordu.

 

Biz ülkemizin kıymetini bilmiyorduk. Avrupalıya “Susuz Yaz” gibi çarpıcı filmlerle kırk üç sene önce tokat atar gibi gerçekler sunuyor,

yıllardan, yollardan, köprülerin altından çok sular aktıktan sonra nihayet insana yakışır şartlarda yaşıyorduk.

 

Ertesi gün Himalayalar’a doğru yola çıkacaktık;

1960’ların Vietnam Savaşı’ndaki askerler bile “bir miğfer dolusu suyla” da olsa yıkanabilirlerken,

2006’da on dört gün hiç yıkanamayacağım zorlu yolculuğun başındaydık...

 

** ** **

 

ANKARA

 

 

 2007 Ankara yazında, boz beton ortasında gazete haberlerini okuyorum.

 

Güzel haberler de var içlerinde. Ankara’da "1. Uluslararası Kum Heykel Festivali" düzenlendiğini,

plajlarda gördüğümüz kumdan kalelerin bin misli güzelinin – yani "kumdan bir şehrin", bu işin dünya çapındaki virtüözlerince Söğütözü’nde kurulduğunu,

kışın da buz heykellerin yer alacağı bu alanın bugünlerde "muhteşem bir plaja" dönüşmekte olduğunu öğreniyorum.

 

İncek Sosyal Tesisleri’nde ise "Plaj" Voleybolu Şampiyonası’nın düzenlendiğini okuyorum.

 

Öteki sayfaya geçtiğimde de bu sefer Kızılcahamam’daki, eğlencenin doruğa çıkacağı “Su Festivali”ne katılabilmek için can atıyorum.

 

** ** **

 

Üzücü haberler de var ne yazık ki;

Demetevler’de, İvedik’te, su basan işyerlerini - evleri, mahvolan esnafı, sulara kapılıp sürüklenen araçları,

"Sualtı Kurtarma Ekipleri"nin yoğun çalışmalarını okuyor, kahroluyorum.

 

 

 

 

** ** *

 

Okumayı bırakıyorum;

soluğu Bülten Sokak’ın köşesinde alıyorum

 

ve dehşetle köşedeki gazetecinin camekânında yazan: “EGO KARTI – VAPUR BİLETİ BULUNUR” yazısını okuyorum.  

 

Bu çölde donarak ölmekten korkmaya benzese de,

artık Ankara’da bir tsunamiden korkuyorum.

 

Susuz Yaz filminin Berlin’de “Altın Ayı” ödülünü alışından kırk üç sene sonra,

bir yandan bidonumu boyuyor,

hazır elektrikler gelmişken aceleyle bu satırları yazabiliyor;

 

bir yandan da kendimi muson yağışları öncesi Hindistan sahilinde gibi hissedip,

“yağmuru kim durduracak?” diye düşünüyorum…

 

düş hekimi yalçın ergir   http://www.ergir.com

 

10 ağustos 2007